Titriyordum. Sudan çıkmış bir balığın çırpınışı kadar aciz, muhtaç, sarsılmıştım ama benim bu balıktan ayırt eden büyük bir fark vardı. Birisi beni suyun içerisine geri bıraksa yaşayamayacak kadar dibi görmüştüm. Başım yana yatık bir şekilde kan gölünün kollarımı daha da kırmızıya bulamasını seyrederken zeminin pütürlü yüzeyi sırtıma batıyor, bileklerimi kesen ip canımı acıtıyordu. Karşımdaki donuk bakışların gözlerime kilitlendiğini hissettim. Bana bakmaya çalışıyor gibiydi, seslenebilse seslenecekti ama oyuncak bir bebeğin cansız gözlerinden farksızdı. Alnında oluşan minik yuvarlaktan dışarı sızan kan, burnuna ve oradan da yanaklarına doğru süzülüyordu. Çenem istemsizce titrerken dudaklarımın arasından kesik kesik nefes alma sesleri çıkıyordu. Hemen arkamda bir başka silah sesi patladığında göğsüm aniden yükseldi.
Ateş edilen ben değildim fakat vücudum aksini söylercesine öne atılmıştı. Kulaklarımı tıkamak, gözlerimi kapamak ve kendimi buradan uzaklaştırmak istedim. Ama onu bir daha görememekten korkarak öylece boş bakan gözlerine bakıp yüzünün her bir ayrıntısını ezberlemeye çalıştım. Kırpmayı unuttuğum gözlerim isyan ederek gözyaşlarımı hızla dökmeye başladığında dayanamayarak gözlerimi kırptım. Onu birisi bacaklarından tutup sürükleyerek yanımdan uzaklaştırdığında gözlerimi kapattım. Sarsılarak yerden kaldırılmaya çalışıldığımda bacaklarım savsak bir şekilde birbirine çarptı.
Düşmek üzereydim ki beni dik tutmaya çalışan kişi sinirlenerek yüzüme bir tokat çarptı. Yeniden yere düştüğümde onu yeniden gördüm. Gözlerini kapatmışlardı. Başı hala bana dönüktü. Normalde çok sevdiğim ve utandığında kızaran al yanaklarının yerini kendi kanının lekeleri almıştı. Onun capcanlı tenini bir saniyede bembeyaz soluk bir tene dönüştüren hayatı o gün düşman belledim. Kendi üzerime korkarak bakındığımda birçok çocuğun kanının üstümü lekelediğini fark ettim. Ellerimi zapt edemiyordum. Ellerimle kollarımı tutup sakinleşmeye çalıştım.
Arkadaşlarıyla mahalle maçı yaparken çamur lekeleriyle üstü kirlenen çocuklardan olmak isterdim. Çocuk olmak bunu gerektirirdi çünkü. Arkadaşlarının sıçrayan kanını üzerinde taşıyan çocuk, o andan itibaren çocuk olamazdı ya zaten. Çocukluğumu orada bırakıp gittiğimi anlamam çok uzun sürmeyecekti. Üzerimi bir kova suyla yıkayacaklardı belki ama zihnimin içindekileri silmeye okyanus yetmezdi.
6 ay önce
Sokak çocuğuydum ben. Hayatı boyunca birbirinden farklı sokaklarda büyümüş, oradan buraya savrulurken yüzlerce farklı çehreyle karşılaşmış, farklı hayatlar dinlemiş, bana kucak açan sevgi dolu insanlarla karşılaşmanın yanında tonlarca kötülük görmüş, kendini savunmak zorunda olmayı öğrenmiş bir çocuktum. Eğer sizi daha bebekken sokağa atan bir anneniz varsa aile kavramını öğrenemeden bunları yaşamak zorunda kalıyordunuz. İyi yanları vardı. En azından sizden ilk saniyede vazgeçen birinin hayatınız boyunca belki tiksinerek belki öfkeyle, biraz da pişmanlıkla bakmalarından kurtuluyordunuz. Tüm bunları yaşamamış olmanın verdiği huzurla, kendi kendinize büyüyor olmayı bir ayrıcalık sayıyordunuz. Anne ve babasıyla büyüyen çocukları her görüşünüzde içinizdeki eksikliği gidermek için bu 'ayrıcalık' tanımını hatırlıyor ve gülümsüyordunuz. Sahiden nasıl hayatta kalırdı ki bebekken sokağa bırakılan bir çocuk? Nasıl sıyrılabilirdi dünyanın kötülüklerinden? Benim ilk kurtuluşum bırakıldığım mahallenin iyi kalpli insanları sayesinde olmuştu. Beni ilk olarak mahallenin yeni mesleğe atılmış genç doktoruna götürmüşler. Kontrolümü yaptıktan sonra bana o günün şartlarında gerekli tedaviyi uygulamış, sonrasında çocuk hizmetlerine götürülmem gerektiğini ifade etmiş. Ancak mahalleli bunu yapmak yerine, beni yeni doğum yapmış bir kadının kollarına bırakıp emzirmesi gerektiğini söylemiş. Adının Aylin olduğunu hatırladığım bu kadıncağız, yeni doğmuş kızı Hazal ile birlikte beni büyütmeye razı olmuş. Hala düşündükçe aklım almıyor. Beni gerçek annem bilmediği bir mahalleye bırakıp gitmişken hiç tanımadığım bir kadın nasıl olurdu da aynı anda iki bebeğe bakmayı düşünebilirdi? Üstelik denizci olan eşi pek şikâyetçiydi bu durumdan. Elin bıraktığını biz neden alıyoruz dediğini söylerdi mahalleli büyüdüğümde. Neyse ki işi gereği uzun aralıklarla eşini bırakmak zorunda kalıyordu. Hazal'ı özlerdi ama işi için gittiği bu vakitlerde, hiç tanımadığı bir çocuğa annelik yapan eşini görünce kabaran öfkesini geride bıraktığı için daha huzurlu olurdu. Gel zaman git zaman Aylin anne beni ve Hazal'ı dört yaşına kadar büyüttü. Onun ikimizi ayırmadığını, neyi varsa ikimiz için paylaştırdığını bilmeme rağmen gerçek annem olmadığını her defasında hisseder ve bunu aklımdan çıkarmazdım. Çünkü Hazal'ın elindeki şansı kullanmak istemezdim. Kendi çikolatanı çamurun içine düşürdükten sonra bir başkasının elindeki çikolatayı alıp keyfini azaltmak gibi bir şeydi bu. Aylin anne bazen mesafemi koruduğumu hisseder ve beni ne kadar çok sevdiğini söyleyerek mutlu etmeye çalışırdı. Bir defasında komşuyla konuşurken kulak misafiri olmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Persona Maskesi
General FictionWattpadRomanceTr | Yetişkinliğe Adım Atanlar Bu hikâyenin başrol kahramanının gerçek bir kimliği, adı, doğum yeri ve ailesi yoktur. Siyah, on bir yaşında bir çocuk iken ölmeyi dileyen, büyük acılar ve travmalar yaşamış bir kızdır. Tren rayının üzeri...