Ölümeyi Yeğlerdim

40 6 2
                                    

Mahkeme salonuna yarım saat öncesinde getirildim. İçeriye almazlar diye düşünürken kapılar açıldı ve iki yanımdaki polisler kolumdan çekiştire çekiştire beni içeri sürüklediler. Bir avukatım falan yoktu, sadece kaç yıl yatacağıma dair bir karar alınacaktı. Kendime avukat tutma talebinde falan da bulunmadım. Açıkça ortadaydı ki Hyunjin'i öldürmüştüm. Savunulacak veya söylenecek hiçbir söz yoktu ortada.
Mahkeme salonunda tam ortada bulunan ahşap korkuluklarla çevrili kürsüde ellerim bağlı oturdum. Katip ve hakim mahkemenin başlamasına 20 dakika kala oradaydı. İzleyici olarak birkaç kişi vardı ki bu bile beni deli gibi gerdi. Onlar Yeji ve ailesiydi, yani Hyunjin'in ailesi. Kelepçeli ellerimi, tırnaklarımı kemirmeye başladım. Ailemin gelip gelemeyeceğini düşünürken gelmemelerini umuyordum. Onların yüzüne bakmak öylesine zor gelirdi ki bana. Şimdi Hyunjin'in ailesi arkamda ağlarken, öfkeyle bana bakarken öylesine berbat hissediyordum ki sözcükleri bunu anlatmaya yetmezdi. Yerin dibine bir mezara gömülmek istedim.
Hakim elindeki tokmağı masaya vurdu ve tüm salon sessizleşti.

Hakim bana söz hakkı vermeden hemen önce salona birisi girdi, ama dönüp bakamya cesaretim yoktu. Gelen kişi bunu anlamış olsa gerek ki yüksek sesle boğazını temizledi. Gelen Han'dı. Neden geldiğinden emin olmsama bile içten içe, çok az olsa bile sevindim.

Dürüstlük yemin ve onun gibi bir sürü yasal işlem sonrasında duruşma başladı.

"Sanık Lee Minho, mağdur Hwang Hyunjin'i Japonya, Tokyo'da 29 Ağustos gece saatlerinde katlettiğini kabul ediyor musun?" dedi yüksek sesle hakim. Ağzımı açasım yoktu. Öylece kalmak ve oradan yok olup bir daha geri gelmek istemiyordum. Sonsuza dek gitmek istiyordum.
İtiraf etmeliyim ki Han buradayken bu iddiayı reddetmek aklımdan geçip durdu. Ama tanrı aşkına, cesedi yurt odamdan çıkmışken bana inanmaları pek olası iş değildi.
Hafiften başımı eğdim. "Kabul ediyorum." diye mırıldandım.
"Bize bir gerekçe sun." dedi.
Başımı kaldırmadım. Öylece dikildim. Dişlerimi öyle sert birbirine bastırdım ki küçük bir çıtırtı duydum.
"Bir gerekçen yok mu?"
Ağzımı açar gibi oldum. Ama kendi kendimi engelledim. Ancak kendime hatırlattım: bir daha asla bu salondaki insanları görmeyecektim. Han dahil.
"Var." dedim. Zorlukla yutkunurken dilim varmıyor, vücudum beni engellemek ister gibi sinyal gönderiyordu. Deli gibi terledim, kalbim rahatsız edici derecede hızlı attı ve ben...boğuluyor gibiydim.
Arkadan Hyunjin'in annesinin ağlama sesleri geliyordu, sessizce bana sövdüklerini duyuyordum. Buna r ley diyemezdim.
"Gerekçeni söyle o halde." dedi.
Dudaklarımı kemirdim ve rahatsızca kıpırdandım.
"Böyle bir istek hakkım var mı bilmiyorum ama izleyicilerin salonu terk etmeni talep ediyorum." dedim birden.
"Hiçbir yere gitmiyoruz!" diye bağırdı Hyunjin'in annesi. Ona dönüp baktım.
"Siz bilirsiniz." dedim.
Zavallı kadın bağırmaya hazırken hakim sessizliği sağladı.
"Söz sizde." dedi bana.
Boğazımı temizledim. "Yeterli sebep olduğunu iddia etmiyorum ancak mağdurun masum birisi olmadığını söylemek istiyorum." dedim. Bu kadarının yetmesini umdum. Bu sefer Yeji çığlık atıp Hyunjin'i savundu bana. O an için mahkeme salonunda olduğumu unutup kıza saldırmak istedim. Elbette Hyunjin'i öldürdüğümden pişmandım, ama bu kuz bana onu her savunmasında Hyunjin'i öldürdüğüm geceki öfkemi hissediyordum.
"Bize bir örnek ver." dedi hakim yüksek sesiyle Yeji'yi susturarak.
"Taciz, tecavüz, şiddet, cinsel istismar."
Ellerim titrerken kelepçelere tutundum.
"Yalan atıyorsun! O böyle bir şey yapmadı! İftira atıyorsun!" diye bağırdı Yeji.
"Hyunjin'i liseden tanıyorum. Birçok kez zorbalık, taciz ve tecavüz işlerine bulaştığını biliyorum. Ve günümüzde de pek farklı değildi." diye devam ettim.
"Bunlara maruz kalan siz miydiniz peki?" dedi hakim.
"Bu bir şey değiştirir mi?"
"Sadece yanıt talep ediyorum."
Duraksadım ve çatlamış dudaklarımı yaladım. Dile getirmek yerine başımı sallayarak onayladım.
"O gün yaşanan şey bu muydu?"
Tekrar başımı salladım.
"Bize olanları anlatmalısın."
Başımı iki yana salladım.
"Anlatman muhtemelen sana avantaj sağlar Minho. Son kararın mı?"
"Lisede yaşananlardan fazlası yaşanmadı." dedim sanki bu bir şey ifade edermiş gibi.
"Anlatman için izleyicileri çıkartabiliriz. Anlatacak mısın?"
"Sadece o beni öldürmekten beter etti." dedim. Hyunjin'in annesi çıkışmaya başladı, onu dinlemedim. "Açıkçası bana hissettirdiği şeyin yanında ölüm basit geldi. Bende bir an için bu yanında bir hiç kalır diye düşündüm. Elbette sadece o an için bir dülünceydi. Ama hala ölümü büyük görmüyorum. Bende onun yaşattıklarını yaşamaktansa ölmeyi yeğlerdim..." sustum.
Hakim bir süre duraksadı. "O halde bize şunu söyle," dedi. "Onu öldürmen kendini savunurken yaşanan bir kaza mıydı?"
"Kısmen." dedim.
"Net konuşmalısın."
"O an bedenimi ben yönetmiyordum. Sadece öfke vardı. Sanırım öfke kriziydi." dedim.
"Yaptığından pişmanlık duyuyor musun?"
"Elbette."
Hakim başını onaylar gibi salladı ve önündeki kağıda baktı.
"Peki neden onu sakladın?" diye sordu.
"Iı.. Sadece özgür kalabilir miyim diye bir ümit..." zar zor yutkunurken neden bu kadar konuştuğumu sorguladım birden. Ama cümlemi bitirmek zorunda hissettim.
"Belki bir ümit, dedim ve saklamaya çalıştım. Ama hiçbir ümidim yoktu. Yakalanacağımın farkındaydım zaten. Bu yüzden en sonunda oluruna bıraktım."
Hakim iç çekerek bir soluk verdi.
"Karar için yarım saatlik bir ara veriyoruz. Sanık, müvekkil ve seyirciler salonu terk etsin lütfen."
Polisler gelip kollarımı tuttular ve beni dışarıya kadar sürüklediler. Beklemek için dışarıdaki sandalyelere oturdum ve etrafımdaki polisler diğer insanları benden uzak tuttu. Han ise belirli bir mesafeden bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde kısa bir süre için gözlerini yere çevirdi, ancak hemen ardından tekrar bana baktı. Gözlerinde öfkedense endişe ve korku vardı. Tereddüt içinde bana doğru bir adım attı. Polisler onu durdurduğundaysa sadece konuşmak isetediğini söyledi.
"Kısa bir süre için." dedi.
Polisler şuana kadar başımda dikilen diğer polislere nazaran daha anlayışlıydı. Han'la konuşmama izin verdiler ancak başımızdan ayrılmadılar. Bunu sorun etmedim.
"Dediklerin doğru muydu?" diye sordu.
"Sana palavra gibi mi geldi?" dedim.
"Hayır. Üzgünüm."
"Ne için?"
"Yaşadığın şey için."
Gülümsedim. "Artık onu bile hissetmiyorum." dedim omuza silkerke.
Gözleri doldu. "Ama...sen..." diye geveledi. "Ben neden hala böyle hissediyorum bilmiyorum.." dedi. "Bunun yaşanması şart mıydı? Bunlar olmasaydı her şey öylesine güzel olurdu ki.."
"Özür dilerim, Han."
Anında konuyu değiştirdi. "Annen beni aradı ve duyduğu şeyin doğru olup olmadığını sordu.." dedi. "Ben de ona yanlış anlaşılma olduğunu ve senin Japonya'ya taşınman gerektiğini söyledim. Şirketin telefonlarınıza el koyduğunu bu yüzden nadiren konuşabileceğinizi söyledim. Bu yüzden arama haklarını onun için kullan."
Başımı sallayarak onayladım. "Teşekkür ederim."
"Hata yaptığımı sanmıştım." dedi.
"Hayır. Bu onun için daha iyi. Sağol." dedim. Hafifçe olsa bile bana o güzel gülüşünü gösterdi. Onu çok özlemiştim. Şimdi karşımda dikilirken ona sarılamıyordum bile. Kokusunu özlemiştim. Sıcaklığını ve huzurunu da. Ama sadece dudaklarındaki küçük tebeasümle bile ne kadar güzel göründüğüne baktım. Sadece bakmak geliyordu elimden. Bu bile yetmişti aslında bana.

Duruşma kararı açıkladı ve cezam verildi.
20 yıl.
20 yıl sonra özgür olacaktım.
Han beni 20 yıl boyunca bekleyemezdi. Bunu yapmasını da isteyemezdim. Bu onun hayatını çalmak olurdu.
Benim hayatımda Han yer almayacaktı. Bir kez daha tek başıma bırakılacaktım. Buna bir kez katlanmıştım, ikincisine gücüm yetmezdi.
Ölmeyi yeğlerdim...

END-O | Minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin