Kapısında beklediğimiz büyük depoya yutkunamadan baktım. İçimde büyük bir huzursuzluk vardı. Aynı şeyi sağımda ve solumda duran bedenler için de söyleyebilirim.
Deponun kapısında iki tane adam bekliyordu ve suratları o kadar acımasız bir ifade içindeydi ki istemeden ürperdim. Ama öfkem önce geliyordu şu an. Jungkook'un babasını tanımıyordum ama şimdiden nefret etmiştim.
O kadar şey yaşatmıştı ve hala yakalarından düşmüyordu. Kendi öz çocuğu dahil hiç kimse sikinde değildi. Yalnızca kendisini ve o kaltak karısını tanıyordu resmen.
Aşırı sinirliydim.
Jungkook bizden önce bir adım atıp kapıya yaklaştı fakat adamlar tahmin ettiğim gibi önüne geçti. Siyahı olan akıcı İngilizcesi ile konuşmaya başladı,
"Üstünü kontrol etmemiz lazım."
Kel olan devam ettirmekte gecikmedi.
"Hepinizin."
Jungkook oflayıp ellerini yukarıya kaldırdı. Önünde duran siyahi, anında aramaya başlamıştı vücudunu. Jungkook'un bilerek cebinde bıraktığı silahı bulunca aldı ve kenara fırlattı.
Hiçbir silah olmadan buraya geldigine inanmazlardı, bu yüzden bilerek orada bırakmıştı.
Onun kontrolü bittikten sonra sıra bana geldi. Beni de iyice aradılar hatta Jungkook'un öldürücü bakışlarını karşımdaki adama doğrultmasına neden olacak kadar.
"Yeter. Napıyorsun, kalite kontrol falan mı?"
Tanrım... İngilizce konuşması gereğinden fazla seksiydi. Sesi kalınlaşmıştı resmen. Ah, Jimin! Şu an olduğunuz durum içinde bunu mu düşünüyorsun cidden?!
Adam onun bakışlarından tırsar gibi olup geri çekildi ve Hoseok'u aradı.
İşi bitince tamamen önümüzden çekildiler ve kapıyı iki taraftan açtılar.
"Girebilirsiniz." dedi kel olan.
İlk adımı atan yine Jungkook olmuştu. Rutubet kokusu buraya kadar gelen depoya bizden önce o girmişti. Tabii biz de hemen arkasından girdik. Kapı ardımızdan kapandı.
Jungkook bomboş, sadece konteynerler bulunan büyük yeri kaşları çatılarak süzdü. Hoseok ve ben de öyle tabii.
"Neredesin orospu çocuğu?!"
Daha fazla dayanamayıp resmen kükreyen adama baktım. Haklıydı. Kardeşi kaçırılmıştı sonuçta. Ve aptal oyunlarla uğraşamayacak kadar sinirliydi şu an.
Derin bir sessizlik oldu. Hatta uzun süren bir sessizlikti bu. Kendimi cehennemde hissettim o an.
Jungkook'un cehennemim dediği zamanda ki gibi değil, çok daha kötü hissetmiştim.
Jungkook siyah saçlarını sertçe çekip birkaç adım daha attı. Ben de hemen ona yaklaşınca Hoseok'un da başka bir seçeneği kalmamıştı.
"Bağırmaya gerek yok bence tatlım."
Duyduğum ses soğuk ve mide bulandırıcıydı. Kalın tınısı Jungkook'unkine benziyordu ama çekici değil, iğrençti.
Birkaç adım sesi duydum sonra. Bir kişiye ait olamayacak kadar fazlaydı. Takım elbiseli uzun bir adam yanında iki adamla görüş alanımıza girdi. Tam ortalarında duruyordu ve çok yavaşça bize yaklaşıyordu.
Onu süzdüm ilgiliyle. Yüzü Jungkook'unkine gerçekten benziyordu ama yüzündeki ifade kusmak istememe neden oluyordu. Üstündeki takım ona tam oturmuştu fakat bedeni tam olarak fit diyemezdim. Saçları ara ra beyazlamıştı ve onun dışında koyu bir renkteydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Light in hell
Fanfiction"Bana karşı gelen ilk insansın... Bu seni korkutmuyor mu küçüğüm?" "Cehenneme git Jeon." "Anlamadın değil mi? Benim cehennemim burası."