Eğer şu an bir adam gelip bana iki yol gösterse bu yollardan birinde Toprak'ın benimle barışması olsaydı hayatımı çok daha iyi yaşamam olasıydı.
Ama ne bir adam gelip yol gösteriyordu ne de Toprak'la konuşmaya cesaret edebiliyordum.
Aslında Görkem'in dedikleri olmasa birazcık kırıntıları birleştirir ufak bir cesaret topu yapar ve Toprak'a giderdim ama Görkem'in dedikleri üstüne Toprak'ın yazdıkları da birleşince benim kırıntılarım un ufak bile olamadan dünyadan yok olmuşlardı sanki.
Okula gidiyordum, kızlarla takılıyorduk ve belki kafamı meşgul eder diye derslerime çalışıyordum ki en işe yarayan yöntem buydu. Ama sonra gece oluyordu. Toprak'ı düşünerek uyuyor hala kabuslarımda Kubilay'ı görüyordum ve uyandığım ilk an hala Kubilay'ın evinde sanıyordum kendimi.
Bir süredir sabahları ailece kahvaltı ediyorduk. Ailece dendiğinde aşırı komik gelen bu kahvaltı masaları tamamen benim suskunluğum ve Tankut'la annemin birbirleriyle konuşmasıyla geçiyordu.
Ben kötü biriydim. Bence en azından öyleydi. Çünkü Tankut gerçekten iyi biriydi. Onu istemediğimi hep bilmişti. Eve geldiğinde yüzüne bile bakmazdım. Selam verse almazdım ve sırf o bana selam veriyor diye annemle kavga ederdim. Ama Tankut denemekten vazgeçmedi. Kendisini bırakıp annemle aramı düzeltmeye kalkıştı bir ara. Bu annemi de beni de aşırı gerdi çünkü biz nasıl düzeleceğimizi bilebilsek zaten elli kere yapardık ama yoktu bunun yolu.
Benim düşüncelerim annemin de hareketleri değişmiyordu. O zaman da aramız nasıl düzelecekti ki?
"Sınavların ne oldu?" dedi annem.
"Okul hakkında konuşmak istemiyorum." dedim ekmekten biraz koparıp üstüne çikolata sürerken. Ki sabah kahvaltıda tatlı şeyler yemeyi bırakalı yıllar olmuştu. Şekerli şeyler zarar doğurabilirdi. Ben kendine iyi bakan bir insandım.
Ama ne fark ederdi ki? Hayatımı kendi ellerimle boka çevirmiştim zaten. Önce annemle ettiğim kavgalar sonra Toprak'a yaptığım o iğrenç ayrılma ve peşine de gidip kendi ellerimle Toprak yerine seçtiğim Kubilay. Hiçbir şey olmasa da bir şekilde kendim mahvetmeye programlı bir robot gibi hayatımın altına üstüne sıçmıştım.
Bazen yaşadıklarımı hak ediyorum gibi geliyordu. Özellikle her kabustan uyanıp kendime geldiğimde ve güvende olduğumu fark edince.
Bazen ise hiç hak etmediğime inanıyordum. Çünkü kim bunu hak ederdi?
"Ne hakkında konuşmak istiyorsun?" dedi annem.
"Hiçbir şey hakkında konuşmak istemiyorum. Bu aptal yemeği yemek sonra da def olup okuluma gitmek istiyorum. Altı üstü bir kahvaltı. Sürekli konuşmak zorunda mıyız?"
Her cümlem diğerinden daha sert çıkarken hepsinin peşinden burnumun direği sızladı. Annem ağzını açacak sandım ama şaşırtıcı bir şekilde üstüme gelmedi. Bu daha da kötü hissettirirken yutkundum. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Tankut alışmıştı bence bize. Ama her seferinde kafasını eğip ikimizle de göz teması kurmamaya çalışıyordu.
"Ye yemeğini. Soru sormam." dedi annem.
"Ne kadar da iyi bir annesin. Teşekkür ederim." derken çıktım mutfaktan.
"Hazan!" diye bağırdı ama vestiyeri açıp montumu giyindim ve çıktım evden. Asansörde kendime baktım. kafamdaki halim şu an göründüğüm gibi gözükmüyordu. Yüzümün birkaç yerine morluklar eklenirken boynumun çevresinde sararmış eskiden mor olan izler beliriyordu.
Çok fazla şeyden nefret etmeye başlamıştım. Güneş, pencereler, dövmeler, aynalar, kendim... Gibi gibi çok fazla şeyden nefret ediyordum.
Asansörden indikten sonra otobüs durağına yürüdüm. Hava soğuktu. Karlar kalkmıştı ama yerler hala çamurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİKENLİ TELLER (TAMAMLANDI)
Teen FictionHazan ve en yakın arkadaşı bir gün Hazan'ın çizdiği bir resmi arkadaşına dövme yaptırmak için bir dövmeciye giderler. Gittikleri dövmecideki Toprak, Hazan'a dövme salonu için çizimler yapıp onlara satabilir mi diye sorar ve Hazan da kabul eder. Böyl...