Bölüm 46

1.5K 146 364
                                    

200 yorum sınırı.

Keyifli Okumalar💕

Mutluluk; sanki hayatımdaki en zararlı kelimeydi ve ne zaman tadını almaya çalışsam bir kanser gibi bedenime yayılarak ruhumu da çürütmüştü. İlk mutlu olduğum an sekiz yaşımdayken Jennie'nin doğum günün kutladığımız gündü. Gittiği okuldaki bütün arkadaşları bizim evimize gelmiş ve Jennie'ye farklı farklı hediyeler getirmişlerdi. O gün çocukluktan itibaren annem bildiğim kadın bana da hediye almıştı. Doğum günüm olmamasına rağmen.

Hayatımda aldığım ilk hediyeyi bana, Kim Min Sue... yani annem almıştı. O günü hala unutamıyordum, bana almış olduğu bez bebek hala odamın bir köşesinde duruyordu.

Tam anlamıyla mutlu olamadığımı düşünürdüm her zaman. O mutluluğu engelleyen bir şey vardı... o adam vardı. Sanki her zaman mutlu olduğum anları hisseder, ve bu mutluluğu bozmak için elinden geleni yapardı. Küfür ederdi, hakaret ederdi, canımı yakardı... fakat yüzümdeki o çocuksu gülümsemeyi bir şekilde söndürmeyi başarırdı.

O adam şu an hayatımda değildi ve hiçbir zaman olmayacaktı. Son aylarda olan bu mutluluğumun, yüzümdeki o gülümsemenin asıl sebebi buydu aslında, biliyordum. Sonunda kurtulmuştum, sonunda zincirlerimden kurtulmuştum, sonunda gerçek ailem ile yan yanaydım. Jennie ile beraberdim... Bazen, bir anda kötü bir şey olacak ve kalbimde hissettiğim huzur ve o mutluluk silinecekmiş gibi hissediyordum. Bu his, berbat bir histi.

Fakat sonrasında Jennie'nin yüzüne bakıyordum... aklımdaki tüm o düşünceler birden uçup gidiyor, sadece onun kedi gözleri kalıyordu zihnimde.

Yüzüme yayılan gülümseme ile parmaklarım arasından kayıp giden piyano tuşlarından başımı kaldırarak yanımda oturan Chris'e baktım. Bütün ciddiyetini tuşlara vermiş bir şekilde kaşlarını çatmış, parmaklarını hızlı hızlı hareket ettirerek hüzünlü melodiyi kulaklarıma ulaştırıyordu. Hafifçe başını kaldırıp gözlerime baktığında gülümsedi ve aynı anda son tuşa bastık.

Geniş salonda uzun bir sessizlik oldu. Deri tabureden kalkıp parmaklarımı ileri geri hareket ettiremeye başladığımda Chris'de ayaklanarak alayla bana bakmaya başladı. "Paslanmışsın be kızım, hemen mi yoruldun?" dedi, eğlenen bir ifadeyle. Düz bir ifadeyle dudaklarımı oynatarak söylediğini tekrar ettim ve parmaklarımı ovmaya devam ettim.

Bir süre sonra "Uzun zaman oldu." dedim, kısık bir sesle. Başını aşağıya doğru eğip ellerini ceplerine yerleştirirken onaylayan mırıltılar çıkardı. "Öyle oldu."

Bakışları bileğimdeki bilekliğe odaklandığında büyük bir tebessüm etti. "Çıkarmamışsın." dedi, sesine yansıyan sevinçle. Kafamı iki yana sallayıp "Çıkarmadım." dedim. "Neden çıkarayım?"

Dudaklarını büzüp arkasını döndüğünde konferans salonun girişindeki askılığa ilerledi ve montunu eline aldı. "Bilmem..." dedi. ".. yani işte, sen anladın." Montunu üzerine geçirdiğinde yanına giderek askılıktan kendi ceketimi aldım ve üzerime geçirdim. "Hadi Chris, yürü gidelim." dedim, konuyu kapatarak.

Chris beni kimsenin bilmediğini söylediği ve zaman zaman burada pratik yaptığı geniş bir müzik salonuna getirmek istemiş, bende hiçbir işim olmadığı için kabul etmiştim.

Büyük binadan çıktığımızda kapının önündeki arabasının kapısına açarak ön koltuğa bindim. Sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırırken göz ucuyla yüzüne baktım. Siyah saçlarını geriye savururken, elini uzatıp klimayı açmıştı. Sıcak hava arabanın içini kapladığında sinyal verip yola çıkmıştı.

Yolculuk genel olarak sessiz geçmişti.

Kaldığım otelin olduğu tarafa dönmek yerine tam ters yöne döndüğünde hafifçe kaşlarımı çatıp bakışlarımı yüzüne sabitledim. Konuşmama izin vermeden "Abim seninle konuşmak istiyormuş." dedi. "Üzgünüm seni kaçırmak zorundayım."

~Manolucci~  {JENLİSA} G!PHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin