"Kibrit satışları nasıl? Scott Konsorsiyumu bir şey dedi mi?" Dudian gazeteyi katladı ve İhtiyar Fulin'e baktı.
"Anlaşmayı imzaladığımızdan beri satış planlarını nasıl geliştirecekleri konusunda konuşuyorlar. Üstelik, hem yerleşim hem de ticari bölgede 'kibrit'in her türlü işte ve yerde işe yaracağını söylüyorlar. Kibrit gerçekten de bayağı işe yarıyor. Yakması kolay ama tek problemi, çabuk bitmesi ve biraz pahalı olması. Yerleşim bölgesinde satışlar pek iyi değil ama ticari bölgede beklenenin üstünde. Ünü şimdiden ticari bölgenin her tarafına yayıldı. Ekonomik gazeteler bugünlerde hep kibritten bahsediyor! Hatta bir isim bile taktılar, 'sihirli ateş'."
Dudian başını salladı. Scott Konsorsiyumu, Mellon gibi eski bir konsorsiyumla kafa kafaya çarpışabiliyordu. Zaten bu, kısa bir süre içerisinde piyasada nasıl büyüdüklerinden belliydi. Diğer konsorsiyumların simyagerleri kibritin formülünü bulup üretse bile, o zamana kadar Scott Konsorsiumu tüm piyasayı avcunun içine alırdı. Taş çatlasa en fazla piyasanın %10 veya %20 sini yönetebilirlerdi.
"Bize ne kadar düşüyor?" diye sordu Dudian.
İhtiyar Fulin güldü, "Aylık satış istatistikleri daha çıkmadı ama tahminlerime göre her ay en az 1000 altın sikke alacağız."
Dudian, aylık 1000 altın sikkenin kibrite göre iyi bir gelir olduğunu biliyordu. Normalde, sıradan bir vatandaş tüm hayatı boyunca çalışsa bile o kadar kazanamazdı.
"Eğer tekstil işinden kazandığımız parayla bu parayı bir araya katarsak 6 ay içinde 100.000 altın sikke biriktirip bir yeraltı geçidi kiralayabiliriz!" İhtiyar reis yüksek sesle güldü. Geçidi kiraladıkları an para su gibi akacaktı. Ondan sonra kendi toplayıcılarını yetiştirip Dudian'in temizlediği bölgelerde toplamacılık yaptırabilirlerdi. Böylece biriktirdikleri gelirle de avcıları işe alabilirlerdi. Altın sikkeler tıpkı bir kar topu gibi yuvarlanacaktı.
Dudian için yarım yıl çok uzun bir süreydi. Son üç yılda düzgün bir eğitim görmediğinden artık kendini eğitebilirdi. Önce yeteneklerini geliştirecekti ardından mümkün olduğunca kısa sürede onlarda ustalaşmaya çalışacaktı. Bu sayede daha uzun süre dışarıda kalıp avlanabilecekti. Yoksa dışarıda tek olacağından bayağı zorlanırdı.
...
...
Burong ailesinin kalesi. İkinci kat.
Rudolph kahvaltısı yapmış balkonda oturuyordu ve arkasında da omuzlarına masaj yapan bir hizmetçi vardı. Bacak bacak üstüne attı ve gazeteleri birer birer alıp okumaya başladı. Tıpkı sınavlara hazırlanan bir çocuk gibiydi. Bu onun için her gün yaptığı bir rutin olmuştu.
"Birisi Milan ailesine iftira attı. Gerçek katilin kim olduğunu bilmiyorum..." Gazeteyi okurken Rudolph kendi kendine mırıldandı. Milan ailesinin, onun bilmediği büyük bir sırları yoksa adliyede çalışan bir diyakozu öldürecek kadar aptal olduğuna inanmıyordu!
"Efendim." İçeri aceleyle bir kahya girdi, "Küçük hanımı takip eden kişiden bir mektup aldık. Küçük hanım sabah adliyeye gitti ama bir sürü sonra aniden adliyeden çıktı ve yanında arkadaşları da yoktu."
Rudolph kaşlarını çattı, "Nereye gitti?"
"Şu anlık bilmiyoruz." Butler kafasını salladı, "Ancak arabası batıya gidiyormuş gibi gözüküyor."
"Batıya mı?" Rudolph'un aklına bir şey geldi ve kaşlarını çattı, "Ryan kalesine git ve küçük hanımı geri getir! Eğer karşı koyarsa, güç kullanabilirsin!"
Kahya neler döndüğünü anlamış gibi başını salladı ve aceleyle gitti, "Emredersiniz."
"Lanet olası şeytan!" Rudolph'un yüzünde iç karartıcı bir ifade vardı. Arkasındaki hizmetçiye ona bir bardak sıcak kahve getirmesini emretti.
...
...
Ryan Kalesi, eğitim alanı.
Normalde burada sadece Ryan ailesinin şövalyeleri ve yaverleri çalışıyordu ama artık burada Dudian de çalışıyordu. Dudian neredeyse eski sağlığına geri dönmüştü. O kısa bir ara verirken hizmetkar da hedefi ayarlıyordu. Bir süre sonra okları atmaya devam etti. Çoğu zaman hedefi tam 12'den vuruyordu.
Bazı şövalyeler ve yaverler Dudian alıştırma yaparken kalıyor ve onu izliyordu. Avcıların duvarın dışına çıkıp canavar avladığını bildiklerinden çok meraklılardı. Dudian ne zaman ok atsa bağırarak onu destekliyorlardı.
Dudian kalenin kahyasından onun için iki kundak kurşundan ok hazırlamasını söyledi. Oklar kurşundan yapıldığından normallerinden daha kalındı. Üstelik, ağır oklar sıradan oklardan daha çok hasar verirdi.
Bu çağda soğuk silahlar egemen olsa da her şey yetenekten ibaret değildi. Atışın ne kadar iyi olduğunu sadece kol gücü değil ama yayla ipin kalitesi, okun ağırlığı, isabet oranı, uzaklık ve diğer şeylerde etkiliyordu.
Dudian sürekli ok atıyordu. O sırada aniden bir hizmetkarın onu çağırdığını duydu, "Dean Bey, dışarıda birisi sizi bekliyor."
"Kimmiş?" Dudian durmadı ve ok atmaya devam etti.
"Burong ailesinden Bayan Jennifer." dedi hizmetkar.
Dudian ipi bıraktı. Ok fırladı ve hedefe saplandı, hatta hedef biraz titremişti.
Dudian yayı yavaşça indirdi ve hizmetkara verdi, "Ona, görüşmek istemediğimi söyle."
Hizmetkar şaşırmıştı. Gelen kişi Burong ailesinin küçük hanımıydı. Herkes Burong ailesinin ne kadar güçlü olduğunu bilirdi! Onu görmek için kapısına kadar gelmişti ama reddedilmişti! Ancak, hizmetkar yine de başını salladı ve gitti. Hizmetkar, Ryan ailesine çalıştığından onun emirlerine uymak zorunda olduğunu biliyordu.
Hizmetkar gittikten bir süre sonra Dudian yavaşça eline bir ok aldı ve ucunu okşadı.
Bİr süre sonra hizmetkar geri döndü, "Dean Bey, siz gelene kadar dışarıda bekleyeceğini söyledi."
Dudian hafiften kaşlarını çattı. Yüzünde buz gibi bir ifadeyle oku yere attı ve eğitim alanından hızlı adımlarla ayrıldı.
Dudian kapıya gitti. Malikanenin dışında lüks bir arabanın durduğunu gördü. Arabanın önünde adliyenin üniformasını giyen güzel bir kız duruyordu.
Dudian kızı uzaktan gözlemedi. Üç yıl içinde yüzündeki çocuksu ifade yok olmuştu. Yüz hatları belirginleşmişti ve daha da güzel olmuştu.
Bir süre ona baktı ve sonra yanına gitti.
Jenny aradan üç yıl geçtikten sonra Dudian'i bir kez daha gördü. Üç yıl önceki çocuk uzamıştı ama daha da zayıflamıştı. Öncekine göre daha yakışıklıydı ama etrafında umursamaz bir hava vardı. Siyah gözleri tıpkı gecenin karanlığına benziyordu, derin ve buz gibilerdi. Dudian'in ona doğru adım adım gelişini izledi. İçinde karmaşık bir his vardı. Hem suçluluk duyuyor hem de üzülüyordu.
"Üzgünüm." Dudian'in yaklaştığını görünce gözleri kızardı ve fısıldayarak dedi ki, "Gazeteyi okudum. Haksızlığa uğramışsın, ben... ben üzgünüm!" Karşısındaki çocuğa ne kadar zarar verdiğini biliyordu. Kendisini birkaç kelimeyle affettiremeyeceğini biliyordu.