Ney Coffee?

104 15 2
                                    

Klinikten çıktığım sırada kar yağıyordu. Bu da trafiğin yoğun olduğuna işaretti. Olası ev arkadaşımla bir buçuk saat sonra buluşacaktık. Ona mesaj attım.

Ben: Merhaba, eğer müsaitseniz görüşmeyi erkene çekebilir miyiz?

+82 *** *** 27 78: Yarım saat sonrası uygun mu?

Ben: Evet.

+82 *** *** 27 78: Tamamdır.

Yarım saatim vardı. Harika.
Yoldan boş bir taksi geçmesini umarak araba yolu boyunca yürüdüm. Boş bir taksi görünce hiç zaman kaybetmeden onu çağırdım. Taksi durmamıştı. Ancak başka bir araba durmuştu. Koyu yeşil renginde siyah camları olan SUV Jeep'in penceresi açıldı.
"Bırakmamı ister misin?" dedi başını uzatan Han.
"Hayır, sağol." dedim her ne kadar binmek ve bu dondurucu havadan kurtulmak istesem de.
"Hadi bin, bu havada yürüyemezsin. Aynı yöne gidiyoruz zaten."
İnat etmek yerine arabaya bindim ve arabanın sıcaklığıyla tüm kaslarımı gevşettim.
"Sağol." diye mırıldanınca gerçekten mutlu bir ifadeyle gülümsedi. Onu mutlu etmek gerçekten kolay bir şeydi.
"Ee.." dedi kısa bir süre için gözlerini yoldan ayırıp bana bakarak. "Nereye gidiyorsun? Aniden çıktığına göre acelen var gibiydi."
"Bir buluşmam var sadece." dedim
"Oo, sevgilin falan mı?" dedi heyecanla.
"Hayır." dedim yüzümü buruşturarak.
"Peki." dedi uzatarak. "Tam olarak nereye gidiyorsun? Benim gideceğim yer belli, belki yol üstündedir."
"Star Coffee diye bir yer var, biliyor musun orayı?"
Aniden dönüp bana baktı. "Ney Coffee?" dedi hala bana bakarken.
"Star Coffee." dedim bir yandan yolu kontrol ederken.
"Emin misin?" dedi.
"Neden önüne bakmıyorsun?" diye bağırdığımda çarpmak üzere olduğu arabayı gördü ve aniden frene bastı. İkimizde ani fren yüzünden öne doğru atıldığımızda kemerlerimiz bizi kurtarmıştı. "Önüne baksana!" dedim bir kez daha.
"Üzgünüm."
Kısa bir sessizlik ardından ikimizde sakinleşmiştik.
"Bence oraya gitme." dedi durduk yere.
"Nedenmiş?"
"Orası berbat. Gereksiz pahalı ve yemekleri iğrenç." kaşla göz arasından bana bakıp tepkimi kontrol ediyordu.
"Yemek falan yemeyeceğim zaten. Biriyle tanışmak için gidiyorum."
Kırmızı ışıkta durduğumuzda bana döndü. "O halde oraya sakın gitme." dedi nedenini bilmediğim bir ısrarla.
"Buluşma yerini ben seçmiyorum. Ayrıca neden bu kadar nefret ediyorsun bu kafeden?" kaşlarımı kaldırıp onu sorguladığımda önüne döndü.
"Sadece güzel bir yer değil." diye homurdandı.
"Sorun ne?" diye sordum samimi olmaya çalışarak. Pek iyi değildim bu konuda.
"Orada bir işim var sadece." dedi.
"Ne güzel işte, aynı yere gidiyormuşuz." dedim.
"Unut gitsin. İptal edeceğim." Arabayı bir kenara çekerken bir yandan telefonunu çıkarıp birini aramaya koyulmuştu.
"Benim yüzümden mi?" diye sordum.
"Hayır. Sadece...bugün yorgundum zaten." dedi bariz bir yalanla.
Telefonu kulağına götürdü.
"Hey, selam!" dedi aniden değişen bir konuşma tarzıyla. O benim gözümde çok daha... ee... modern? Bilmiyorum sofistike bir tarzı vardı işte. Ama o şimdi sokak çocukları gibi bir konuşma tarzıyla konuşuyordu.
"Aa, sanmıyorum." dedi telefondakine. "Gelemeyeceğim... Hayır. Gelmeyeceğim." sinirli bir soluk verirken bana baktı ve sesini alçalttı. "İptal et işte." dedi.
"Benim yüzümden iptal etme." diye araya girdiğimde bana baktı. Ağzı ne diyeceğini bilmeyerek bir açılıp bir kapanıyordu.
"Hiç kimse. Hiç kimse değil." dedi.
"Beni takmıyor musun sen?" dedim kaşlarımı çatıp.
"Bir saniye sus lütfen." dedi. "Hayır sana demiyorum." dedi. Sonra bana döndü. "Sana diyorum."
"Bana susmamı söyleme." diye çıkıştım.
"Ahh, Tanrı aşkına birisi bana yardım etsin." diye söylendi.
Telefondan aniden bir bağırma sesi duyduğumda o normal bir şekilde dinliyordu. Orada neler oluyordu hiçbir fikrim yok ama normal değildi.
"Bir şekilde iptal et." duraksadığında işlerin ciddileştiğini sezdim. "O artık burada değil, Changbin." diye yükseldi bir anda. "Ölü birisi için..." nefes alamıyormuş gibi zorlanarak yutkundu. "Ölü birisi için 'o burada olsaydı şöyle böyle olurdu' demeyi bırak. O. Burda. Değil!" dedi her kelimeyi vurgulayarak.
Kendimi orada fazlalık gibi hissederken Han bir kez daha bana baktı ama bu sefer gözleri göz yaşlarıyla dolmuş bir şekilde parıldıyordu.
"Tamam, her neyse. Oraya geliyorum ve konuşmaya orada devam ediyoruz." dedi. Bir süre karşı tarafı dinledi. "Ha-" karşı taraf sözünü kesmiş olmalıydı.
"Hayır, öyle değil. Tamam kapatıyorum." dedi ve bu sefer karşı tarafı dinlemeden kapattı. Derin bir iç çektikten sonra direksiyonu sıkıca kavradı. Sessizliği bozarak bana döndü ve gülümsedi.
"Minik bir kavgaya maruz kaldığın için üzgünüm. Son zamanlarda bazı şeyler oluyor da."
Ne diyeceğimi bilemiyordum, bu yüzden sessiz kaldım. Arabayı çalıştırmak için elini anahtarlara doğru götürürken eli fena halde titriyordu. Elini yumruk yapıp sıktı ve titremeyi bastırmak için çabaladı. Ancak elleri hala fena halde titriyordu. Bu halde araba kullanması ne kadar doğru olurdu ki?
"Benim kullanmamı ister misin?" diye sordum.
"Ee.." elini ensesine götürdü ve arkasına yaslandı. "Acelen var mı? Bir-iki dakikaya geçer." dedi.
"Acelem yok." dedim. Kısmen bir yalandı ama kimin umrunda. Saçlarını geriye doğru taradı ve derin bir soluk alıp verdi.
"Üzgünüm, sanırım gecikiyorsun." dedi.
"Hayır. Yürüyerek gitmekten çok daha hızlı. Gecikmiyorum."
Söylemeli miydim bilmiyordum ama tereddüt ettim. "Şey. Kaybın için üzgünüm."
"Üzerinden beş ay geçti, alıştım diyebilirim." diye mırıldandı.
Ona ölen kişinin kim olduğunu, neyi olduğunu sormak istedim ama acısını tazeleyen kişi ben olmak istemiyordum. Sadece sessizce bekledim. Ben düşüncelerimi toparlarken onun da beni beklediği gibi bekledim sessizce.
"Sanırım artık gidebiliriz." dedi gülümseyerek. O motoru çalıştırırken konuştum. "İşin ne bilmiyorum ama sırf ben varım diye iptal etme." dedim. Bunu söylemek doğru gelmiyordu açıkçası. Çünkü içimden bir ses onun tüm kafeyi soyacağını söylüyordu. Nasıl olsa bir insan tanıdığının önünde hırsızlık yapmak istemezdi.
"Sorun orada olman değil." dedi. "Tanıdığım birisi olunca panik olacağımı biliyorum, panik olursam batırırız."
"Yani panik olmaktan endişe ediyorsun, öyle mi?" diye sordum. Başını sallayarak onayladı.
"O halde panik olduğun için panik oluyorsun."
"Ne diyorsun be?" dedi gülerek.
Hafifçe güldüm ve açıklamaya çalıştım.
"Demek istediğim, panik olacağını düşündüğün için panik oluyorsun, ama ortada panik olabileceğin bir şey yok. Sen kendi kendini korkutuyorsun sadece." Gözlerimi kırpıştırarak beni anlayıp anlamadığını çözmeye çalıştım. Sanırım beni anlamıştı.
"Bu mantıklı." dedi.
"Değil mi?" diye katıldım ona heyecanla gülümseyerek.
"Evet." dedi daha heyecanlı şekilde. "Ama panik olmamın sebebi sensin, buna ne diyeceksin profesör?" dedi meydan okur gibi.
"Benim için panik olunacak bir adam değilim. Umursamam." dedim onu rahatlatmaya çalışarak.
"Tamam, lan." dedi aniden gaza gelerek.
.
.
.

"Ama en arkalarda otur." diye ekledi.
"Tamam, en arkada oturacağım. Yeter ki ne halt edeceksen et."

END-O | Minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin