Gözüm Aydınlığı Görmez Oldu

51 7 0
                                    

Felix, Changbin, ben ve tabii ki de Han birlikte bir kafeye gitmiştik. Felix ve Changbin'in amacı bizi eskisi gibi yapmaktı. Han'ın dün bana söylediklerine bir türlü içim sinmiyordu. Eğer bana söylediği gibi birisi onu zorladıysa Han o pisliğin kollarından kurtulup ona bir yumruk atabilirdi. Han göründüğünden çok daha güçlüydü. Hatta benden daha güçlü bile olabilirdi. Sanırım öyleydi.

Felix önündeki sıcak kahve fincanından bir yudum aldı ve Han ve bana baktı.
"Olaya bir açıklık getirelim." dedi. "Han, bu olayda elinden gelen bir şey olmadığını söylüyor, öyle mi?"
Han Felix'e anlamını bilmediğim bir bakış attı.
"Neden benimle konuşmadın?" diye sordum Han'a.
"Neden konuşayım ki?" dedi. "Sen bile konuşmuyorsun benimle."
Gözlerimi kaçırıp ellerimin arasındaki kahve fincanına baktım.
"Benimle bir ilgisi yok." dedim. Felix bir bana, bir Han'a bakarken endişeli gibi görünüyordu. "Sonuç olarak barıştınız değil mi? Bitti gitti sonuçta." dedi Felix.
"En azından benimle konuşsaydın." dedi Han Felix'in dediğini duymazdan gelerek.
"Nereden bilebilirdim ki." diye çıkıştım ona.
"Gerçek olabileceğini düşündün mü gerçekten? Bana güvenmiyor musun?"
"Böyle bir video görsen sende aynı tepkiyi verirdin, Han." dedim.
"En azından konuşurdum! Nedenini söylerdim ve sana sorardım, böyle bir şeyi neden yaptın diye. Ama sen ayrılma nedenini bile söylemedin, sadece bırakıp gittin. Açıklamama bile izin vermedin. Bu kadar mı emindin bunu yaptığımdan?"

Uzun bir sessizlik oldu.
Ne diyebilirdim ki? O haklıydı. Ona açıklama yapması için fırsat bile vermemiştim. O videoyu gördüğüm an emin olmuştum sanki. Belki de gözüm kararmıştı. Karanlık sandığım bu aydınlık odaya belki de ben yummuştum gözlerimi. Kendime sahte bir karanlık edinmiş, ona güvenmiştim. Asıl aydınlığı görmezden gelmiştim, görmek istememiştim.
Ama bazen aydınlık bile karanlık geliyordu insana. Onca beyazın içinde bir siyah buluyordunuz kendinize. Saklanacak bir yer buluyordunuz belki de. Güvenli bir yer buluyordunuz.
Karanlık beni o kadar iyi ikna etmişti ki gece olduğuna, günler geçse bile güneş doğmadı sanmıştım.
Gerçek buydu.
Sabah olmuştu. Güneş çoktan doğmuştu.
Hatta belki de hiç batmamıştı. Evet. Hiç batmamıştı. Bunu çok iyi biliyordum çünkü onun sıcaklığını tüm gece hissetmiştim. Gece sandığım tüm bu zaman boyunca onun sıcaklığıyla ayakta kalmıştım. Ama nankörlük etmiş, onun varlığına bile inanmamıştım.

"Gerçekten bunu yapabileceğimi düşündün mü?" dedi Han sessizliği bozan bir fısıltı misali.
Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sadece gözüm aydınlığı görmez oldu." dedim.
Bana öylece bakıyordu. Sinirli veya üzgün gibi değildi. Özlemiş gibiydi.

O sırada Changbin ayağa kalkıp Felix'in kolunu tuttu.
"Ha?" diye afalladı Felix. Changbin ise bizi yanlız bırakmak için daha fazla zaman kaybetmeden Felix'le birlikte uzaklaştı. Felix sendeleyerek peşinden giderken ikiliyi izliyor, bir yandan da farkında olmadan gülümsüyordum. Changbin ve Lix mükemmel bir çiftti.
Sorunsuz ve mükemmeldi.

Tekrar Han'a döndüğümde o da bana dönmüştü. O sözcükleri bekliyordu benden.
"Üzgünüm." dedim. "Sana açıklama şansı bile vermediğim için."
Bakışları yumuşadı. Kaşları yukarıya doğru kıvrılmış, dudakları düz bir çizgi haline gelmişti.
Masanın üzerinden ellerimi ona uzattım. Önce ellerime baktı, sonra bana, ve sonra gülümseyip ellerimi sıkıca tuttu.
Başımı yana eğdim ve gözlerinin içine baktım. "Her ne halt yaşarsak birbirimize anlatıyoruz?" dedim soru sorar gibi.
"Anlatıyoruz." diyerek beni onayladı.
"Harika." diye fısıldadım.
Başını salladı. "Harika." diye fısıldadı o da.
Hala ellerini tutarken onları kendime çektim ve ellerini öptüm.

Kaç gün olmuştu onu öpmeyeli?
İki mi? Üç mü?
Kimin umurunda, özlemiştim işte.

END-O | Minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin