İhtiyar Fulin'in odasına girince Dudian yavaşça kapıyı kapattı. Dudian sandalyeye oturdu ve ona baktı, "Ustaların şölene katılımı konsorsiyumumuzun varlığını diğerlerinin fark etmesini sağlamış olmalı. Bugünden itibaren göllerinde küçük bir konsorsiyum yerine büyük bir potansiyele sahip tehtidiz. Orijinal güç dengesi bizim yüzümüzden sarsılacak. Bu bizim için ne iyi ne de kötü bir şey. Ne olursa olsun, şu andan itibaren diğer konsorsiyumları göz önünde bulundurmalıyız."
İhtiyar Fulin başını salladı, "Bunun farkındayım. Bize baskı yapacaklar fakat güvenebileceğimiz sadece sen varsın. Ancak, Elementler Tapınağında bir usta olursan o zaman sağlam bir temelimiz olacaktır. En azından bir iki müttefik kazanabiliriz. Konsorsiyumumuzun geleceği sağlamlaşacaktır. Büyük bir olay olmadığı takdirde durdurulamayacağız."
Dudian'in gözleri parladı, "Beklediğimizden daha önce bir sorunla karşılaşacağımıza inanıyorum. Ama bu fark etmez. Sen sağlığına dikkat et. Benim aklımda bir şey var!"
ihtiyar Fulin başını sağladım, "Ederim."
"Erkenden uyumalısın." Dudian ayağa kalktı ve soğuk havanın içeri girmemesi için pencereleri kapattı, "Çözmem gereken bazı şeyler var bu yüzden gidiyorum." Arkasını döndü ve odadan çıktı. Koridordayken başka bir odaya baktı. Gözlerine oradan çekti ve merdivenlerden aşağıya indi. Arabaya bindi ve kendi kalesine gitti.
Göz açıp kapayıncaya kadar aradan 2 gün geçti.
Aziz Peters'daki şölenden sonra Ticari Bölgede her şey eski haline dönmüştü. Sadece üst sınıf soylular orada ne olduğunu biliyordu. Aynı zamanda sanat sahnesi kalplerinde küçük dalgalar bırakmıştı.
"Meşe..."
"Seni sevsem bile..."
Güzel şiir her tarafta tekrarlanıyordu. Hizmetçilik sıklıkla genç leydilerin ve centilmenlerin şiiri kalelerde okuduğunu duyuyordu. Ticari Bölgedeki sıradan insanlar bile şiiri biliyordu.
Bazı cesur oğlanlar şiiri cesurca sevdiklerine aşklarını itiraf ederken söylüyordu.
Şiirin anlamının yanı sıra yapısı ve içeriği de ünlü şairlerce analiz edilmişti. Bazıları 'hanımeli sarmaşığı' ve 'bahar yağmuru' sözlerinin anlamını bulamıyordu. Bazıları sadece 'felaket yağmurları'nı duyduğundan bunun çok garip olduğunu söyledi. Hatta bir şair sözlerin 'rastgele uydurulduğunu' ve yazan kişinin şiirler hakkında hiçbir şey bilmediğini söyledi.
Şiir klasik şairlerin arasına yayıldıktan sonra Usta Taize şiirin analizini ve değerlendirmesini yaptı. Ona göre "hanımeli sarmaşığı" uzun zaman önce kaybolmuş bir akımdı. "Bahar yağmuru" sözündeki "bahar" kelimesi ise büyük felaketten sonra görülmeyen bir mevsime aitti. Usta Taize'ye göre şiirin yazarı tarih konusunda çok bilgili biriydi.
Usta Taize'nin analizinden sonra herkes bu iki terimin kökeninin çok derinlere dayandığını fark etti. Üstelik, şiirin yaratıcısı böyle kelimeleri kullanarak hislerini açıklayabilecek okumuş bir adamdı.
Bazı şairler şiir hakkında sorular sordu ve yorumlar yaptı ama argümanlar daha çok belirsiz ve objektifti. Sözlerin öylesi kökeni olduğunu öğrendikten sonra hiç kimse şiire olumsuz bir yorum yapmak istemiyordu. Fakat hiç kimse de beceriksiz gibi gözükmek istemiyordu.
Dudian şiiri yüzünden şairler ve soylular camiasında itibarının bu kadar çabuk artacağını beklememişti.
Er Dağı. Burong Ailesi.
"Günışığı dahi... Bahar yağmuru dahi..." Jenny pencereye yakın bir yerde oturmuş elindeki mektuptan dizeleri okuyordu. Gözleri yaşlanmıştı ve büyük gözyaşı damlaları düşmeye başlamıştı. Göz yaşları arkalarında bir iz bırakarak yanaklarından aktı ve kağıdı ıslattı.
Ilık güneş pencereden içeri yansıdı. Pencerenin eşiğinde bir kuzgun duruyordu. Ayağını kaldırmış tüylerini düzeltiyordu. Ayağına bağlanmış bir bobin vardı ve bobinin üstünde "Sarah Mel" yazıyordu.
...
...
Göz açıp kapayıncaya kadar yarım ay geçti.
"Kutsal görev-"
" 'Yılan arbaleti'ni geliştir!"
Yeni ayın başlangıcında Dudiane de Elementler Tapınağından bir görev verildi. 'Yılan arbaleti' 263 yılında icat edildi. Kökleri 40 yıl öncesine dayanıyor. Yılan arbaletinin birkaç yerinden geliştirilmesi gerek. Çekiş sisteminin kolaylaştırılması lazım. Yeni versiyonunda düşmanın izini sürmesini zorlaştırmak için rüzgar hızı dikkate alınmalı.... ..."
Dudian dikkatlice görevin içeriğini okudu. Giderek ne tür bir arbalet yaratmak istediklerini anlayabiliyordu. Genel olarak daha çağdaş bir yapısı olan arbalet istiyorlardı. Gereken koşullara göre karmaşık bir arbalet olmasına gerek yoktu. Ancak, Dudian'e göre "yılan arbaleti"ni geliştirmeye gerek yoktu. Eğer daha esnek yapmak isteseydi o zaman okların gücü sıradan bir arbalete göre daha az olurdu. Gelişmiş gözükecek ve kullanması kolay olacak olsa da fazla bir avantaj sağlamazdı. Hatta hiçbir avantaj sağlamazdı. Başlangıç fikri dahi yanlıştı.
Ok sadece öldürmekten ibaretti. Hızı ve gücü arttırılmak zorundaydı. Okun nereden gelip gelmediğinin görünmesini biri neden umursasın ki? Düşman kaçamadığı ve öldüğü sürece işini başarıyla yapabiliyordur. Yılan arbaletini geliştirmek bu etkilerden hiçbirini sağlamayacaktı. Mimarlar Tapınakta oturuyor ve araştırmalarını yapıyorlardı. Çoğu bizzat savaşmamış ve tecrübe etmemişti bu yüzden silah konusundaki algıları ve görüşleri pratik kullanımla ilgili bilgiyi kapsamıyordu.
Bu yüzden de doğal olarak ürünlerin gelişimi kolay kullanım sağlayabilir ama savaşta gerçek bir etki sağlayamaz.
Dudian bunu ilk görevi olarak almıştı. Sadece Tapınaktaki grupların değil diğer konsorsiyumların da ona dikkat edeceğini biliyordu. Bu yüzden elinden gelenin en iyisini yapacaktı.
Çizimleri bir kenara koydu ve yılan arbaletine baktı. Bitmiş ürünü değiştirmeyecekti onun yerine doğrudan kendi ürününü yaratacaktı. Hemen kendi araştırma odasına döndü ve başka bir arbalet yapmaya başladı.
Göz açıp kapayıncaya kadar yarım gün geçti.
Dudian öğleden sonra araştırma odasından çıktı. Görev merkezine gittiğinde omzunda iki arbalet vardı.
"Dean?" Kaleden çıkınca Bernard onu çağırdı. Bernard'ın elinde parşömenler vardı. Dudian'i iki arbaletle görünce şaşırmıştı, "Ne yapıyordun?"