Aptalca Bir Şaka

55 7 0
                                    

Yatağımda uzanırken aynı evde olmamıza rağmen Felix bana mesaj attı.

Yongbok-Aahh: Han geldi.

Yongbok-Aahh: Hemen şimdi onunla konuş ve şu saçma konuya bir açıklık getir.

Ben: O halde evden gider misin? Changbin de gitsin. Evde siz varken onunla kavga etmek çocuklarının önünde kavga eden berbat ebeveynler gibi hissettiriyor.

Yongbok-Aahh: ㅋㅋㅋㅋㅋㅋㅋ nasıl rahat edersen. Ama ciddiyim. Konuş.

Ben: Git.

Bana evden çıktığına dair bir mesaj attığında yatağımda öylece dikiliyordum. Onunla konuşmak istemiyordum. Tam bir aptal olduğumu hissettiriyordu bana. İçim öfkeyle dolup taşıyordu onu düşündüğümde. Eskiden kıpır kıpır olurdu içim onu düşündüğünde.
Bu lanet evden ayrılıp Felix dahil hepsinin telefonunu silip olanları unutmak istiyordum. Hayatımın en güzel altı ayını zihnimden silmek istiyordum. Onu hiç tanımamış olmayı bile istiyordum.
Kolumdaki yara izine baktığımda içim ürperdi. Şimdi ihtiyacım olduğu için değil, Han'ı üzmek için istiyordum ölmeyi. Fakat artık pek bir önemi yoktu. Ölmeme üzülür müydü bundan bile emin olamıyordum.

Han odamın kapısını çaldı ve hızla içeri girdi. Ona doğru bakmadım bile. Yatağa, yanıma atladı ve bana sokuldu. Tüm vücudum sinirle kaskatı oldu. Dişlerimi sıktım ve onca karman çorman duyguyu bastırdım. Beni öpmeye çalıştığında geri çekildim. Suratındaki sevinç yok olduğu sırada geri çekildi.
"Üzgünüm." diye mırıldandı.
İç çekerken rahatsızca kıpırdandım. "Ne için?" diye sordum.
"Açıkçası bilmiyorum." dedi. "Sadece seni rahatsız ediyormuşum gibi hissettim."
"Güzel." diye mırıldandım sadece. Suratına hala bakmamıştım ama yinede kaşlarını çattığından emindim.
"Üzgünüm. Ne yaptığımı anlayamadım." dedi. "Seni üzecek bir şey mi yaptım?"
Gözlerimi devirmek istedim ama bu hareket olayın ciddiyetini azaltırmış gibi hissediyordum. "Siktir ol git." diye mırıldandım ve tepkisini veya o bakışları görmemek için kalkıp odamdan çıktım. Doğruca mutfağa giderken hızlı adımlarının sesi tam arkamdaydı.
"Ne?" dedi yüksek sesle. Azarlar gibi değildi sesi, sadece şaşkın gibiydi.
Kahve makinesini çıkarttım ve gerekli malzemeleri için fazlasıyla koydum. Dört kaşık şeker koyduktan sonra beşinciyi koymadan önce kendimi durdurdum.
"Minho, neler oluyor? Ciddiyim, ne yaptığım hakkında en ufak bir fikrim dahi yok."
Bardağı çarparak makinaya yerleştirdim.
"Neden bu kadar kızgınsın?" dedi endişeyle. Yine cevap vermedim. Sadece çıkardığım bir bardağın içine tüm buzları boşalttım.
"Bu aptalca bir şaka mı?"
Süt şişesinden ağır ağır akan sütü sabırsızca beklerken sinirlerim alt üst olmuştu.
"Lanet olası süt kutusunun derdi ne lan!" şişeyi hızla yere fırlattığımda Han'ın yerinden sıçradığını az çok gördüm.
Görüş alanımı kapatan saçlarımı yolmak istiyordum. Bunun yerine sakince geriye taradım ve kendimi derin bir nefes almaya zorladım. Kontrolden çıkmamalıydım. Kendimi yönetmeyi bilmeliydim. Yere dökülen sütun üstünden geçip kahve makinesindeki kahve bardağını aldım. Ellerim titrerken her an yere düşürebilimişim gibi dikkatli davrandım.
"Minho, sen iyi misin?" diye mırıldandı Han.
Bardağı tezgaha koydum ve ellerimi dayayıp başımı öne yatırıp sakinleşmek için öylece bekledim.
"Gerçekten üzgünüm. Bana ne yaptığımı söyle, senden düzgünce özür dileyeyim."
"Hiçbir halt yapmadın, Han."
"Öyleyse-" daha fazla dayanamadım ve araya girdim.
"Ayrılalım."
Bir kelimemle tüm evi ölümcül bir sessizlik kaplamıştı. En ufak bir çit dahi yoktu kulaklarımda.
Bir an için sessizce uzaklaşıp gittiğini düşündüm. Onu kontrol etmek için arkamı dönüp baktığımda oradaydı. Yüzünde en ufak bir duygu kırıntısı dahi yoktu.
Ne üzgündü, ne de mutlu.
Öylece donup kalmıştı.
"N-ne?" diye geveledi kendine gelince. "Neden? Yani... sebebi ne? Durduk yere... öylece benden ayrılamazsın." gözünden akan yaşı fark ettiğimde kalbim acıdı. Ama görmezden geldim. Sadece unuttum.
"Minho, bir şey söyle!" diye bağırdı.
"Yani, neden..." gözyaşları arasında hıçkırdı. Gözlerimde biriken yaşları akıtmadım ve duygusuzca ona baktım. "Bunun cevabını benden çok daha iyi biliyorsun."
"Ne? Hayır. Hayır, bilmiyorum." elinin tersiyle sokaklarındaki gözyaşlarını sildi.
O an için videodakinin o olmadığına inandım. Masum olduğuna inandım. Ama bariz bir şekilde oydu. Han'dı.
"O halde düşün."
Tezgahın arkasına, yanıma geldi ve tam karşıma dikildi.
"Tanrı aşkına, ne yaptım bilmiyorum ama seni gerçekten seviyorum, Minho." zorlukla yutkundu. "Gerçekten. Seni kaybedemem." yanaklarından süzülüp akan yaşları bir kez daha sildi.
"Sana neden inanayım ki?" sesim güçsüzdü. Kısık ve korkaktı.
Kaşlarını çattı. "Bana güvendiğini sanıyordum."
Konuşmadım. İstesem bile bunu yapamazdım. Boğazım düğümlenmişti. Tek kelime edemezdim.
"Ama şimdi durduk yere ayrılıyorsun öyle mi?"
"Durduk yere?" ye sordum iğneleyici bir sesle.
"Evet. Sana hiçbir şey yapmadım, Minho. Benden ayrılmak istiyorsan bunu düzgünce yap. Üstüme suç atma." dedi bana. Kendini savunuyor, bana kızıyordu.
Alaycı bir şekilde güldüm. "O piç heriflerden farklısın sanmıştım. Ama en ufak bir farkın bile yok." dedim nefret kusar gibi.
"Sen delisin." dedi başını onaylamaz gibi iki yana sallayarak. Sanki yanlış bir şey yapan benmişim gibi bana baktı ve öfkeli adımlarla stüdyoya gidip eşyalarını aldı ve çıkıp gitti.

Hata yapan oydu.
Ama benim canım yanıyordu.

END-O | Minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin