Bütün hafta içinde birilerinin katalogdan bir şey seçmesini ve herhangi birinin yanına çağırılmayı bekledim ama hiçbir şey olmadı. Sadece hafta sonu yapılmış çizimleri gördüm ve bu kadardı. Bir tık moralimi bozdu bu mevzu. Çünkü bende görmek istiyordum. Bir açıklaması yoktu. Çocukça bir istekten ibaretti sadece. Ama insan istiyordu. Birini görmek istiyordum gerçek anlamda.
Bunun dışında resepsiyonda çalışmak için birkaç kişi geldi ama üçünün muhalefetlikleriyle bir şekilde işe alınmadılar. Volkan abi bir yerde Görkem'i arayıp 'Oğlum sorunlu musunuz siz asgari ücret birini alacağım altı üstü milleti niye def ediyorsunuz?' diye kızdı ama açıklamaları vardı. Bana göre aşırı saçma açıklamalardı. Mesela Pınar birisi için 'Aurasını beğenmedim.' dedi. Görkem başka biri için 'Dövme karşıtı bir herife benziyor.' dedi. Toprak ise bir kız için 'Konuşma tarzı hoş değil.' dedi.
Bana sorulursa bahsettikleri üç insan da gayet normaldi ama kimse bana sormuyordu ve ben de fikir belirterek haddimi aşmak istemiyordum.
Arka bahçede üçü yine Volkan abi aracılığıyla gelmiş bir çocukla görüşürken cuma öğleden sonrasında aşırı sakin salonda tek başıma oturuyordum resepsiyon masasında. Beyza'nın gidişi iyi olmamıştı. Gayet iyi anlaşılabilir bir kızdı. Çok sohbet edebilme olanağı bulamamıştım onunla. Ben girdiğimde onun çıkmasına az vardı zaten ve genel olarak nişandan bahsediyordu. Ben de hiçbir bilgim ve ilgim olmayan konuları dinlemekte pek iyi değildim. Dikkatim hızlıca dağılıp kafamda başka şeyleri düşünüyordum ve bu Beyza fark etmese de aşırı saygısızca bir hareketti. Kendimden rahatsız olmuştum baya.
Arkamda kalan kapı açıldığında içeri ilk görüştükleri çocuk girdi. Peşinden Toprak da geçti. Çocukla el sıkıştılar ve birkaç görüşürüz cümlesi edildi ama sonra çocuk çıkıp gitti. Kaşlarımı kaldırdım şaşkınca. El sıkıştılarsa neden çocuk hemen şu an oturduğum yere oturmuyordu?
Çocuk salondan çıkınca Toprak bana baktı.
"Ne oldu?" dedim merakla. Masanın yüksek kısmına kollarını yaslayıp bana doğru eğildi. Resepsiyon masasıydı işte. Ben otururken önümdeki kısım biraz yüksekti ve benden baya yukarıda duruyordu.
"Moron." dedi.
"Ne?"
"Excel kullanmayı bilmiyor."
"Öğrenirdi? Ben de bilmiyorum bana bırakıyorsunuz burayı." dedim şaşkınca.
"Sen günlük yüz liraya çalışıyorsun. Onun asgari ücreti ve sigortası olacak. Bu mala da bunu biz öğreteceksek neden onu işe alalım?"
"Demin gördüğüm kadarıyla hafta sonu kalabalık yine. Ben mi geleceğim yarın?" dedim. Otururken sıkılıp randevulara bakmıştım ve önümüzdeki iki ay boyunca hafta sonları ful doluydu.
"Niye? İşin mi var hafta sonu?" dedi. Yoktu işim. Ferda gelmeden Ercan'la buluşmayacağım için, zaten Ercan da pazar sabahı geleceği için işim falan yoktu.
"Hayır."
"Geçen haftaki işi bu haftaya atmadınız mı?"
"Ercan İzmir'de. Pazar gelecek ama Ferda tatilden dönene kadar görüşmeyiz." dedim. Sonra kaşlarımı kaldırdım. "O kadar işin arasında bunu nasıl unutmadın?" dedim şaşkınca.
"İnsanlarla birebir konuştuğum şeyleri unutmam pek." dedi. Kafamı salladım hafifçe.
"Ercan demek adı."
"Hm?"
"Ercan. İkinci bir adı falan var mı? Dalga geçilesi yaşlı amca adı biraz." dedi.
"Yok. Dedesinin adı." dedim. Kafasını salladı hafifçe.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİKENLİ TELLER (TAMAMLANDI)
Novela JuvenilHazan ve en yakın arkadaşı bir gün Hazan'ın çizdiği bir resmi arkadaşına dövme yaptırmak için bir dövmeciye giderler. Gittikleri dövmecideki Toprak, Hazan'a dövme salonu için çizimler yapıp onlara satabilir mi diye sorar ve Hazan da kabul eder. Böyl...