"Bana bir şeyler anlat." dedi. Bu kötü anılarımı anlatmamı, içimi dökmemi istediğinde söylediği sözcüklerdi.
Etrafıma bakındım. Kalabalık bir kafede oturmuş kahve içerken anlatması kolay bir şey istemiyordu benden.
Oturduğum yerde rahatsızca kıpırdanışımdan anlamış olmalı ki kahvesini eline aldı ve ayağa kalktı.
"Gitmek istediğim bir yer var." dedi başını sorar gibi yana eğerek. "Gidelim mi?"
"Neresiymiş gitmek istediğin yer?" diye sorarken çoktan kalkmıştım bile.
"Sürpriz olsun." dedi omuz silkerek. Uzattığı elini tuttum ve onu her nereye gidiyorsa oraya kadar takip ettim.Yaklaşık on dakika süren bir araba yolculuğu ile fazla kalabalık olmayan bir parka vardık. Geniş bir alandı ve etrafta banklar vardı. Çimenlerin kokusunu özlemiştim. Temiz bir rüzgar eşliğinde hissediyordum huzuru. Elimde onun eli varken huzurluydum. Nerede olursak olalım.
Nereye gittiğinden emin bir şekilde parkın kuytu köşesine doğru ilerlerken onu takip ettim. Köşeye kadar vardığımızda söğüt ağaçlarının salkımları arasından görünen eski banka geçmem için işaret etti.
"Buraya eskiden çok gelirdim." dedi benim yanıma otururken.
"Güzel bir saklanma yeri. İnsanların içinde saklanmak bazen saklanabileceğin en harika yer oluyor." dedim ve formalite icabı gülümsedim. O da bana aynı sebepten gülümsedi.
"Bugün bana nasıl bir anını anlatacaksın merak ediyorum." dedi anlatmamı ima eder gibi.
"Açıkçası bende bilmiyorum." dedim ve öylece ona baktım.
"O halde ben mi karar vereyim?" diye sordu bu sefer de.
"Ver hadi." dedim, banka yan döndüm ve sırtımı bankın dayatıldığı duvara yaslayıp dizlerimi kendime çektim. "Sen karar ver."
Bir süre düşünür gibi oldu. Ya da düşünüyormuş gibi yaptı. "Bana kendine ilk zarar verdiğin günü anlat. Gününü baştan sona dinlemek istiyorum."
Bunu diyeceğini az çok tahmin etmiştim bu yüzden hazır sayılırdım.
"En başından mı?" diye sordum yinede.
Başını salladı. "Hı-hıı."
"Sabah rutinimi de mi anlatayım?" dedim.
Gözlerini devirdi. "Rutin dışı olayları anlat."
"Güzel." dedim.
Güzel.
Her sabah rutin haline gelen şeyleri anlatmak zorunda değildim. Pek bir şey değildi. Sadece rahatsız ediciydi.
Babamın benimle yaptığı o uzun sohbetler.
Sabah Çilesi derdim o zamanlar. Sanırım o zamanlar 14 yaşındaydım, 13 veya 14 yaşındaydım. Ortaokul sondaydım.
Bu "Sabah Çilesi"ni Han'a anlatmak zorunda değildim. Ama anlatırsam bana "bunu benim babam da her sabah yapıyor." demesini falan umuyordum. Belki derdi. Belki her baba böylesine berbat şeyler derdi çocuklarına.
Sıradan bir baba nasıl olurdu bilmiyorum. Han'ın bildiğine emindim. Biliyor olmalıydı, nasıl olsa bir psikologtu, babaları hakkında konuşan hastaları olmuştur.
"14 yaşındaydım." diye başladım. "Her sabah babam benimle sohbet ederdi."
Bu güzel bir şeymiş gibi bana baktı, bense bakışlarımı kaçırdım. "Nasıl birisi olmam gerektiği hakkında." dediğimde kaşlarını çattı ama bir şey demedi, bense onun bir şey demesini umdum. İç çektim ve devam ettim. "Daha doğrusu nasıl birisi olmamı istediği hakkında. Yani bana o kadar da gerekli gelmezdi bunlar... sadece o istiyordu. Neden istiyordu, kim için istiyordu bilmiyorum. Çünkü bunlar hiçbir zaman benim yararıma şeyler olmadı. Hepsi onun yararınaymış gibi gelirdi. Sanki harika bir baba olmayı başarmış gibi davranabiliyordu bu sayede. Çocuğuna 'tavsiyeler' veriyor ve çocuğu ise bunu uyguluyordu. Güzel bir şey gibi duruyor. Ancak zorlama kısmını pek umursamıyor. Ya da hayatımın birçok gecesi annemin ağlayışıyla uyanmamışım gibi davranmak ona kolay gelirdi..."
Tanrım. Bunların neden anlatıyordum ki?
Konuyla bağımsızdı. Anlatmak zorunda bile değildim, neden konusunu açmıştım ki?
"Her neyse.. Aslında o gün okulda sıradışı bir şey yaşamamıştım... Sıradışı olan yek şey buydu; bir şey yaşamamış olmam. Ama. Sanırım ken kendime mahvettim günümü."
Han dudaklarını araladığında konuşacağındna en bir şekilden ondan önce davrandım ve ona izin vermedim. Yoksa babamdan bahsedecekti, biliyordum.
"Okulda saçma bir program düzenlenmişti. Neydi hatırlamıyorum. Sanırım bir gösteri falandı. Her neyse, tüm okul konferans salonuna toparlanmıştı. Gösteri bitince herkes evine gideceği için çantalarımızla inmiştik salona. Çantamın köşesinde bir yırtık vardı. Küçük bir yırtık."
Anlatırken zihnimde canlanan yeşil eski çanta bile midemin bulanmasına yermişti.
"O yırtığı dikmekle falan uğraşmak yerine, çengelli iğneyle sabitlemiştim işte."
Boğulur gibi hissettim. Ama Han'a normal görünmek için daha fazla nefesimi tuttum. Hızlı nefeslerimi fark etsin istemedim. Hızlıca derin bir nefes aldım. "Öyle." dedim ve tekrar nefesimi tuttum.
"Öyle?" dedi sorar gibi bakarak.
"Öyle." dedim anlamasını umarak.
"Daha anlatmak istemiyorsan söylemelisin. Dolaylı yoldan kendini anlatmaya çalışıyorsun. Ama insanlar seni anlamaya çalışırken sen tükeniyorsun. Ki bazı insanlar seni anlamaya bile çalışmazlar. Sözcükler iyileştiricidir derler ya hani. Değil. Sözcükler iyileştirici falan değil. Sözcükler seni çözüme götürüyor sadece. Ama insanlar onları kullanamıyor. Suç sözcüklerde değil."
"Anlatmak istemiyor değilim." dedi. Bu sanırım bir yalandı.
"Öyleyse sorun ne?" dedi.
"Sadece bilmiyorum. Ne istediğimi bilmiyorum. Anlatmak istiyor muyum, istemiyor muyum bilmiyorum. Gerçekten hiçbir şey bilmiyorum. Lanet olası hiçbir boku. Bilmiyorum." dedim vurgulayarak, kendimi gergin ve sinirli hissetmeye başlamıştım. Sanırım.
Sanırım.
"Eskiden de böyleydi." dedim. "Kendime ilk zarar verdiğimde de bunun için bir nedenim yoktu. Sadece yapıyordum. Belki de... aptalca dizilerden falan etkilenmiştim. Çocuktum sonuçta. Bilmiyorum." sinirden güldüm. Gerçekten hiçbir şey bilmiyordum. Ellerim titriyordu. "O zamanlar asıl zorbalığa uğramamıştım bile. O zamanlar sadece dışlanmalar, hakaretler ve itme kakma olayıydı. Bu kendime zarar vermem için yeterli bir sebep değil bile..."
Gözümden bir damla yaş aktığını hissettiğimde sustum. Şimdi de dudaklarım titriyordu. Bunu engellemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Pek işe yaramıyordu. Dişlerimi sıktım bu sefer de. Ardından tek damla gözyaşımı sildim.
"Her neyse işte." diye mırıldandım ve dizlerimi kendime çektim.
"Minho-ya, ağlayaleceğini biliyorsun değil mi? İçini dökmeni istememin sebebi bu."
"Beni ağlarken görmek?"
"Hayır, salak. Çektiğin şeylere değmiş mi görmek için."
Kaşlarımı çattım. Bu ne demekti şimdi?
"Çektiğim şeyler hiçbir boka değmezdi." dedim.
"Ama o çektiğin şeyler seni sen yapıyor ve inan bana sen harika birisin. Bilmem farkında mısın ama dünyada harika insan diye bir şey kalmadı. Eğer tüm insanlar sonunda sen gibi düşünceli ve dürüst olacaksa herkes çeksin. Ben de çekeyim, çünkü buna değer." öne doğru eğildi. "Kıyameti getirecek olan Tanrı değil. İnsanlar. İnsanlar birbirlerinin içine ediyor. Tanrı'yı ise suçlamak için kullanıyorlar. Eğer bu dünyayı kıyametten kurtaracaksa, tamam, ben acı çekebilirim."
"Acıyı hafife alıyor gibisin." dedim.
"Belki de sen kıyameti hafife alıyorsundur." dedi kararlılıkla.
"Sonuç olarak tek başıma kıyameti engelleyemem." dedim ona.
"En azından bundan sorumlu tutulmayacaksın." dedi.
"Sen de öyle." dedim. Açıkçası ne demeye çalıştığını anlamış değildim, elbette sorumlu tutulacaktım. Herkes sorumlu tutulacaktı kıyametten.
"Siktirsin kıyamet." dedi.
Hafifçe güldüğümde bantan kalktı ve banktaki bacaklarımdan birini aşağıya itip iki bacağımın arasına girdi ve Suratımı ellerinin arasına aldı. Baş parmağıyla hafifçe yanağımı okşadı ve saçlarımı geriye doğru taradı. Basımı kaldırmış hala ayakta olan Han'a bakarken dudaklarımı büzdüm ve beni öpmesi için işaret ettim.
O ise sırıtarak bana baktı.
"Sabrımı sınama, öp beni."
Parmaklarını saçlarıma dolarken ben kollarımı beline sardım.
"Hadi." dedim.
"Tamam be." dedi gülerek.
Ve sabrımı sınamayı bırakıp sonunda beni öptü.
Nefesimsin onunla öpüşürken kesilmesini seviyordum. Onunlayken kalbimin hızlanmasını da.
Onu seyordum.
Ve onun hakkındaki her şeyi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
END-O | Minsung ✓
FanfictionBu fici baya bi önce yazdım o yüzden baya cringe şeyler karşınıza çıkabilir lütfen dikkat edin.🪽 "Yıllardır nefes almadan yaşadım. Ve bir gün onunla tanıştım. Bana nefes almayı öğretti, sonra da derin sularda beni terk edip gitti." Kendine zarar ve...