Ondan uzaklaşmamın üzerinden yalnızca üç dakika geçmiş olsa bile hala tek kelime etmemiştik. Geçen her bir saniyede daha da pişman oluyordum. Yapmamam gerekirdi diyordum kendime. Ona attığım bu devasa adıma rağmen hala harekete geçmiyordu. Tanrım.
Beni öyle görmüyordu!
Yüzüm bu berbat düşünceyi zihnimden geçirdiğim her salise için ayriyeten kızarıyor, daha da utanıyordum. Kim bilir ne düşünüyordu. Ancak kendimi toparladım ve kasılmış olan tüm kaslarımı yavaşça gevşetip tuttuğum nefesi sinirle verdim. Bana korkar gibi bakınca onu anlamaya çalışarak kaşlarımı çattım. O ise tam tersine kaşlarını sonuna kadar kaldırmış öylece bakıyordu. Soğukkanlı davranmak için kendi içimde savaşıyordum.
"Ne var?"
Tanrım. Gözlerimi kaçırmamak için o kadar uğraşıyordum ki bir an için bayılacağım sandım.
"Hı?" diye mırıldandı.
"Neden bana öyle bakıyorsun?"
"Nasıl yani?" başını yana eğdi ve yavru kedi gibi bana baktı. Hayır. Tatlı bir sincap gibi.
Burnumdan soludum. "Unut gitsin."
"Hayır!" dedi abartılı bir telaş içinde. "Söyle, nasıl bakıyormuşum?"
Seviyormuş gibi.
"Karmaşık bir haldeymiş gibi.."
"Karmaşık bir haldeyim." diyerek beni onayladı.
Bir kez daha gözlerine dalıp, bu evreni terk ederken dişlerimi birbirine bastırdım.
Dertli bir soluk verdiğinde gerçek dünyaya döndüm.
'Huysuzluk yapıyorsun." sesi bir fısıltı kadar narin ve huzur vericiydi.
"Hayır, yapmıyorum."
"O halde görmezden geliyorsun." diye fikir üretti.
"İkisi bambaşka şeyler." diye karşı çıkınca başını geriye atıp gözlerini devirdi. "Neyse ne. Huysuzluk ya da başka bir şey." dedi. "Sonuç olarak sözcüklerle söylemeden kabul etmiyorsun."
"Neyi?"
Ağlar gibi gözlerini kapatıp başını öne eğdi. "Gerçekten her şeyi zorlaştırıyorsun."
"Asıl sen zorlaşıyorsun. Söyle ne söyleyeceksen. Boşuna uzatıyorsun şuanda." dedim.
"Tamam." dedi meydan okumamı kabul ederek. "İlla sözcükleri mi kullanacağım?"
"Evet!" dedim yüksek sesle. Boğazını temizleyip bana döndü.
"Dinle beni, pislik herif," dedi. "Nasıl oldu bilmiyorum ama bir şekilde senden feci halde hoşlandım ve sen," parmağıyla omzumu dürttü, "şimdi beni öpüp, trip atıyorsun! Bir psikolog olabilirim ama kelimelerle aram bok gibi ve şu anda beni, senden hoşlandığımı söylemeye mecbur bırakıyorsun. Beni öptüğünde karşılık verdim, bir ergen gibi odana çekip gidecekken seni durdurdum. Bunlar senin seksi adımların kadar harika olmasa bile benim için büyük bir adım." derin bir nefes aldı ve sesini alçalttı. "Ve yine gereğinden fazla konuşarak her şeyin içine ettim. Gördün mü?"
"Benim seksi olduğumu mu düşünüyorsun?"
Gözlerini sıkıca kapatıp derin bir iç çekti.
"Ahh," diye nefes verdi.
Lanet olsun. O kadar sözcük arasından bir tek seksi olduğumu söylediği kısma odaklanmıştım. Gerçekte pislik herifin tekiydim.
"Tabi ki öylesin! Bunun farkında değil miydin?"
Gözlerimi kırpıştırdım.
"Tamam, aynı zamanda tatlısın da." diye ekledi.
"Yani şimdi ne olacak?" dedim kesin bilgi için.
"Ne olmasını isterdin?" dedi bana.
"Felix ve Changbin..." diye mırıldandım. Sevgili demek istiyordum ama nedense bu kelimeyi söylemek çok zordu.
"Onlar ne alaka? Onlara söylemeyelim mi diyorsun?" ye tahmin yürüttü.
"Hayır. Yani, evet.. ama hayır."
"Evet mi? Hayır mı?" diye sordu tane tane.
"Evet. Ama..."
"Hayır." diye tamamladı beni.
"Evet.'' diyerek onu onayladım. Nedense konuşamıyordum. Dilim dolanıp duruyordu.
Benim bu karmaşık halime gülmeye başkadığında ben de onunla birlikte güldüm. "Demek istediğim, Felix ve Changbin gibi olalım." Gülemeyi bıraktı ve bana soran gözlerle baktı. Bu sefer parıldayan gözleri gülümsedi.
"Tamam." dedi. "Olalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
END-O | Minsung ✓
FanfictionBu fici baya bi önce yazdım o yüzden baya cringe şeyler karşınıza çıkabilir lütfen dikkat edin.🪽 "Yıllardır nefes almadan yaşadım. Ve bir gün onunla tanıştım. Bana nefes almayı öğretti, sonra da derin sularda beni terk edip gitti." Kendine zarar ve...