Felix

67 11 0
                                    

birkaç gün önce

Kafamdaki rahatsız edici kaska saçlarım sıkışmış ve bir türlü onları kurtaramamıştım. Changbin'in hızla sürdüğü motorda kollarımı onun belinden çekmem imkansızdı, ki zaten bunu istemiyordum da. Ona sonsuza kadar sarılmak istiyordum. Arkada kıpırdanıp durduğumu fark etmiş olmalı ki sürüşünü yavaşlattı ve motoru bir kenara çekti. Benden önce motordan indi ve ben hala otururken bana doğru iyice yaklaşıp kaskın kayışlarına takılan sarı saçlarımı kurtardı. Kaskı kafamdan çıkarttı ve o sıcak elleriyle saçlarımı düzeltti. Suratımda beliren o aptal gülümsemeyi engellemek imkansızdı.
"Çok rüzgar var, saçlarını ne zaman kestireceksin?" dedi hala saçlarımla uğraşırken.
"Uzun saçlıyken gayet iyi gidiyor." dedim.
"En ol uzun saç senden başka kimseye bu kadar çok yakışamaz, ancak rahatlık için diyorum." diye açıkladı. Saçlarımı son kez düzeltti ancak geri çekilmedi. Bana yakın olmasını seviyordum ancak kalbim deli gibi çarparken bunun tadını çıkarmak zordu. Bana biraz daha yaklaştığında artık iki bacağımda onun bacaklarının arasındaydı.
Lanet olsun. Kalbim sınırları zorluyor.
Bacaklarını bacaklarıma bastırdı.
Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve o harika dudaklarını araladı. "Senle konuşmam gereken şeyler var." diye fısıldadı. Tüm vücudum kar yağarken bile alev almıştı.
"Ne?" sesim beklediğimden sert çıkınca kendimi kötü hissettim, sesim onu azarlar gibiydi. Ancak o beni anlıyordu. Gülümsedi ve eline aldığı kaskı motorun kulplarına astı. "Gel benimle." dedi ve anahtarlarını alıp uzaklaşmaya başladı. Kalbimin hızlı ritmi bu anın o an olduğunu söylüyordu. Ancak henüz onun gerçekten beni sevip sevmediğini bile bilmezken böyle hissetmek aptallık gibi geliyordu, bu yüzden bu düşünceyi aklımdan sildim ve hemen peşine düştüm. Zıplayarak yanına gittim suratında en sevdiğim gülüşü vardı. O kadar ümitliydim ki, üzülmemek için bunu bastırmak zorunda hissediyordum. Ancak mutluluğu ve heyecanı bastırmak kolay değildi. Kesinlikle değildi. Ellerimi arkamda birleştirdim ve zıplar gibi yaylanarak ona eşlik ettim. İkimizde sadece gülümsüyor ve ilerliyorduk. Kalbimin kırılmasından çok korkuyordum.
"Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda olduğu yere mıhlandı. Onunla birlikte durdum.
"En ufak bir fikrim bile yok." dedi ve omuz silkti. Hafifçe kıkırdadığımda benimle birlikte güldü.
"O halde ne söyleyeceksin anlat." dedim.
Durup etrafına bakındı. "Bunu yolun ortasında yapmak istemiyorum. Daha akılda kalıcı olmalı."
Lanet olsun.
Neredeyse emindim. Ama olmamalıydım.
"Önemli olan bulunduğumuz yer değil. Söyleyeceklerin. Ya da yapacaklatın."
Yapacakların? Bu çok utanç vericiydi. Hem de çok. "Y-yani, ne söyleyeceksin söyle."
Bana hafifçe güldü. Yüzümün kızardığından emindim.
"Yani sana tam şu anda istediğimi yapabilir miyim?" kaşlarını kaldırmış gülümsüyordu. Öyle sıcakladım ki ölebilirdim.
"N-nasıl yani? Ney-neyden bahsediyorsun bilmiyorum. Ama sana güveniyorum yani..."
"Evet mi?" dedi ve alt dudağını ısırdı.
Onun dudaklarını ısıran kişi ben olmak istiyordum.
"Evet." diye mırıldandım.
Tamam. Az önceki "deli gibi atan kalbi" boş verin. O hiçbir şeymiş. Olanaksız bir hızla atıyordu kalbim.
Bana doğru bir adım attı ve iki elimi tuttu. Kaldırımı ortasında dikiliyorduk öylece. Etrafınızdan insanlar geçiyordu. Ama sanki yalnızca o ve ben vardık bu evrende. Sertçe yutkunduğum sırada bana bir adım daha yaklaştı ve aramızdaki mesafeyi sıfırladı. Sanırım ümitlenmekte haklıydım. Önce dudaklarımı inceledi, ardından da yumuşacık dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ellerimi tutan ellerini sıkıca tuttum ve dudaklarımız ayrılırken ona daha fazla sokulmamak için kendimi tuttum.
Başımı alnına yasladım ve verdiği her nefesi kendi içime çektim. Onu tekrar tekrar öpmek istedim. İçinde kaybolmak ve bir daha asla oradan ayrılmak istemedim.
"Tanrım. Bu kadar harika olmak zorunda mısın?" diye fısıldadı ağzımın içine doğru. Verdiği nefesler titrekti. Sanki dayanamıyormuş gibi titrekti.
"Seni seviyorum." diye itiraf ettim. Yolun ortasındaydık, etrafımızdan geçen insanlar bize yargılayıcı ve iğrenmiş bakışlarla bakıyor gibiydi. Bakışları hissedebiliyordum. Ancak bir nebze dahi umrumda değillerdi. Bu anı daha romantik kılıyorlardı yalnızca. Changbin, onları hiç umursamadan, düşünmeden beni öpmüştü. İnsanların bakışlarını ve sözlerini umursamadan öpmüştü beni. Bir kez bile tereddüt etmeden.
"Sana aşığım Lix."
Mutluluktan ağlayabilirdim. Hüngür hüngür ağlayabilirdim. Onun koluna sarılıp yüzümü boynuna gömer ve sabaha kadar ağlardım. O eşsiz kokusunu içime çeker, ciğerlerime hapsederdim. Onunla birlikte sonsuza kadar ağlardım.
Parmaklarımı o yumuşak dalgalı saçlarında gezdirirdim. Bunu ölene kadar yapabilirdim.

"Han ve Minho bizi bekliyor olmalı." diye mırıldandı.
"Lanet olsun." mırıldanarak karşılık verdim ona.
"Minho'ya evi gezdirelim ve onları evden kovalım. Ne dersin?" geri çekilip parıldayan suratına baktım. Bana imalı bir sırıtışla bakınca aklımda bazı masum düşünceler belirdi. Ancak espri yapıyordu. Yinede "Güzel fikir." dedim koyu gözlerine dalarken. Elimi sıkıca kavradı ve birlikte geldiğimiz yolu geri döndük.
O öpücüğün etkisinden hala çıkamamışken ağır ağır yürüyordum, o ise önden hızlı hızlı giderken peşinde beni sürüklüyordu.

END-O | Minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin