Siyah mercedes yaklaşık yarım saat sonra durmuştu. Jungkook yanımda otururken gözlerim ellerimize kaydı.
Hala parmaklarımız kenetlenmiş bir şekilde el eleydik.
Garip bir durumdu ama o elini çekmeyince ben de çekmemiştim. Arada elimi okşadığını hissetmiştim... Neyse, şu an düşünülmesi gereken şey bu değildi. Orada o şekilde patlayan şeyin ne olduğunu düşünüyordum. Tabii bir de Yoongi'yi bırakıp Jungkook'la geldiğimi. Ayrıca annem... O nasıldı şu an? Uyumuş muydu acaba?
"Geldik." İsminin Jongin olduğunu ogrendiğim adam şoför koltuğundan bize bakarak konuşunca düşünmeyi bırakmaya çalıştım ve Jungkook'a döndüm.
"Neredeyiz ki?" Bana bir bakış atıp boştaki eliyle kapıyı açtı. Bir ayağını dışarı attığı sırada konuşmuştu,
"Bunu sonra konuşuruz. Şimdi gel, gitmeliyiz."
Onu dinleyip ellerimiz hala daha birbirine kenetliyken, onunla arabadan indim. Taehyung ve Jongin de bizden sonra indi. Geldiğimiz orman gibi yerde bakışlarımı zorla ağaçlardan çekip karşıya baktım.
Karşılaştığım siyah villa ile ağzım aralanmıştı. Üç katlı ev gayet büyük ve genişti. Bahçesini kaplayan bir havuza sahipti ve havuzu aydınlatan küçük ışıklar kırmızı renkteydi. Villada bir sürü büyük cam ve elmas işlemeler vardı.
"Burası senin mi?" diye sordum siyah saçlıya bir bakış atarak. Gözlerime bakıp kafasını salladıktan sonra ilerlemeye devam etti. Şaşkın bakışlarımla evi süzmeye devam ederek onu takip ettim. Taehyung ve Jongin de arkamızdan geliyordu.
Eve girdiğimizde ilk olarak büyük koridoru aşıp salona geçmiştik. Jungkook elimi tutmakta ısrarcı gibi görünse de kapıdan girdiğimiz an ben bırakmıştım. Jongin hemen odasına çıkacağını söyleyip yanımızdan ayrılmıştı. Taehyung ise üstünü değiştirmeye gitmişti. Yani salonda Jungkook ile tek kalmıştım.
Salonu büyüktü ve baştan aşağıya siyahla donatılmıştı. Tablolar, kanepeler, şömine, sehpa hatta yerde duran küçük pofuduk halı bile siyahtı. Oda loş bir ışıkla aydınlatılmıştı ve büyük cam kapıdan gördüğüm kadarıyla bir arka bahçesi vardı.
"İçecek bir şeyler ister misiniz?" Taehyung'un sesiyle kendimi toparlayıp oturduğum yerde kıpırdandım. Uzun bacaklarını belli eden bir elbiseyle salona girmişti. Karşımda oturan bedene bakınca düşünceli bir şekilde yeri izlediğini görmüştüm.
"Bana biraz şarap getirebilir misin?" dedim kumral saçlı olana. Bana gülümseyip kafasını salladı ve mutfak olduğunu tahmin ettiğim odaya girmek için salondan çıktı.
Jungkook'a baktım tekrar.
"Beni nasıl geri bırakacaksın?"
Sorumla birlikte bakışları anında yerden, bana çevrildi. Kaşları çatılırken yüzüme sinirle baktı.
"Kes sesini Jimin. Geri gittiğin yok." Siyah gözlerine biraz sinir biraz da şaşkınlıkla bakmaya başladım. Ne demek gitmeyeceksin? Şaka yapıyor olmalıydı.
"Saçmalama tabiki gideceğim. Annem onlarla. Ayrıca Hoseok'u da Yoongi'ye gönderttim zaten."
Yüzüne anlam veremediğim bir sırıtış yayıldı. Hatta çok rahat ve kurnaz bir sırıtıştı bu.
"Sen öyle sanıyorsun güzelim."
Kaşlarım her bir saniye çatılmaya devam ederken öylece bakakalmıştım. Ne demek istiyordu ki?
"Jimin!"
Duyduğum neşeli ve çok fazla tanıdık sesle yerimde sıçrayıp hızla ayağa kalkmıştım. Kafamı ışık hızından daha hızlı bir şekilde kapıya çevirdiğimde hiç beklemediğim ama aynı zamanda beklediğim biriyle karşılaşmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Light in hell
Fanfiction"Bana karşı gelen ilk insansın... Bu seni korkutmuyor mu küçüğüm?" "Cehenneme git Jeon." "Anlamadın değil mi? Benim cehennemim burası."