Kolumdan oluk oluk kan akarken acıyla inledim. Her zamankinden daha derine saplamıştım bu sefer. Ayağa kalkıp sol kolumu pek fazla kıpırdatmadan dolabımın içindeki onca eşyayı yere fırlattım. Aradığım kolonyayı alıp tek elimle kapağını açıp koluma döktüm. Bu yaranın temizlenmesine ve bir yandanda dayanılmaz bir acı çekmeme yarıyordu. Açtığım derin yaranın içine giren alkolün verdiği o berbat acıyla dişlerimi kırmak ister gibi birbirine bastırdım. Kanıma karışan alkolün verdiği acıyı her bir hücremde ayrı ayrı hissederken gördüğüm kan bana o farenin ezilmiş bedenini hatırlamamı sağladı. O gün yardım çağrımı duyan olmamıştı, belki yeterince güçlü bağırmamıştım. Bu sefer tüm gücümle bağırldığımda gözlerimden yaşlar süzüldü. Komidini ayağımla iterek devirdiğim esnada odamın kapısı hızla açıldı ve Han telaşlı gözlerle tüm odayı taradı. Onu tamamen unutmuştum ama onun ne düşündüğünü umursamıyordum. İster ucube olduğumu düşünsüm, ister pislik olduğumu. Umrumda değildi. Ama yinede suratına bakamıyordum.
"Minho.." diye fısıldadı sanki yüksek sesle konuşursa olurmuş gibi.
Kolumu hızlıca kapatıp göz yaşlarımı sildim ve yerdeki kanlı falçatayı yıktığım komidinin çekmecesine attım.
"Neler oluyor? Sen iyi misin?"
Komidini düzelttim ve yerine yerleştirdim.
"Minho."
Yere fırlattığım eşyaları toparlayıp dolaba dizmeye başladım.
"Minho bana bak!"
"Ne var?!" diye bağırdım birden.
Gözleri doldu. Neden dolmuştu ki? Dudağını ısırdı ve titrek bir nefes verdi. Ardından bana sıkıca sarıldı. Yüzünü omzuma gömdü ve bir süre orada kaldı.
"Üzgünüm." dedi. "Çok üzgünüm."
"Neden?"
Zorlukla yutkundu. "Aynı evdeyken bile yanında olamadığım için. Hayır, olmadığım için."
Güldüm. "Neden yanımda olacakmışsın?"
Burnundan uzun bir nefes alıp bir süre onu içinde tuttu.
"Bana neler olduğunu anlat." dedi hala bana sarılırken. Suratımı görmüyor olsa bile kendimi gülümsemeye zorladım. "Anlatılacak bir şey yok, Han."
Geri çekilip bana baktı. "Anlat." dedi yalvarır gibi.
Lanet olsun. O ağlıyordu.
Bu içimin kıpır kıpır olmasına neden olmuştu. Onun için üzülmüştüm sanki.
"Hadi." dedi. Gülüşüm çoktan solmuştu.
"Anlatılacak bir şey yok." dedim sert bir sesle. Benden bir adım uzaklaştı ve odayı inceledi. Ya da sadece bakışlarını kaçırıyordu.
"Neden böyle yapıyorsun?" diye sordu acıyla bağırarak. "Neden sorunu çözmeyi denemiyorsun?"
"Daha sonra." dedim daha sakin bir sesle.
"Hayır. Bana her ne yaşadıysan hemen şimdi anlatıyorsun çünkü seni böyle görmek tahmin bile edemediğim kadar çok canımı yakıyor. Beni anladın mı? Seni mutsuz ve sahte gülüşlerle görmek canımı yakıyor."
"Bana acımayı kes, Han-"
"Bunu sadece "acımak" olarak mı adlandırıyorsun?" başını iki yana salladı. "Hayır, Minho. Sana acımıyorum, sana değer veriyorum ancak sen her fırsatta beni görmezden gelip bir hiçmişim gibi kenara atıyorsun. Tamam. Beni umursama. Ama seni umursamama izin ver."
Gözümden bir damla yaş süzülürken ne diyeceğimi bilmiyordum. Hepsi psikolog oyunu muydu? Buna inanmak istedim. Her sözünün yalan olduğuna inanmak istedim.
"Lanet olsun. Hala seni sevdiğimi göremiyor musun?" diye bağırdı. "Siktir." diye mırıldandı ardından. Hızla odamdan çıktığında peşinden gittim ama hiçbir şey demedim. Stüdyodan eşyalarını hızlıca toparladı ve suratıma bile bakmadan evden çıkıp gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
END-O | Minsung ✓
FanfictionBu fici baya bi önce yazdım o yüzden baya cringe şeyler karşınıza çıkabilir lütfen dikkat edin.🪽 "Yıllardır nefes almadan yaşadım. Ve bir gün onunla tanıştım. Bana nefes almayı öğretti, sonra da derin sularda beni terk edip gitti." Kendine zarar ve...