Peşine takıldığım kadının stilettolarına bakarak yürümeye devam ettim. Salona gelip Yoongi'nin beni beklediğini haber verdikten sonra peşine takılmamı istemişti. Ben de sadece denileni yaptım.
Sonunda geniş bir kapının önünde durmuştuk. Önümdeki kadın kapıyı yavaşça tıklattı.
"Efendim... Park Jimin burada."
"Girsin."
İçeriden gelen komutla kadın bana gülümseyip önümden çekildi. Daha sonra bana bir baş selamı verip hızlı adımlarla uzaklaştı. Derin bir nefes verip elimi altın renkli kulba attım ve kapıyı açtım. Anında kedi gözlerle karşılaşmıştım.
"Jimin... Hoşgeldin. İçeri gelsene."
İçeriye adımlayıp kapıyı geri kapattım. Etrafa kısaca göz attığımda buranın bir çalışma odası olduğunu anlamıştım. Duvarlarda bir iki tane tarihi eser sayılan tablolardan vardı. Odadaki her şey kahverengiydi neredeyse. Büyük bir masa ve önünde iki tane deri koltuk vardı. Ve ağaçları gösteren bir tane büyük pencere. Ayrıca yakılmamış bir şömine ve iki kanepe. İlgimi en çok çeken şey ise içki dolu dolaplardı.
Yoongi büyük masanın ardındaki siyah koltukta oturuyordu.
"Gel, otur." dedi belli belirsiz gülümseyerek.
Derin bir nefes verip dediğini yaparak karşısındaki koltuklardan birine yerleştim. Bana uzun bir bakış atıp masasının üstünde duran -yeni fark ettiğim- vodka şişesini açtı. Ve iki bardak çıkartıp içini doldurduktan sonra birini bana uzattı. Reddetmedim.
Hala bana sırıtan bakışlar atıyordu.
"Konuşmaya başlayacak mısın yoksa akşama kadar bakışacak mıyız?"
Vodkasını yudumlayıp rahatça arkasına yaslandı.
"Konuşacağız tabii. Ama duyacaklarına hazırlıklı olman için önce içmen gerektiğini düşündüm. Malum pek kolay olmayacak."
Alayla gülüp bana doldurduğu içkiyi içtim.
"Kaldırabilirim Yoongi. Anlatmaya başla bir an önce." Dudaklarını büzüp bilmiş bir tavırla beni süzdü.
"Peki öyle diyorsan..."
Yerime daha rahat yerleşip tüm odağımı ona verdim. Derin nefesler çekip tekrar konuşmaya başladı,
"Bana mesaj attığında ilk başta çok şaşırmıştım fakat sonra sevindim. Doğru yolu buldun Jimin." Gözlerimi devirip vodkadan bir yudum daha aldım.
"Sadede gel Min Yoongi." Aceleci tavrıma gülümseyip omuz silkti.
"Peki. Öyle olsun." Ickisini tek yudumda bitirip bardağı masaya bıraktı.
"Benimle çalışmak kolay değildir. Burnumun dibinde olmalısın o yüzden de burada yaşayacaksın. Yani özlellikle ingilizce'yi iyi öğrenmen lazım. En azından kalabalıkta veya adamlarla konuşacak seviyede." Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı.
"Zaten biliyorum. Okuldayken en sevdiğim ders Ingilizce'ydi Yoongi. Babam ölmeden önce yaklaşık olarak 6 yıl eğitim aldım. Sırf İngilizce üzerine kurslar falan... Neyse tek şart bu mu?"
Memnuniyetle gülümsedi. Fakat gülüşünün tehlikeli bir sırıtışa dönmesi sadece bir saniye sürmüştü.
"Güzel. Ama ne yazık ki tek şart bu değil... Silah eğitimin olması gerek. Nasıl kullanacağını ve tekniklerini iyi bilmelisin. Bunun için seni Namjoon eğitecek."
Tekrar gülümsedim."Babam bir komutandı. Yabancılık çekeceğimi düşünmüyorum. En kısa sürede öğrenebilirim." Bardağını yeniden doldururken kedi gözlerini üzerimde gezdirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Light in hell
Fanfiction"Bana karşı gelen ilk insansın... Bu seni korkutmuyor mu küçüğüm?" "Cehenneme git Jeon." "Anlamadın değil mi? Benim cehennemim burası."