Musluktan akan soğuk suyu enseme ve yüzüme tuttum. Dağılmış saçlarımı bileğimdeki lastikle tepeden topuz yaptım ve yetersiz geldiğini hissettiğim damlanın boş şişesini çöpe attım. Ellerimi lavabonun kenarlarına yaslamış bir şekilde aynadaki yansımama baktım.
"Ne yaptın sen?" diyerek mırıldandım. Doğru olanı... Doğru olanı yapmıştım. Kendi mutluluğum için bir şeyleri gizlememiştim. Gri de elbette bunu bir gün anlayacaktı. Hızla toparlandım. Yıkılmıştım ama sonuçta dağılmamıştım. Buradan kalkmasını da bilirdim. Her zamanki ifadesiz, soğuk tavrıma bürünerek kilitlediğim kapıyı açtım ve odaya geri döndüm.
Gri tam o sırada üzerine siyah bir tişört giymekle meşguldü. Çıplak tenindeki yara izleri görüş alanıma girmişti. Hepsi babasının imzasıydı. Bu yaralarını ilk gördüğümde ne çok utanmış ne çok öfkelenmişti.
Beyaz'ın doğum günüydü. Biz yirmi yaşındaydık. Onun da on sekizinci yaş günü olacaktı. Beyaz için hazırladığımız sürprizin zamanı gelmişti. Nihan'ın Beyaz'ı Persona'ya getirmesi an meselesi olduğu için soluğu Gri'nin odasında almıştım. Hiç düşünmeden aniden kapıyı açtım.
"Gri! Beyaz gelmek üzere-" Sırtı bana doğru dönüktü. Yatağının üzerine bıraktığı tişörtü bir gömlekle değiştirmek üzereydi. Geldiğimi fark edince aniden elindeki beyaz gömleğin kollarını geçirerek üzerine giymeye çalıştı. Korkuyla ona doğru yürüdüm ve düğmelerini iliklemesine izin vermeden gömleğinin yakasını tuttum. Aşağıya doğru çekiştirmeye çalışınca izin vermeyerek elimi tuttu.
"Siyah... Bana izin ver, geleceğim."
"Gri, beni geçiştiremezsin." dedim ve arkasını döndürerek gömleğini aşağıya doğru sıyırdım. Çaresizce yaralarını incelemem için bekledi. Birçoğu kesik izlerinden oluşuyordu. Taze yaralar değildi fakat izleri derindi.
"Gri?" dedim soru sorarcasına. Bir anda öfkelenerek gömleği yukarı doğru çekerek giymeye çalıştı. Burnundan soluyordu ancak bir şey demedi. Gözlerinin içine baktığımı fark edince yüksek sesle konuştu.
"Ne var Siyah? İlk defa mı yara izi görüyorsun!"
"Bana sesini yükseltme."
"O zaman uzaylı görmüş gibi bakmayı kes." dedi sinirle. Yatağın üstündeki tişörtünü rastgele katlayarak dolabına sıkıştırdı. Kolunu tutup bana bakması için çevirdim.
"Bana baksana sen! Ben mi yaptım bu yaraları? Ne biçim konuşuyorsun..."
Benim de öfkelendiğimi fark edince pişman olmuştu. Yanaklarının kızardı, stresle dudağını dişledi. Yatağın ucuna doğru oturunca ben de yanına oturdum.
"Özür dilerim. Sadece... İstemiyorum. Onun bana yaptıklarını marifetmiş gibi konuşmak istemiyorum. Sonrasında bana acımanızı, acizmişim gibi bakmanızı da istemiyorum."
Konuşmak istememesine saygı duyuyordum. Sonuçta ben de o kadının bana yaşattıklarını hiç uzun uzadıya anlatmamıştım değil mi? Konuşmanın o günleri tekrar yaşıyormuş gibi hissettirdiğini ve acı verdiğini biliyordum.
Yapabileceğim tek şeyi yaparak ona doğru uzandım ve sarıldım.
"Tamam, anlatmak zorunda değilsin. Ama yine de onun yaptıkları yüzünden asla utanma."
"Teşekkür ederim. Beni en iyi sen anlarsın." Dediğinde gülümsedim. Keşke birbirlerini eksik yanlarıyla anlamak zorunda olmayan iki genç olsaydık.
İşte zaman zaman, hayattan aldığımız darbeleri yalnızca parça parça sunuyorduk birbirimize. Bu yaşımızda hala kalbimizde, zihnimizde ve bedenimizde kalan yaralanmaları çok fazla konuşmuyorduk. Ne kadar konuşmazsak o kadar olmamış gibi saymak istiyorduk sanki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Persona Maskesi
General FictionWattpadRomanceTr | Yetişkinliğe Adım Atanlar Bu hikâyenin başrol kahramanının gerçek bir kimliği, adı, doğum yeri ve ailesi yoktur. Siyah, on bir yaşında bir çocuk iken ölmeyi dileyen, büyük acılar ve travmalar yaşamış bir kızdır. Tren rayının üzeri...