PEKİ YA SONRA? 36. BÖLÜM

479 87 34
                                    




Alp Timur'un bar kapısından çıkması ile, akmaması için direndiği göz yaşları birer inci gibi yanaklarından yuvarlanmıştı Elif'in. Şu an yapmak istediği tek şey olduğu yere çöküp feryat ederek ağlamaktı. Ya da giden adamın arkasından koşup, günlerdir yutkunarak boğazına takılı kalan tüm cümleleri yüzüne haykırmaktı. Ama kendi ayağına kilitleyerek anahtarını da kör kuyulara atıp bağladığı prangaları buna izin vermiyordu. Bırak koşmayı adım bile atamazdı. Bu yolu kendi seçmişti ama canının bu kadar yanacağını bilmiyordu. Hem de daha ilk andan. Bundan sonra ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. Bir aydır her bir anını onunla öyle bir doldurmuştu ki, ondan kalan bu koca boşluğun içinde kendini kaybetmekten çok korkuyordu. Dipsiz kör kuyuları andıran gözlerinin içinde kendini kaybetmiş gibi hissediyor ve yolunu nasıl bulacağını hiç bilmiyordu. Yıllardır çalışmaktan zevk aldığı bu yerde, ondan geriye kalanlarla nasıl çalışacaktı? Çalışırken onun gözlerinin hapsinde olmaya, kendisiyle konuşurken gözlerinin içine bakmasını, adını söylerken sesinin tınısının içini nasıl titrettiğini nasıl yok sayıp çalışacaktı? Sesinin, kokusunun ve varlığının her bir zerresinden bir parçasını burada bırakıp gitmişti. Arkasında kalan bu kadının ne yapacağını hiç düşünmeden hem de. Oysa defalarca kez söylemişti ona. Uzak durun benden yapmayın diye. Bunun böyle olacağını en başından biliyordu. Gidişinin yarattığı enkazın altında kalıp, her an daha da derine batacağını ve oradan çıkamayacağını biliyordu. Elif'in bilmediği bir şey vardı ama. Giden adam tıpkı kendisi gibi, giderken yanında korkularının, çaresizliğinin ve bilinmezliğin verdiği ağırlıkları da yüreğine yükleyip gitmişti...

Bardaki işlerini sessizce gözyaşlarını akıtarak hallettikten sonra kapıyı kilitlemeden önce saatler önce gözlerinin içine bakarak çaldığı piyanoya doğru gitti koltuğuna yavaşça oturdu. Titreyen elleri ile kapağını açarak o'nun dokunduğu her bir tuşa sanki incitmekten korkar gibi tek tek dokundu parmak uçlarıyla. Sanki o'na dokunur gibi, vedalaşır gibi. Ben sana veda edemem diyen adamın parmaklarının dokunduğu yerlere onu hissederek dokunuyor ve veda ediyordu. İçinde bulunduğu durumu öylesine acınası buluyor, kendine o kadar çok kızıyordu ki ne yapsa nafile bir çaba içinde olduğunu biliyordu. İçinin acısı az gelir gibi sanki kendisine ceza vermek istiyor, çekeceği acının içinde yok olup gitmeyi diliyordu. Madem her seçiş bir vazgeçişti, o da vazgeçtiklerinin bedeli neyse ödeyecekti. Oturduğu yavaşlığın aksine bir anda kalkmış, kapağı kapatarak hızlı adımlarla bardan çıkmıştı. Asansörle aşağı inmiş hızlı hareketlerle üzerindeki kıyafetleri söker atar gibi çıkararak kendi kıyafetlerini de aynı hırçınlıkla giymişti. Bir an önce çıkıp gitmek istiyordu buradan. Eve otelin arabasıyla gideceği için önce resepsiyona uğraması gerektiğinden adımlarını hemen oraya çevirdi. Bankoya yaklaştığında gece görevlisi arkadaşı Seçil Hanımla selamlaşıp kendini götürecek aracın hazır olup olmadığını sordu. O an gece müdürü Vedat Beyin arka kapıdan çıktığını gördü.

'İyi geceler Elif, şefin sıkı sıkı tembih etti ben bırakacağım seni hazırsan çıkalım' dedi.

'İyi geceler müdürüm de siz niye zahmet ediyorsunuz, kimle olsa giderdim ben'

'Şefinde tam böyle söyledi biliyor musun? O istemez ama sen bırak lütfen bırak dedi. Pek iyi değilmişsin dediğine göre diyeceğim ama az bile söylemiş gibi görünüyor. Gözlerin kan çanağı gibi olmuş iyi misin sen? Var mı bizim yapabileceğimiz bir şey Elif' diye sordu tüm samimiyeti ile. Vedat müdür otelde kendi şeflerinden sonra burada en çok sevip saydığı adamdı. Onun bu içten yaklaşımıyla böyle insanlar için çalıştığı için şükürler etti bir kez daha. Kendisinden bir açıklama bekleyen adama ne deseydi şimdi?

'Migrenim tuttu müdürüm, merak etmeyin önemli bir şey yok' demiş ve ne kadar becerebildi bilmiyordu ama gülümsemeye çalışmıştı. Bankonun arkasından çıkan müdürü ile kapıya doğru yürüyeceği zaman Seçil arkasından adını seslenmişti. Arkasına döndüğünde elinde bir buket nergis çiçeği ile kendisine baktığını gördü ve atacağı adım havada asılı kaldı. Biliyordu. Arkadaşının elinde tuttuğu küçük nergis buketinin kimden geldiğini adı gibi biliyordu. Alp Timur Kahraman gitmeden önce söylediği şeyi daha ilk günden yapıyordu. Sana kendimi her gün hatırlatacağım ve unutmana asla izin vermeyeceğim derken böyle bir şey yapacağını hiç tahmin etmemişti. Eskişehir'de konuşmak için buluştuklarında elinde bir demet nergis çiçeği ile gelmişti. Laf arasında en çok sevdiği çiçeğin nergis olduğunu söylemişti. Demek unutmamıştı. Seçil'in adını seslenmesi ile titreyen bacaklarını hareket ettirip yavaş adımlarla yürümüştü. Yine de temkinli davranmak açısından çiçeği almak için bir şey yapmadan bekledi.

Peki Ya Sonra?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin