Han ve Minho'yu evden gerçek manada kovmuştuk. Aslına bakarsak o ikisinden bir tür enerji alıyorum. Bu yüzden Han'a onu eve bırakmasını söyledim. Bu sayede Lix ve ben yalnız kaldık. Bu kadar gergin olacağımı hiç tahmin etmezdim ama çok gergindim. Hayatında ilk defa seks yapan bir ergenin ilk seferinde yaşadığı o lanet olası gerginlik vardı üzerimde. Elbette Lix'le sevişmeyi düşünmüyordum. En azından şimdilik. Henüz yeni sevgili olduğumu için -yani umarım öyleyizdir- bunu hemen yapmayacaktık. Yani sanırım.
Neden dudakları bu kadar güzeldi ki? Sabrımı sınıyorlardı sanki.
Hemen bitişiğine oturdum ve onu öptüm. Ne diyebilirdim ki, sabırsızın tekiydim.
Dudaklarını araladı ve bana karşılık verdi. Bunu sonsuza kadar yapabilirdim. Ancak bir sınırımız vardı, yani şimdilik.
"Tamam." dedim ve geri çekilip ona doğru döndüm. O da sevimli bir gülümsemeyle bana doğru döndü.
"Şu konuya bir açıklık getirelim." diye devam ettim sözüme. "Öncelikle, biz... yani..."
"Evet!" dedi elinden kaçabilecek bir fırsatmışım gibi. Hafifçe güldüğümde yanakları kızardı.
"Peki. Han'a söyleyecek miyiz? Ve Minho'ya tabii."
Dürüst olacağım, Minho'dan nefret etmiştim. Neden bilmiyorum, ilk başta iyiydi ama sonra... lanet olsun. Sadece Felix'le yaşayacağı için onu deli gibi kıskanıyordum.
"Emin değilim." dedi düşünceli bir sesle. "Yani biz arkadaşız, yani arkadaştık, bu tuhaf kaçmaz mı?"
"Emin ol bu durumu en az yadırgayacak kişiler onlar." dedim. Sürekli bizi ayarlamaya çalışmışlardı. Birlikte olduğumuzu öğrendiklerinde şaşırmayacaklardı, sevineceklerdi.
"Haklısın... Ama yine de-"
"Ne zaman istersen söyleyebiliriz. İstemiyorsan hiç söylemeyiz." dedim ve omuz silktim. Mahçup bir ifadeyle gülümsedi.
"Sadece bir süreliğine bekleyelim." dedi.
"Nasıl istersen."
Sessizlik oldu.
Gözlerim dudaklarına gömülmüşken zorlukla yutkundum. O her zaman yanımdaydı ama şimdi onu daha fazla istiyordum. Kendime hakim olmak o kadar zordu ki.
Ayağa kalktığında ne yaptığını anlamaya çalışarak onu seyrettim. Bileklerimi tuttu ve kucağımda birkeştirdiğim ellerimi iki yanıma çekip üstüme çıktı. Bacaklarıyla uyluklarıma bastırıyordu. Kollarını boynuma dolayıp kalçasını dizlerime yereştirdi. Kalbim çarparken ona karşılık vermeyi unutmuş, öylece ona bakıyordum. Gülümsedi ve kucağımdan kalkıp yanıma oturdu. Kaşlarımı fark etmeden çattım.
"Bu neydi şimdi?" diye sordum.
"Bilmiyorum. Sadece... bilmiyorum işte."
"Bu...şey, bu.." dilim dolanıp durduğu için kendimi susturdum ve derin bir nefes alıp az önce yaşanan şeyin etkisinden kurtulmaya çalıştım. "Bu, tam şimdi ve şu anda sevişmemizde bir sorun olmadığı anlamına mı geliyor?"
Bana hızlıca bakıp bakışlarını hemen önüne çevirdi. "Hayır. Yani, bir sorun yok...ancak ben onu demek..." burnundan soludu. "Tamam." dedi pes eder gibi. "Hyung, lütfen tam şimdi ve şu anda Han o lanet olası kapıdan girip bizi görene kadar becer beni."
Siktir.Kucağıma hızlıca oturdu ve dudaklarıma yapışıp dilini harika hareketlerle ağzımda gezdirdi. Belinden tutup onu kendime çektim ve belinden aşağıya doğru ellerimi önce kalçasında, sonra belime dolanan bacaklarında gezdirdim. Avuç içlerim alev alev yanıyordu sanki.
Kısa kollu tişörtümün kollarını omuzlarıma kadar sıvadı ve kollarıma masaj yapar gibi sıktı. Alt dudağını emerken inledim. Tırnaklarını kollarıma geçirdi ve hala dudağını emerken başını geriye attı. Dudaklarını zorla bıraktığımda yutkundu. Boynuna gömülüp o tatlı kokusında kayboldum. Yumuşacık tenine değen dudaklarımın arasından bir inilti daha çıkınca belimi saran bacaklarını sıktı.
"Yongbok-ah.." diye inledim boynuna doğru. Ellerini saçlarıma doladığında her bir sinirim kasıldı. Ellerimi bacaklarının altına yerleştirdim ve onunla birlikte ayağa kalktım. Aynı sarhoş olduğu geceki gibi önce sıcak nefesini boynuma verdi ve sonra dilini boynumda gezdirdi.
Onu kendi odasına kadar taşıdım ve ardımdan kapıyı tek bir tekmemle katıp onu yatağa attım. Nefesi hızlanmıştı. Dilini hızlıca dudaklarında gezdirirken sadece üzerinde dikilmiş ona bakıyordum.
"Seni o kadar uzun zamandır bekliyordum ki... ölebilirim sandım." dedi fısıldayarak. Ölmek kavramı artık hr türlü zaman diliminde canımı yakıyordu. Dişlerimi birbirine bastırdığımda bana bakışları aniden değişti ve yumuşadı.
"Üzgünüm." dedi sebepsiz yere. Altımdan kurtuldu ve oturur pozisyona geldi. Usulca yanına oturdum.
"Neden böyle bir anda üzgünsün? Yanlış bir şey mi yaptım?" dedim.
Başını iki yana salladı. "Unut gitsin." dedi ve uzun saçlarından gözünü örten bir parçayı geriye attı. "Sanırım mahvettim."
"Hayır." diye karşı çıktım. Onun güzel sözlerinden bile en karanlığını seçmiş ve ona odaklanmıştım. Bu anı mahveden bendim.
"Üzgün görünüyorsun." dedi anlayışlı sesiyle.
"Yinede seni istiyorum." dedim.
"Bu üzgün olduğu gerçeğini değiştirmez."
"Ama seni istediğim anlamına gelir." dedim.
Odanın dışından gelen bir kapı açılma sesiyle havaya bir küfür savurdum.
"Neden bu kadar erken geldi bu çocuk?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
END-O | Minsung ✓
FanfictionBu fici baya bi önce yazdım o yüzden baya cringe şeyler karşınıza çıkabilir lütfen dikkat edin.🪽 "Yıllardır nefes almadan yaşadım. Ve bir gün onunla tanıştım. Bana nefes almayı öğretti, sonra da derin sularda beni terk edip gitti." Kendine zarar ve...