Kızıl

70 10 0
                                    

Minho

Changbin ve Felix'in olanları anlatmasının üzerinden iki saat geçmiş, neredeyse öğlen olmuştu.
Yeni odama iyice kurulmuş, şimdiyse kitaplığımı düzenlemeyi yeni bitirmiştim. Changbin ve Felix birlikte bir yerlere gitmişlerdi ve Han evdeydi. Gerçekten sürekli bu evdeydiler. Ancak şu anda kafama takılan şey bu değildi, kafama takılan şey onunla başbaşa kalmış olmamdı. Bunu neden kafama takıyordum bilmiyorum, o stüdyoda şarkı falan yapıyor, ben de odamda oturmuş onu düşünüyordum. Tamamen birbirimizden uzaktık ama yinede başbaşaydık işte. Garip bir şeyler hissediyordum ancak buna bir isim veremiyordum. İyi bir his miydi yoksa kötümüydü onu bile bilmiyordum, sadece hissediyordum. Bu beni çılgına çeviriyordu. Hem heyecanlı, hem de dengesiz bir haldeydim.
Kendimi yatağa attım ve öylece uzandım. Kulağıma ilişen tanıdık bir sesle gözlerimi odanın zeminine çevirdim ve her bir köşeyi gözlerimle dikkatlice taradım. İnce ve cırtlak ses bir kez daha duyulduğunda yerimden kalktım ve etrafa bakındım. Ses gitgide yükselirken kendimi berbat hissediyordum. Yatağımın altına ve her köşeye defalarca baktım.
"Lanet olası fare nerede?" diye homurdandım kendi kendime. Farenin o ince ciyaklayışı bana doğru hızla koşar gibi ses artıyor ve beni deli ediyordu.
Ellerimi kulaklarıma bastırarak sesi engellemeyi denedim ancak hiçbir işe yaramıyordu. Bu ses kafamın içindeydi. Bana öfkeyle bağırıyordu sanki. Olanlardan dolayı beni suçluyordu sanki. Sadece bir fareydi diye düşünmek istedim ama bu daha kötü hissettirdi. Ellerim titremeye başladığında ses artmış, artık kulaklarım çınlamaya başlamıştı. Yatağımın en arka köşesine sindim ve ellerimle kulaklarımı kapatıp gözlerimi sıkıca yumdum.
Hepsi sadece beyninin kurduğu bir oyun.
Kendime bunu hatırlattım. Hepsi geçmişte kalmıştı, bunlar ise arkasında bıraktığı izlerdi. İzler silinebilirdi. Kollarıma açtığım her bir yara izi teker teker hiç var olmamış gibi yok oluyordu. Bu da yok olacaktı. Sadece zaman lazımdı.
Belki de açtığım yaralar yeterince derin değildi. Belki de kendimi kandırıyordum. Onca yarayı hiç düşünmeden kollarıma açarken gerçekten canım yanıyor muydu?
Hayır.
Bu sadece tatlı bir acıdan ibaretti. Kendime yaptığım bu şey hiçbir zaman canımı yakmadı. Hiçbir zaman.

Kulaklarım kanıyor gibi hissediyordum. Belki de gerçekten kanıyorlardı, bilmiyorum. Bunun ne önemi vardı ki zaten?
Gözümden bir damla yaş aktığında kendimden tiksindim. Ortada hiçbir şey yokken geçmişteki bir şey için acınası hale gelmiştim.
Gözlerimden akan göz yaşlar bile bir asit gibi derimi yakarak geçiyordu. Ancak bunlar bir şey değildi. Hiçbir şeydi.
Gözlerimi kendimi zorlayarak açtığımda karşımda titreyen ellerim vardı yalnızca. Yatakta yavaşça kayarak yere oturdum ve yanımdaki komidinin çekmecesini açtım. İki farklı falçata vardı. Birisi bunu ilk yapmaya başladığım zamanında kullandığım küçük ve kör üçlü olandı. Diğeri ise fazlasıyla büyük ve bir insanı rahatlıkla öldürebilecek türdendi. Keskin ve büyük olanı elime aldığımda o farenin acı dolu sesi zihnimde yankılandı.
"Bunu ben istemedim." diye fısıldadım. "Yemin ederim."

O günü fazla anımsamazdım ancak bugün nedenini bilmediğim bir sebepten ötürü durmadan o günü düşünüyordum.

Henüz liseye yeni başlamıştım ve Seul'e taşınalı 3 ay bile olmamıştı. Okul çıkışında kendim eve gidemezdim, evin yolunu bile bilmiyordum. Annem beni alır ve bırakırdı. Ancak bazı günler beni almak için gecikirdi. O günlerden nefret ederdim. Okul biter ve herkes evlerine dağılırdı, bense okulun önündeki bir bankta oturur ve annem gelene kadar çizgi roman okurdum. Beni bu hayattan alıp götüren tek şey romanlardı.
Son sınıflar üniversite giriş sınavları için okulda kalır ve ders yaparlardı. En azından çoğu ders yapardı. Bazılarıysa pislik yapmak dışında bir işe yaramazdı.

Okulun arka bahçesinde uğraşırlardı genelde eziklerle.
Beni duvara doğru tek bir itişinde yere düşerdim. Üç devasa çocuk ise bana gülerdi.
"Ucube! Ucube! Ucube!"
Aralarından kızıl saçlı olan yakama yapışıp suratıma yumruk atmıştı. Burnum kanamış, hatta belki de kırılmıştı. Başımı öne eğerdim sadece.
"Hey! Bana baksana sikik herif!"
Aralarından birisi iki bacağımın arasına sertçe vurduğunda acıyla kıvranmıştım. Islak toprak suratımı kaplarken Kızıl çömelip suratıma yaklaşmıştı. Diğerlerinin yakaladığı masum bir fareyi eline almıştı ve pis bir sırıtışla farenin başını okşamıştı. Ardından hiç tereddüt etmeden canice farenin kafasını tutup tüm gücüyle çekmişti. Farenin acı çığlıkları kulağımda yankılanırken ağlıyordum.
"Bırak onu!" diye haykırmıştım. Kızıl'a saldırmak için atılduğımda diğerleri beni tutmuştu. Kızıl ise kahkaha atıyordu.
"Sadece bir fare dostum. Neden ağlıyorsun ki?"
Fareyi elinde sallamıştı. Kafasını yerinden sökemediği için sinirliydi. Ölü fareyi devasa bir kayaya vurdu ve ardından kayayı eline alıp farenin boynuna onlarca kez vurdu. Kaya o farenin kanına boyanana kadar, farenin kafası vücudundan ayrılana kadar vurmuştu. Suratıma onun kanından bir damla sıçramıştı, tam sol gözümün altına. Kafasını eline almıştı, vücudu ise kanlarla kaplanmış toprakta uzanıyordu.
"Tutun şunu." demişti. Diğerleri iki kolumu daha da sıkı tutup beni yerime satlemişlerdi. Kanatsız bir kuş gibi çırpındım, ancak kanatsız kuşlar uçamazdı. Avazım çıktığı kadar bağırdığımda Kızıl bana sökülüp elindeki fare kafasını ağzıma sokana kadar uğraşmıştı.
"Yesene ucube herif. Biraz da bunun tadına bak."
Ağzım kanla kaplanmışken dişlerimi ağzımı bir daha açmamak üzere birbirine bastırmıştım.
"Aç şu pis ağzını." diye kükremişti Kızıl saçlı. "Az önce ağlıyordun, şimdi ondan tiksiniyor musun?"
Diğerleri zorla ağzımı açmak için beni zorlarken onlarla savaşmak için elimden geleni yaptım.
"Aç. Şu. Pis. Ağzını."
Ağzım küçücük bir karış aralandığında zorla kapamaya çalıştım ama o çoktan fareyi ağzıma sokmaya başlamıştı.
"Bırak beni." dedim ağzımı kıpırdatmadan. Kızıl'ın kanlı eli ve benim kapalı ağzım arasında eziliyordu kafası. Küçücük bir harektle ağzıma o kanlı fareyi soktu. Kusmak üzereyken onu ağzımdan tükürmeye çalıştım.
"Yemeğini ye ucube."
Kızıl önden gittikten sonra hemen ardından kollarımı bırakıp peşinden gittiler. Anında fareyi ve öğle yemeğinde yediğim her şeyi çıkardım. Onun kanı hala damağımdayken o ıslak tüylerini ağzımın içinde hissedeliyordum.

O günden sonra birçok kez bu tarz şeyler yaşamıştım. Ancak o farenin ölü bedeni aklımdan bir an bile çıkmazdı.

END-O | Minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin