Elif, kendi duyguları ile savaş verirken, sabah daha gün doğmadan uyanan Alp Timur'un da ondan bir farkı yoktu. Odasının camında elinde kahvesi ile güneşin nazlı bir yeni gelin gibi doğuşunu izliyordu. O anda kendi topraklarındaki güneşin doğuşları aklına geldi ve evini ailesini ne kadar çok özlediğini düşündü. Bugün o özlem son bulacak ve ait olduğu yere kavuşacaktı. Bir yanı bunu düşünerek mutlu olurken, diğer yanı ise yaşadığı bu bilinmezlik içinde ne yapacağını hiç bilmiyordu. Tamam ailesini de burada olduğu süre içerisinde çok özlemişti ama asıl özlemin ne olduğunu evine döndüğünde yaşayacaktı bunu çok iyi biliyordu. Elif'i burada bırakıp gitmek öyle zor geliyordu ki ne yapacağını hiç bilmiyordu. Öyle sert duvarları vardı ki, Elif'in bunu Eskişehir'de ki görüşmelerinde çok daha iyi anlamıştı. Ona attığı her adımda yaklaşmak bir yana daha uzağına savruluyordu sanki. Öylesine keskin ve net sınırları vardı ki, kendi izin vermediği sürece hayatına girmenin imkanı yoktu. Ve o sınırlarının en önemli etkeni çocuklarıydı. Evlat sahibi olmadığı halde, kendi annesi ve ailesindeki diğer annelerin çocuklarına karşı olan duygularını çok iyi biliyordu. Hepsi de tıpkı Elif gibi konu evlatları olunca her şeyi yaparlardı. Böyle düşündüğü zamanlarda Elif'i hem anlıyor hem de sonuna kadar hak veriyordu. Fakat, konu kendisi ve ona duyduğu bu delicesine aşkı olunca bencilce onu sadece kendisine saklamak istemekten alıkoyamıyordu kendini. İmkansız olduğunu biliyordu, bu isteğinin ama ne aklına ne de kalbine hükmü geçmiyordu artık. Konu Elif olduğunda duygularına asla hükmedemiyordu. Elinde olsa da keşke yüreğini açıp içindeki aşkı ona gösterebilseydi. Bir izin ayet yüreğiyle sarıp sarmalayacak, yaka mendili gibi kalbinin üstünde taşıyacak ve bir an olsun ayırmayacaktı yanından.
Düşünceleri ne zaman Elif'e kaysa yaşadığı duygu yoğunluğundan ve düşündükleri yüzünden kendini tanıyamıyordu. Sağanak yağan yağmurlar gibi giderek daha da çoğalıyordu ona karşı duyduğu tüm duygular. Zaman geçtikçe bir şeyin farkına varmıştı. Elif'e karşı olan duygusu sade aşk değildi. Tıpkı bir gökkuşağı gibi rengarenkti. Aşk, sevgi, şefkat. Bu liste uzayıp giderdi. Ama asıl en önemli olanı ise Elif'i tanıdıkça ona, yaşadıklarına, hayata karşı dimdik duruşuna ve anneliğine duyduğu saygı çok başka boyuttaydı. O küçücük görünüşünün altında kocaman bir yüreği ve yaşanmışlıklarının ona kattığı her haline ve tavrına hayran olmamak elde değildi. O fark etmese de, çalışırken gözleri ile hep takip ederdi. İşine olan sevgisi, saygısı ve profesyonelliği bir yana karşısındaki insanla kendi çizdiği sınırla birlikte gösterdiği samimiyeti, gülen yüzü ve ilgili halleri ile herkesin takdirini kazanıyordu. Bunu Elif'le konuşan insanların gözlerinde ve yüz ifadelerinden çok net olarak görüyordu. Kendiside bu işin içinde olduğu için bu tarz yere gelen insanların nasıl bir beklenti içinde olduklarını ve görmek istedikleri hizmeti çok iyi biliyordu. Her bir misafire ayrı özen gösteriyor, özellikle tanıdığı ve samimiyeti olan insanlara karşı yaklaşımı çok daha farklı oluyordu. Bunları düşünürken birden aklına hemcinslerinin de ona karşı duyacakları hayranlık geldiğinde vücudunun taş kesildiğini hissetti.
O an bir gerçekle daha yüzleşmiş ve bunun ağırlığı ile aldığı nefes boğazında takılı kalmıştı. Yarın burada Elif'in yanında yakınında olmayacaktı. Ya kendi gibi birisi ona karşı ilgi duyup, bunu da söyler ve karşılığını alırsa ne olacaktı? Hem belki aynı şehirden olurdu ve Elif buradan ayrılmak zorunda da kalmazdı ve ikna olması daha kolay olurdu. Düşündükleri, hem aklında hem kalbinde deprem etkisi yaratmış ve bir an ne yapacağını şaşırmıştı. Elindeki kahve fincanını camın önündeki koltuğun yanında duran sehpaya sertçe bırakmıştı. Olacakları, ihtimalleri düşündükçe aldığı nefesler sıklaşmış ve elleri yumruk halini almıştı. Camı açıp derin nefesler alarak sakinleşmeyi diledi ama ne mümkündü. Şüphe, bir yılan gibi girmişti bir kere kanına. Bu daha önce nasıl olmuştu da aklına gelmemişti. Elif'i arkasında bilinmezlikle beraber bırakıp gitmek zaten yeterince zorken şimdi birde bu korkuları eklenmişti üstüne. Ellerini tüm sinirini atmak ister gibi saçlarının arasından geçirip çekiştirerek odanın içinde gezinmeye başladı. Kafasının içinde o kısa zamanda birbirinden kötü senaryolar dolup taşmıştı. Camın önüne geldiğinde gözlerini kapatıp alnını cama yaslayarak öylece durup gittikçe çoğalan düşünceler ile kafasını cama yavaş yavaş vurmaya başladı. Bu sırada da, kendi kendine "düşün oğlum düşün, ne yapacaksın nasıl gideceksin şimdi" diye konuşmaya başladı. Zaman geçtikçe yapacağı hiçbir şeyin olmadığını anladığında bir hışımla camdan ayrılıp sehpanın üzerindeki duran yarısı içilmiş kahve fincanını eline alıp boğazından firar eden boğuk bir feryatla duvara fırlattı. Hayatında ilk defa bu kadar kendini kaybetmiş böyle bir şey yapmıştı. Yaptığı şeyin farkına varması ile yüzünü buruşturup, yatağına doğru yürüdü ve ayakucuna yığılır gibi bıraktı kendini. Öne doğru eğilip dirseklerini dizine yaslayarak kafasını ellerlinin arasına alarak derin bir nefes aldı. Uzun bir süre orada öylece hiçbir şey yapmadan durdu. Aklı ve kalbi delicesine bir savaşa girmiş, ucu bucağı olmayan düşünceler içinde kıvranıyordu. Hayatında ilk defa böylesi bir duygu karmaşası içinde olduğunu düşündü. Düşündükçe yapacağı hiçbir şey olmadığını bilmek, içindeki çaresizlikten kaynaklanan öfkesinin kendine mi yoksa bu kadar keskin sınırlar çizen Elif'e mi bunu bilmiyordu. Bir yanı bırak her şey olacağına varır, eğer yazılanda varsa elbet sana gelecek derken, diğer yanı ise ona değecek başka gözleri düşündükçe içinde fırtınalar kopmasına sebep oluyordu. Fırtınası bir gün diner miydi bilmiyordu ama artık ne kendisi de yaşadığı hayatı asla eskisi gibi olmayacaktı bunu çok iyi biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Peki Ya Sonra?
Roman d'amourBenim gönlü güzel mavim Denizim... Gökyüzüm... Saçlarına cemreler düştüğünde ilk baharı getirenim... En güzel mevsimim... Elifim... https://youtube.com/channel/UCLuEnhBewpvxK67a_ttLiTw