Kore, Gwangju.
Elime verilen kahve bardağına bakıp gülümsedim.
"Teşekkürler efendim."
"Aa hala efendim diyorsun. Yabancı değilim ben. Bana Jiwoo abla diyebilirsin. Ya da istersen direkt abla de."
Gülümseyip kafamı salladım.
"Abla? Taehyung kahve sevmez ki. Neden ona kahve yaptın?"
Yanımda oturan Hoseok'a sert bir bakış atıp bacağını cimcikledim. Şok olmuş bir şekilde bana bakıp bacağını ovaladı.
"Ay ben bilmiyordum ki! Sen de tam zamanında söylüyorsun Hoseok. Tatlım sen onu ver bana, ben sana meyve suyu getireyim."
Kadın oturduğu yerden kalkıp yanıma kadar gelmişti.
"Yok gerçekten gerek yok. Ben içebilirim bunu..."
Bardağı alıp daha fazla konuşmama izin vermeden mutfağa gitti. Bedenimi tamamen Hoseok'a çevirip ters ters baktım.
"Neden yaptın şimdi bunu? Kahve de içebilirdim!"
"Kahve sevmiyorsun hayatım. Ondan dedim öyle. Hem ablam takılmaz böyle şeylere, rahat ol."
Hayatım mı demişti o? Tamam, eriyordum.
Yaklaşmaya başlayan adım seslerini duyunca toparlanıp arkama yaslandım. Jiwoo abla elindeki bardakla birlikte içeriye girdi.
Bardağı bana verip tekrar yerine yerleşti. Gülümseyip teşekkür ettikten sonra içeceğimi içmeye başladım.
"Hoseok yıllardır kardeşimsin. İlk defa bu kadar tatlı birisini bulmuşsun. Umarım evliliğinizi de görürüm!"
Evet, şimdi ise o içtiğim yudum boğazımda kalmıştı. Şiddetli bir şekilde öksürmeye başladım.
"Bebeğim iyi misin?"
Sırtıma vuran Hoseok da benim kadar şaşkın görünüyordu.
Neredeyse gırtlağım patlayana kadar öksürmüştüm. Kendime geldiğimde gözlerimi kaçırarak zar zor konuştum,
"Özür dilerim. Biraz ani geldi."
"Oh, sorun değil. Sanırım birden söylememem lazımdı."
"Abla..."
Hoseok'u lafını kesen şey telsizden duyduğumuz ağlama sesi olmuştu. Bardağı sehpaya bırakıp ayaklandım.
"Şey, bu seferlik ben bakabilir miyim? İzniniz olursa? Eğer ağlamayı kesmezse getiririm."
Jiwoo abla telsizin sesini kapattıktan sonra gülümseyip kafa salladı.
"Tabii. Zaten seni çok sevdi. Bir sorun çıkacağını sanmıyorum."
Aynı şekilde gülümseyip hızlı adımlarla salondan çıktım. Jiwoo ablanın evi iki katlıydı, kutu gibiydi ama gerçekten hoştu. Merdivenleri hızlı hızlı çıkıp Minseo'nun odasının önünde durdum. Kapıyı yavaşça açtığımda ağlama sesi kulağıma dolmuştu anında.
Beşiğinde kıpırdanıp ellerini oynatıyordu. İçim kıpır kıpır olurken yanına gittim ve dikkatli bir şekilde kucağıma aldım küçük bedenini.
"Neden ağlıyorsun tatlım sen? Hm? Yoksa bu bebişin uykusu mu bölünmüş? Kabus falan mı görmüş bu bebek hm?"
Hafifçe kucağımda zıplatarak yanaklarına ve kafasına öpücükler bıraktım.
"Şhh prensesler ağlar mıymış hiç? Kıyamam ki ben sana."
Karnını okşayıp odada onunla birlikte ilerlemeye başladım. Odanın her yeri oyuncaklarla doluydu. Hepsine tek tek bakarak yavaşça ilerlemeye devam ettim. Işıklı bir top görünce onu alıp Minseo'ya gösterdim. Elimde oynattığım zaman rengi değişen top hemen dikkatini çekmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Light in hell
Fanfiction"Bana karşı gelen ilk insansın... Bu seni korkutmuyor mu küçüğüm?" "Cehenneme git Jeon." "Anlamadın değil mi? Benim cehennemim burası."