Kapı çaldığında Savaş kapıya yakın olduğu için açmıştı ve Umut'u gördü. Anında yüzüne bir gülümseme yayılırken kolunu kapıdan çekti. "Umut?"
"Savaş." dedi Umut tok bir sesle. "Hoş geldin."
Savaş gülümseyerek geriye çekildiğinde Umut içeriye girdi ve ceketini çıkarıp duvara çivilenmiş askılığa astı. Bu sırada da Umut'un annesi kapıdan uzanmıştı. "Oğlum, hoş geldin. Gel hadi yemek hazır."
"Geliyorum anne." Umut dönüp kendisini izleyen Savaş'a baktı. "Hangi rüzgar attı seni buraya?"
"Sylvester'ı gözü için veterinere tekrar getirdim sabah. İki saat sonra onu veterinerden almaya gideceğim, bu sırada da evin önünden geçtim ve Emre'ye bakmak istedim. Tabii annen sağ olsun beni bırakmadı."
"Sylvester mı koydun kedinin adını?"
Savaş başını salladığında Umut içeri, salona doğru ilerlemeye başladı. Kucağında bilgisayar, elinde kulaklık kardeşi köşedeki kanepede oyun oynuyordu. "Emre, ben geldim abiciğim."
"Hoş geldin abi." Emre kafasını kaldırıp bakmadı bile, oyun oynamaya devam etti.
Umut kafasını iki yana sallayıp kazağının kollarını yukarıya çektiğinde Savaş'ın kendisine baktığını gördü. Tek gözünü kırparak ne olduğunu sorduğunda Savaş arkasına dönüp baktı, Umut'un annesi yoktu. Kardeşi de zaten duymazdı. "Bordo kazak.." dedi bir adım yaklaşarak. "Çok yakışmış."
Umut sadece gülümsedi ve elini yıkamak için lavaboya gitti. Savaş ise Umut'un annesine yardım etmek için mutfağa girmişti. "Melike Abla, yardımcı olabileceğim bir şey mi var?"
"Yok kuzum, her şey tamam. Sadece tabakaları getir yeter."
"Hemen." Savaş tezgahın üzerindeki tabakları alıp kadını takip etti. Masaya tabakları koyduktan sonra tek tek yerleştirdi. Bu sırada Umut gelmişti, o da çatal, kaşık ve bıçakları tabakların yanına koymaya başladı.
"Hadi oturun siz." dedi Melike. Savaş'ın arkasından geçerken elini Savaş'ın yanağına koydu. "Hadi başla oğlum."
Savaş'ın dudaklarından hiç silinmemiş olan gülümseme daha da büyümüştü. Eline kaşığını alıp çorbasından içmeye başladı. Bu sırada da Emre bozuk bir yüzle gelip masanın baş ucuna oturdu. "Savaş abi, alacağın olsun. Beni bırakıp gittin, yenildim."
"Çok yavaş hareket ediyorsun." dedi Savaş suyundan bir yudum alırken. "Sen silahı çıkarana kadar adam kafana ateş ediyor."
Emre asık suratıyla yemeğini yerken Melike Hanım da gelip masanın diğer ucuna oturdu. "Savaş oğlum, seninle de pek konuşma fırsatım olmadı. Kusuruma bakma. Sen neler yapıyorsun?"
"Hiç önemli değil." dedi Savaş yüzünü kadına çevirirken. "İşte şirket işleri, belgeler, dosyalar."
"Doğru doğru. Sancar Kara'nın oğlu olduğunu söylemiştin. Yaşlılık işte oğlum, unutuyoruz."
"Estağfurullah." dedi Savaş gülümseyerek.
"Annen nasıl oğlum?"
Ve işte masada derin sessizliğin oluştuğu an. Kadın yanlış bir şey dediğini fark etmişti, Umut tam lafa girecekti ki Savaş girdi. "Annem." dedi küçük bir gülümseme ile. "Vefat etti."
"Üzgünüm oğlum." dedi kadın saf bir üzüntü ile. "Çok oldu mu?"
"Evet, ben doğduktan birkaç dakika sonra."
"Ah canım benim." Kadın uzanıp Savaş'ın elini tuttu ve sıktı. "Bir kadın hamile kaldığında melekler mezar kazarlamış. Kadın doğum yaptıktan sonra da 40 gün açık kalırmış o mezar. Melekler her gün lohusa kadının şehit olmasını beklerlermiş çünkü bir insanın en temiz, en saf olduğu anmış. Eğer bir kadın lohusa zamanında ölürse şehit diye geçer. Eminim annen seni cennettin en güzel yerinde izleyerek gurur duyuyordur senin gibi bir oğlu olduğu için."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
versace , GAY
Ficción General"Benden nefret etmen umrumda değil," Sarışın adam alayla gülerek alt dudağını ısırdı. "Ben de sizin gibilerden nefret ediyorum. Unutma, sen sadece babam için çalışan bir avukatsın. Seni kovdurtmak dudağımdan çıkacak kelimelere bakar sadece, Umut Özt...