"Anne," dedim uzata uzata. "Vizelerimin başlamasına bir hafta kaldı. Aptalca bir psikolog için zaman kaybedemem."
İç çekerken sinirli bakışlarla bana baktı. "O halde evde oturup saçma sapan çizgi filmleri izleme." dedi. Gözlerimi devirdim. "Onlar çizgi film değil, anime."
"Neyse ne," Kol çantasını koluna takıp dış kapıya ilerledi.Küçük bir kliniğe geldiğimiz anda hem heyecanlı hem de stresliydim. Annem çocuğunu anaokulu sınıfına bırakan ebeveynler gibi adını bile bilmediğim psikoloğun odasına kadar eşlik etti bana. Hatta içeriye de girdi. Bu 21 yaşındaki birisi için utanç veriydi. Ama utanma duygumu yitirmişti. Sorun değildi.
Beklediğimden çok daha genç olan psikolog burnunun ucunda duran ince çerçeveli gözlüğünü çıkarıp masaya koyarken ayağa kalktı ve masasını etrafından dolaşıp bizi selamlamak için öne çıktı. Annemin elin sıktıktan sonra bana dönüp gülümsedi. Ona karşı güler yüzlü olmaya hiç niyetim yoktu.
"Minho, değil mi?" dedi hala gülümserken.
"Hı-hı." diye mırıldandım ve başımı salladım.
"Tanıştığımıza çok sevindim, ben Han Jisung." bir süre bana bakıp bir şey söylememi bekledi ancak ağzımı açmadım. Anneme dönüp daha geniş gülümsedi. "Bayan Lee, bana bahsetmek istediğiniz bir şey var mı? Seansa başlayalım mı?"
Annem başını iki yana salladı. "Hayır, yok. Şimdilik." elimi tuttu. "O halde siz başlayın, ben çıkayım."
Annem odadan çıkarken ben oldukça rahat görünen koltuklardan birine oturdum, o ise masasına döndü. Derin bir nefes aldıktan sonra arkasına yaslandı. "Öncelikle, bana Han demen yeterli, resmiyet pek sevmem."
"Güzel. Sana hiç 'bay' veya 'doktor' demeye niyetim yoktu." sanki tek işi buymuş gibi gülümsemeye devam etti. Neden bu kadar neşeliydi bilmiyorum ama suratına bir yumruk geçirmek istiyordum.
"Buraya annenin zoruyla geldin öyle değil mi?" dedi, sesi aniden kalınlaşınca bir an afalladım.
"Evet." kaşlarımı çatmış onu anlamaya çalışır gibi baktım ona.
"Tahmin etmesi kolay, buraya gelen herkes birinin zoruyla geliyor."
"Seviliyor olmalısınız." diye alay ettim.
"Aslına bakarsan pek sevilmem. İnsanlar buraya katlanamadıklarını sanıyorlar, oysa gerçekleri inkar ediyorlar. Burası dürüst olabilmen için var oysa. Değerlendirmen lazım." dedi ve masasına yaklaştı.
"E? Niye anlatıyorsun bunu bana?" dedim düz bir yüz ifadesiyle.
"Çünkü sen de pes etmek istiyorsun."
"Buraya olumlu şeyler duymak için para ödediğimizi sanıyordum." Kim bilir kaç won istemişlerdi. Hafifçe kıkırdadı.
"Burası çözüm bulmak için var, çözümler her zaman güllük gülistanlık olmuyor."
"Bu bilgi için sağol."
"Ah, zor birine benziyorsun." dedi başını yana eğip bana bakarak.
"Daha yeni tanıştık." dedim.
Boğazını temizledi. "O halde tanışalım. Sadece bana kendinden bahset." masada duran sıcak kahvesinden bir yudum aldı.
"Anlatılacak bir yanım yok." dedim göz temasını kesmeden.
"O zaman sorularımı sorayım." dediğinde bıkkınlıkla derin bir soluk aldım.
"Kaç yaşındasın?"
"21"
"Vaay, yaşlarımız yakın, ben 22 yaşındayım."
"Tebrikler." dedim umursamaz bir tavırla. Masasında öne doğru eğildi. "En azından dene." diye fısıldadı.
"Neyi?"
"Çabalamayı dene." dedi ve arkasına yaslandı. "Ne okuyorsun?"
"Konservatuar, sahne sanatları bölümündeyim." diye cevapladım sorusunu.
"Senin hakkındaki temel şeyleri öğrendiğime göre başlayalım mı?" dedi. Kafam karışmıştı çünkü zaten başladık sanıyordum. "Annen kendine zarar verdiğini söyledi." dedi. Dişlerimi sıktım ve burnumdan soludum.
"Bu tarz şeyleri genellikle ne gibi durumlarda yaptığını bana anlatabilir misin? Eğer annene anlatmam konusunda bir kaygın varsa söyleyeyim; biz ebeveynlerle iletişim pek kurmayız, üstelik bilgileri hiçbir koşulda herhangi birine vermeyiz. Bana anlattıklarını bende kalacak." samimi bir gülümseme sundu bana.
"Bu güzel hikayen için teşekkürler ancak benim için tek sorun güven değil." dediğimde kaşlarını kaldırdı.
"Nedir?" diye sordu.
"Sözcükler. Aklımdan geçenler dilime dökülmüyor. Anlatmak istesem bile anlatamam."
"Aah" dedi neyi kastettiğimi anlayarak. "Buraya gelen herkes böyledir. Zaten tamda bu yüzden buraya gelirler. Denemek ve çabalamak için." cesaret verici, destekleyici bir gülümsemeyle bana bakarken ellerimi çıtlatmaya başladım.
"Tamam." diye mırıldandım. Saçmaydı, ama deneyecektim.
Bir süre sessizlik oldu. Ben aklımdaki cümleleri düzenlerken bana zaman verdi ve sessizce bekledi. Açık konuşmak gerekirse bu hoşuma gitti.
"Ee, tamam. Şey," tuttuğum nefesimi verdim. Neden bu kadar zordu bilmiyorum ama o an için dilsize dönüyordum sanki. Araya girmedi ve devam etmemi bekledi.
"Hani bazen olur ya. Boğulurmuş gibi bir his gelir," dedim asla kaçınmadığım göz temasından kaçınarak. "Ve...Tüm dünyayı su çevrelemiş, koca bir okyanus gibi... senden başka kimse yok, yalnızsın. En diptesin. Kimsenin keşfedemediği kadar derin sulardasın. Nefes alamıyor, ama yaşıyorsun. Artık ölmek için Tanrı'ya yalvarıyorsun..." söylediklerimin saçmalığıyla kendimden utandım. Saçlarımı geriye doğru taradım ve gözlerine bakmak için kendimi zorladım, üç saniyenin ardından yine kaçırdım gözlerimi. "Böyle saçma bir şey." dedim.
"Saçma değil." dedi. "Bahsettiğin hissiyatı biliyorum. Zorlanıyorsun ama iyi ifade ediyorsun." gözlerine daha uzun süre bakmayı başardım. "İlk ne zaman başladığını anlatabilir misin? O zamanlar neden yaptığını hatırlıyor musun?"
Bu sorunun geleceğini biliyordum, ama yinede hazırlıksız yakalanmıştım. Cevap vermeden öylece durdum, ama bu sefer aklımda bir düşünce yoktu, sadece zamanı geçirirsem sorduğu soruyu unutup gider diye umuyordum.
"Seni zorlamıyorum Minho. Bana istediğin zaman hayır diyebileceğini biliyorsun. Burada stres olmaman lazım, nasıl rahat ediyorsan öyle davran lütfen."
"Bir sonraki soruya geçelim." dedim.
Gülümsedi. "Bunu yapmaya seni teşvik eden şeyin ne olduğunu biliyor musun?"
"Duygusal acımı dindiriyor." diye mırıldandım. Kendimi sorguya çekilmiş gibi hissediyordum ama nedense konuşmaya, sorularını cevaplamaya devam ediyordum.
"Sadece bu mu? Başka bir sebep var mı? İçinden geçen ama kabullenemediğin bir sebep?" eline aldığı kalemin arkasını kemirmeye başladı.
"Bazen." sözcüğümün devamını bekler gibi bana baktı, ama bu kadardı. Yalnızca bazen.
"O halde bu soruyu da pas geçelim." diye mırıldandı. "Arkadaşlıklarından bahsedebilir misin? İyi ya da kötü, fark etmez."
"Bu sorular sıkıcı gelmeye başladı." dedim kesin bir şekilde. Yine güldü.
"Emin ol buraya eğlenmek için gelen sayısı bir elin parmağını geçmez."
"Mantıklı bir karar." dedim ve hafifçe omzumu silktim. Önüne bir defter çekti, başını kaldırıp bana baktı.
"Neden biraz ailenden bahsetmiyorsun?" dedi iç çektikten sonra.
"Babam ve annem ayrı yaşıyorlar, ben ise annemde kalıyorum." dedim, çabucak bitmesi için hızlıca cevap vermiştim.
"Sen kaç yaşındayken ayrıldılar?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Sanki bir hazine bulmuş gibi şaşkın ve heyecanlı görünüyordu nedense.
"14."
"Nasıl hissettin?"
"Bok gibi." dedim direkt.
Bana garip bir bakış attıktan sonra iç çekti ve soru sormaya devam etti.
"Sık sık bu konuyu düşünür müsün?"
"Eh."
"Tekrar birlikte olmalarını ister miydin?"
"Asla!" bu sözcükleri duyduğum an değişen ses tonuma şaşırarak baktı.
"Neden?"
"İyi değiller."
"Birbirlerine uymuyorlar diyorsun yani?"
"Hı-hı."
"Kardeşin var mı?"
"Çok şükür yok."
"Abla, ağbey?"
"Çok şükür yok." dedim tekrar.
"Pekii." diye iç çekti. "Annenle aran nasıl?"
"İyi."
"Kısa cevapları sever misin?"
"Çok."
"Harika." dilini dudaklarında gezdirdi. "Babanı seviyor musun?"
"Eh."
Gözlerini devirince istemsizce gülümsedim. Onunla uğraşmak daha iyi hissetmeme yaramıştı. Belki de psikologların olayı budur.
"Onu neden sevmiyorsun?"
"Sevmiyorum demedim."
"Annenden dana az seviyorsun sanırım?"
"Evet."
"Neden?" dedi.
"Annemle yaşıyorum da ondan."
"Bu geçerli bir sebep değil."
"Ben geçerli kıldım."
Kaçıncı iç çekişiydi bilmiyorum ama bir kez daha iç çekti.
"Asla unutamadığın bir anın var mı?"
"Vardır herhalde."
"Anlatabilir misin?"
"Neden?"
Bana öyle bir baktı ki bir an beni bu klinikten kovacak sandım. Ama sabırlı davrandı.
"Ben bir psikoloğum." dedi. Ağzını bir kez daha açtığı sırada araya girdim.
"Ciddi misin?"
"Evet!" dedi deli gibi gülümseyerek. Artık korkutucu bir hal almaya başlamıştı gülümsemesi. Sürekli, ama sürekli gülüyordu.
"Anlat hadi." dedi.
"Özel hayatıma saygısızlık bu."
"Benim amacım da bu zaten. Özel hayatını bile paylaşabileceğin birisi olması."
"... Dedi tanımadığım adam."
"Beni tanımak mı istiyorsun?"
"Neden olmasın?" dedim dudak bükerek.
"Tamam. Yarın." dedi. "Yarın arkadaş olarak bir kafede buluşalım."
"Seni tanımak için zamanımı harcamayacağım."
Eliyle alnını ovaladı ve uzun bir nefes verdi. "Ne yapmamı istiyorsun o zaman? Birlikte bir çare bulalım." dedi sakin, huzur verici bir sesle.
"Anneme sorunumun olmadığını, gelmeme gerek olmadığını söyle. Boşu boşuna endişe ediyor." dedim.
"Bu çok büyük bir yalan olurdu Minho." dedi kaşlarını kaldırarak. "Rahatla lütfen. Ön yargılı davranıyorsun."
"Dışarıda bir sürü ruh hastası var, işsiz kalmazsın." dedim onu inceleyerek.
"Derdim para değil. Derdim sensin."
"Tanışalı yalnızca..." saatime baktım. "... bir saat yirmi yedi dakika oldu. Asıl dertle henüz tanışmadın."
Sandalyesinde hafifçe yana dönerken arkasına yaslandı. "O zaman asıl derdimle tanışmak için seni bir süre daha burada tutsam sorun olmaz?"
Alaycı bir kahkaha attım. "Beni tanımak ücretsizmiş gibi üstüne üstlük para alıyorsun. Dolandırıcıdan farksız."
"Vaayy!" dedi heyecanlı bir mutlulukla ayağa kalkarken. "Bak." dedi parmağını bana doğrultarak. "Bir özelliğini daha öğrendim. Kibirlisin."
Suratındaki alaycı gülüşe yumruk atmak için ayağa kalksam bile sadece önünde durdum.
"Sonra görüşürüz." dedim sadece ve çıkıp gittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
END-O | Minsung ✓
FanficBu fici baya bi önce yazdım o yüzden baya cringe şeyler karşınıza çıkabilir lütfen dikkat edin.🪽 "Yıllardır nefes almadan yaşadım. Ve bir gün onunla tanıştım. Bana nefes almayı öğretti, sonra da derin sularda beni terk edip gitti." Kendine zarar ve...