"Gerçekten çok tatlıymış." dedim elimde tuttuğum telefondaki fotoğraflara bakarak.
"Öyle ya. Yiyesim geliyor ama kıyamıyorum işte."
Hoseok gülümseyerek konuştuğunda onun gibi gülümseyip bakışlarımı sevgi dolu gözlerine çevirdim.Hoseok'un bir ablası vardı. Jiwoo. Kendisi Hoseok'un doğduğu yerde, Gwangju'da yaşıyordu. Kocası hamileliğinin 4. ayında askere gitmek zorunda kalmıştı. Ve Hoseok'un da aklı kaldığı için son 3 ay kala yanına gitmişti. 3 aydır oradaydı ve doğumda yanında olmuştu.
Buraya döneli ise 6 gün oluyordu ve her gün buluşuyor ya da birbirimizin evine gidiyorduk.
"Adı neydi?"
"Minseo." Kafamı sallayıp telefonu geri ona verdim.
"Çok güzel bir kız." Kaşlarını kaldırıp bilmiş bilmiş baktı.
"Tabiki öyle olacak. Kimin yeğeni? Ha!"
Sessizce kafamı sallayıp masada duran kahvemi aldım. Büyük bir yudum alıp rahatlamaya çalıştım.Jungkook'u orada gördüğümden beridir normalden 2 kat daha fazla düşünmeye başlamıştım. Gerçekten orada mıydı? Kafam iyi olduğu için hayal mi görmüştüm? Ya da gerçekten oradaysa kargaşaya o mu sebep olmuştu veya orada olduğumu nereden biliyordu? Beni öldürmeye mi karar vermişti?
"Hey... Senin sorunun ne? Kaç gündür bir dalgınsın. Ne dersem diyim yüzüne gerçek bir gülümseme yerleşmiyor. Ve de yeğenimin adını tam dört kez sordun."
Derin bir nefes verip karşımda oturan arkadaşıma baktım. Kahvemden bir yudum daha aldım.
"İyiyim. Bir sorun yok." dedim yeşil tişörtüne bakarak.
Gözlerini devirip elimdeki kupa bardağı işaret etti.
"Filtre kahve Jimin. Sen filtre kahveyi ancak canın sıkkınken veya ayılmak istediğinde içersin.... Ee sarhoş olmadığına göre, bir şeye kafan takılmış. Dökül haydi."
Kendime çektiğim bacaklarımı yere indirip ofladım. Masaya doğru eğilerek bardağı kenara bıraktım.
"Bara gittiğimiz gün silah falan patlamıştı. Hatırlıyor musun?"
Yüzüne inanamayan bir ifade yerleştirip beni incelemeye başladı.
"Ya hatırlıyorum da sen buna mı takıldın yani? Neredeyse 1 hafta oldu. Ayrıca sonra mekana polis gelmiş ve silahı sıkanı bulmuşlar. Sarhoşun tekiymiş, ne yaptığını hatırlamıyor bile. Ayrıca sıktığı silahta kuru sıkıymış zaten. Barlarda oluyor böyle şeyler.... Bu kadar etkileneceğini bilseydim kafede buluşmak isterdim."
Nefes almakta zorlanır gibi sıkıntıyla bir nefes çektim ciğerlerime.
"Hoseok ben..."
Kaşları git gide çatılan arkadaşım bana şüpheyle bakmaya başladı. Turuncu, dağınık saçlarımı karıştırıp tekrar konuşmaya başladım,
"Ben o gün Jungkook'u gördüm." Sorgu dolu bakışları şaşkınlıkla doldu. Sonra aralanan ağzıyla resmen bağırdı,
"Ne?!"
"Evet. Kapının oralardaydı... Kalabalığın içinde. Bana bakıyordu."
O da benim gibi masaya eğilip kollarını koydu. Bir eliyle ensesini okşayarak sesini biraz daha alçaltıp konuştu,
"Emin misin? Yani kesin gördün mü? Oradaydı yani..."
Oflayıp ellerimi kafama koyup baskı uyguladım.
"Bilmiyorum Hoseok... Kafam o kadar karışık ki. Kafam iyi olduğu için hayal falan da görmüş olabilirim. Ama gerçekten oradaysa... Bilmiyorum. Sikeyim böyle işi!"
Sinirle küfürler etmeye başladığımda Hoseok elini uzatıp koluma dokundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Light in hell
Fanfiction"Bana karşı gelen ilk insansın... Bu seni korkutmuyor mu küçüğüm?" "Cehenneme git Jeon." "Anlamadın değil mi? Benim cehennemim burası."