"Ne?" dedi afallayarak.
"Boş ver gitsin." dedim. Başını iki yana salladı.
"Peki." dedi bir yabancıymış gibi soğuk bir şekilde. Hışımla ayağa kalkıp sBunu nasıl ve neden söylemiştim bilmiyorum ama bu sözler kesinlikle onu şaşırtmış, kızdırmıştı. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. tüdyoya gitti ve devasa, askılıklı çantasını boynuna taktı. O bunlar yaparken sadece seyrediyordum. İzliyordum ama görmüyordum sanki.
Dış kapının yüksek bir gürültüyle kapanması beni ancak kendime getirebilmişti. Öylece kalakalmıştım. Ve bunu bir kez daha kendime yapmıştım. Onu ben uzaklaştırmıştım. Bunu yapmamın nedeni bile yoktu ortalıkta. Sahi, neden bunu yapmıştım?
Sanırım bu birlikte olmadan ayrıldığımız anlamına geliyordu.
Siktir.
Ve o sinirle evden çıkarken ben onu seyretmek dışında hiçbir şey yapmamıştım. Tanrım.
Taşınmam gerekiyordu.
Onunla hiç tanışmamışım gibi, eski berbat günlerime dönmeliydim. Bırak sevgili olmayı artık arkadaş bile olamazdık. Felix'le konuşup beni evden attıracaktı!
Tamamen işim bitti desene.Belki de fazla abartıyordum. Ona sadece "beni sevme" dedim. Bu onu sevmediğim anlamına gelmez. Küçük bir kavga olarak kalırdı belki.
Tamam. Bir kez daha onun peşinden koşacaktım. Ama bu sefer farklı olacaktı. Çünkü onu yakalayacaktım. Konuşacak ve bir piçten farksız olduğumu söyleyecektim.Aansörün sıfırdan bulunduğum kata ulaşmasının bir-iki dakikalık zaman kaybına sebep olacağını düşündüm ve merdivenleri önce teker teker, sonra üçer üçer ve en sonunda kaç olduğunu umursamadan sadece koştum.
Yetişebilirim.
Binadan çıktığım an iki yöne baktım ancak bir kez daha boşlukla karşı karşıya kalınca hislerime güvenerek sola doğru döndüm ve daha önce koşmadığım bir hızla ilerlerken gözlerimle kasvetli sokakta onu aradım.
Birine çarptığımda bana küfretti ama suratına bile bakmadan ilerledim. Ana yola, araba yoluna çıktım ve açmayacağına emin olduğum halde onu aradım.
Ben: Hey, üzgünüm. Konuşmamıza izin ver de elimden geleni yapayım.Mesajım ulaşmamıştı bile. Bu sefer Felix'i aradım ancak o da açmadı. Tanrı aşkına kim güneş en tepedeyken sevişirdi ki?
Umudum olmasa da Han'ı bir kez daha aradım.
"Minho?"
Arkamda duyduğum sesine dönerken kalbim çarptı.
"Han." dedim fısıldar gibi. Ardından aceleye konuştum. "Beni dinler misin?" kaçıp gitmesin diye ellerini yakaladım. Ellerini çekecek gibi olduğunda sıkıca tuttum ve bırakmadım.
Bana keskin bakışlarıyla baktı.
"Seni dinleyeceğim. Ama önce.." bakışlarını ellerimize çevirince ellerini bıraktım.
"Öncelikle...öyle demek istemedim. Biliyorsun değil mi?" bir saniye durup soluklandım ve devam ettim. "Senden gerçekten hoşlanıyorum."
"Tamam." dedi umursamaz gibi.
"Ve seninle birlikte olmak istiyorum."
"Ben de öyle." dedi. "Ama buna izin vermiyorsun."
"Ben...ben bunu istiyorum."
Omuzları çöktü ve bakışları yumuşadı. Bana doğru bir adım yaklaşıp ellerimi tuttu. Başını yana eğmiş bana bakıyordu. "Bana izin vermen lazım. Seni tanımama izin vermen lazım."
Ben bile kendimi tanımıyordum ki.
Beni istese de tanıyamayacaktı, ben kendimi tanımadığım sürece kimse beni olduğum gibi tanıyamayacaktı.
"Tamam." dedim. "Beni tanıman için ne yapmam gerekiyorsa elimden geleni yaparım..."
Ona olanları anlatmak istemiyordum. Olanları herhangi birine anlatmak, dile getirmek, aklıma getirmek istemiyordum. Ama ne diyebilirdim ki, ona feci halde aşık olmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
END-O | Minsung ✓
FanfictionBu fici baya bi önce yazdım o yüzden baya cringe şeyler karşınıza çıkabilir lütfen dikkat edin.🪽 "Yıllardır nefes almadan yaşadım. Ve bir gün onunla tanıştım. Bana nefes almayı öğretti, sonra da derin sularda beni terk edip gitti." Kendine zarar ve...