Beni Sevmiyormuşsun

80 10 0
                                    

Ona dönmemle beni dudaklarımdan öpmesi bir oldu. Kaskatı kesilen vücudumu bir nebze hareket ettiremeden öylece kalmıştım. Geri çekildi ve elini kalbime götürüp bir süre bekledi.
"Gördün mü?" dedi ışıldayan gözlerinin arasında kocaman gülümseyerek. "Beni sevmiyormuşsun."
"Ha?" diye mırıldanabildim yalnızca.
"Nabzın normal atıyor." dedi. Elimi tuttu ve elimi kalbime yerleştirdi. Elini kendine geri çekti.
"Gördün mü? Gayet normal." dedi.
Oysa kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Belki sarhoş olmamın etkisindendi, belki değildi bilmiyorum ama hızlıydı işte.
"Evet." diye mırıldanınca gülümsemesi kocaman oldu.
O önüne döndüğünde hala ona bakıyordum. Neden yaptığına anlam veremiyordum.
"Yani?" dedim.
Beni görmezden geldi ve önüne bakmaya devam etti. "Nede-"
"Bir içki daha alalım mı?" dedi sözümü kesen yüksek bir sesle. Sorhoştu. Sarhoştuk ve düşüncelerim yerle bir olmuştu. "Sabaha kadar içmeye ne dersin?" dedim.
"Ooo" dedi kapanan gözlerini bana çevirip. "Bir ara yapalım ancak yarın tanışıyorsun."
"Tanışıyor muyum?" diye sordum arkama yaslanıp.
"Ta-şı-nı-yor-sun." diye heceledi bu sefer.
"Haa... Evet!" dedim, bu bilgiyi hatırlayarak heyecanlanmıştım. "O halde dönsek iyi olur." diye ekledim.
Bana dönük bakışlarla baktı. Ben de ona aynı şekilde baktım ancak bu uzun bakışmanın sonu gelmiyordu ve bu rahatsız edici olmaya başlamıştı.
"Ne var?" diye bağırdım.
"Sana bakmak için illa bir sebebe mi ihtiyacım var?" diye karşılık verdi.
Beynim zaten yeterince karışıktı ve bu soruya karşılık verecek gücüm yoktu. Önüne döndüm ve banktan kalktım. Aniden dengem allak bullak oldu ve dengemi son anda sağladım. Han ise benim aksime daha dikkatli ve yavaş kalkarak dengesini korudu.
"Yürü hadi." dedi ve kolumdan tutup beni çekiştirerek peşinden sürükledi. Ayaklarım birbirine dolanıyor, dizlerim bedenimi taşıyamayarak pes edip kırılıyordu. Görüşüm bulanıklaşırken vücudum hiçbir şeyi hissetmez hale gelmişti sanki.

Ancak hala hissediyordum. Suratıma inen acı verici bir tokatla gözlerimi açtım. Han kaşlarını çatmış, tepemde dikiliyordu. Dışarıda değildim. Rüzgar yoktu ve sıcaktı. Gözlerimi daha büyük açarak görmeye çalıştım ancak görüşümün bir kısmı hala bulanıktı.
"N'oluyor be?" diye gevelediğimi duydum. Evet ben konuşuyordum.
"Sızdın, seni ahmak." dedi Han, ardından başımdan kalktı ve görüş alanımdan çıktı. Kendimi zorlayarak uzandığım yerden doğruldum. Han az olsa bile sendeleyerek bulunduğumuz evin mutfağına ilerledi
"Burası neresi?" dedim ve zorlanarak ayağa kalktım.
"Evim. Changbin hyung ve ben burada yaşıyoruz." dedi bir bardağa su doldururken. Mutfakla aralarında duvar olmayan salona, koyu gri koltuklara, ilerledim ve tüm bedenimi koltuklara attım. Han oturduğum koltuğun yanındaki tekli koltuğa oturdu ve elindeki su dolu bardağı sehpaya koyup iterek bana uzattı.
"Sağol."
Suyu kana kana içerken bana öylece bakıyordu. Bu garip hissetmeme neden oluyordu.
"Ne var?" dedim boş bardağı sehpaya koyarken.
"Bir şey olduğu yok." dedi o bakışlarını sürdürerek. Sanki üzgün veya endişeliymiş gibi kaşları hafifçe yukarı kıvrılmış, küçük dudaklarını birbirine bastırarak küçültmüştü. İşte o ifade. Suçluluk dolu yüz ifadesi.
"Niye üzgünsün?" dedim.
"Üzgün falan değilim." dedi ve arkasına yaslandı.
"O halde neden suçlu hissediyorsun?"
Kaşlarını çattı. "Suçlu hissetmem mi gerekirdi? Çünkü öyle hissetmiyorum." dedim. Tahminim beni yanıltmış olabilirdi ama bir şeyler olduğuna emindim.
"Hayır. Sadece sorunu arıyorum." dedim ona. Derin bir nefes verirken nefesinin titrediğini duyabiliyordum. "Korkuyor musun?"
"Neyden?" dedi. En azından hayır dememiştir. Omuz silktim. "Bilmem. Herhangi bir şeyden."
Sessiz kaldı. Sessiz olması beni fena halde rahatsız ediyordu. O her zaman durmadan konuşurdu, buna alışmıştım.
"Neyden korkuyorsun?" dedim ve kanepede kıpırdanarak sırtımı dikleştirdim. Kucağında duran ellerini yumruk yaparak sıktı. "Korkudan çok endişe." diye mırıldandı.
"O halde, ne için endişeleniyorsun?"
Bir şey söylemedi ancak bu sefer ayağını stresliymiş gibi hızlı hızlı salladığını fark ettim. 
"Tamam, söyleme." dedim. "Ancak Changbin nerede?" evdeki odaların kapıları açıktı ve bizden başka bir ses yoktu, yalnız olduğumuzdan neredeyse emindim.
"Felix'le birliktedir." diye mırıldandı. Kocaman camdan dışarıya baktım. Karanlıktı.
"Orada mı kalıyor?" diye sordum.
"Hayır." dedi net bir şekilde.
"O zaman nede-" derin bir soluk verdim ve kısa bir duraksamanın ardından tekrar konuştum. "Vazgeçtim. Sorgulamayacağım."

Felix'i aradığımda duyduğum o sesin Changbin olmadığından emindim. Duyduğum ses kesinlikle Han'a aitti. Nedenini bilmediğim bir sebepten o kişinin Han olmamasını diliyordum. Oysa Han umrumda bile değildi.

Oturduğum yerden sendeleyerek kalktım ve Han'ın bitişiğine, hemen yanına oturdum. Kolumu omzuna atıp suratına sokuldum ve yarım kapalı gözlerimi zorlukla açtım. "Ne için endişeleniyorsun söyle hadi." dedim hafif uyuşuk bir sesle.  Stresle salladığı ayağını, daha hızlı bir ritimle salladı ve en sonunda aniden durdu. Sanki bana kızgınmış gibi hızla ayağa kalkarak kolumdan kurtulunca oturduğum yerde dengemi şaştım. O benden hastalıklıymışım gibi uzaklaşmaya devam ederken ne olduğuna dair bir fikir üretmeye çalışıyordum. "N'oluyor lan?"
Geri geri uzaklaşmaya devam ederken arkasına dönüp yolunu kontrol ediyordu. "Ben... Sadece biraz daha su alacağım. S-sen de ister misin?" dedi geveleyerek. Sadece sarhoştu.
"Daha az önce içtim. Yinede sağol." dedim ve arkama yaslandım.
Sürahiden akan su, ellerinin feci halde titremesiyle yere dökülüyordu. Ellerinin titremesini görmezden gelerek su doldurmaya, dökmeye, ısrarla devam ederken başını öne eğmişti. Hızlıca ayağa kalkıp yanına gittim ve sürahiyle bardağı onun ellerinin üzerinden tuttum.
"Sen iyi misin? İyi görünmüyorsun."
Bardağı ve sürahiyi elinden alıp tezgaha koydum.
"Ben gayet iyiyim. Sen nasılsın?" dedi salağa yatarak.
"Hannie, ne haltlar dönüyor söyle haydi."
"Sanırım gitme vaktin geldi." dedi ve beni omuzlarımda tutup geri geri kapıya yönlendirdi.
"Ne yani beni kovuyor musun?"
"Yeterince ayıksın, tek başına dönebilirsin."
Adımlarımı birbirine dolayarak yürümeye başladım ve sarhoşmuşum gibi davrandım. "Tek başıma mı gideyim?" dedim sesimi değiştirerek. "Tamam."
"Hala sarhoş değilsin, değil mi?" dedi emin olmak ister gibi.
"Ben gayet iyiyim. Giderim. Sorun yok." dedim yalandan.
"Ahh," diye mırıldandı. "Bu gece burada kal. Yarın sabah eşyalarını alır ve seni eve geçeriz."

END-O | Minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin