Kafeye vardığımızda bana bir süre arabada kalacağını, arkadaşıyla bir kez daha konuşacağını söyledi. Bende kafeye girdim ve olası ev arkadaşımın kim olduğunu anlamak için onu aradım. Tek başına oturan sarışın bir çocuk etrafına bakındığında o olduğunu düşündüm. Çocuk ayağa kalkıp arkasını döndüğündeyse emin oldum. Gözlerim tanıdık gözleriyle buluştuğunda gülümsedi. Bu çocuk dün gece Han'ı ararken karşıma çıkan ikiliden sarhoş olanıydı. Adı Yonbok... Yeonbok, ya da onun gibi bir şeydi sanırım. Yanına gidip gülümsedim.
"Felix." diye kendini tanıttı.
"Minho." diye kendimi tanıttım ona.
O sandalyesine otururken bende karşısına geçtim.
"Sanırım seni başkasıyla karıştırıyorum, ismini tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım Yonbok'tu." diye geveledim.
Gözlerini kocaman açtı. "Yongbok." diye düzeltti önce beni. "Tanışıyor muyuz?"
"Dün akşam seni arkadaşınla -ya da sevgilinle- gördüm. Biraz sarhoştum sanırım."
Çenesi anında düştü, gözleri iki kat irilerşti. "Sevgilim mi?" diye sordu.
Siktir.
Kesinlikle arkadaştan fazlası değillerdi.
Şimdiden berbat bir başlangıç yapmıştım.
"Aa, yani...sadece gözüme öyle göründü, üzgünüm."
Birini arıyormuş gibi etrafına bakındı. "Bir erkekten mi bahsediyorsun? Biraz iri yapılı birisinden mi?"
Ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım.
"Evet..."
Sarı saçlarını hızlıca geriye tarayıp etrafına daha dikkatli bakındı.
"Neden sevgili olduğumuzu düşündün? Bir şey mi yaptım yoksa?" dedi bana dönüp. Endişelenmiş gibi görünüyordu.
"Ee...yani, kısmen."
"Aaah, ciddi olamazsın." bağını geriye attı. "Ne kadar ileri gittim? Lütfen fazla olmadığını söyle."
"Sadece birazcık...şey.."
Nasıl söylenirdi ki bu?
"Sence ondan hoşlandığımı anlamış mıdır?" dedi korkulu gözlerle bana bakıp. Ne diyeceğimi pür dikkat dinlemeye odaklanmıştı.
"Muhtemelen." dedim dudaklarımı birbirine bastırarak.
Gözlerini kapatıp bu utanç verici bilgiyi hazmetmeye çalıştı.
"Ben bittim. Bittim..." derin bir nefes alıp gözlerini açtı. "Üzgünüm, bu konuyu konuşmak için buluşmadık sonuçta."
"Sorun değil." dedim. "Ancak sana bir sır vereyim," dedim hafifçe sırıtarak. "bana kalırsa o sana fena halde aşık."
Gözlerindeki yıldızlar sayılabilecek kadar net bir şeklide seçiliyordu. İçine dolan umutla heyecanlanmıştı.
"Ciddi misin?" dedi. Çillerle dolu yanakları hafifçe kızardı. "Hayır, bu doğru olamaz. Eğer öyle olsaydı bana bundan bahsederdi." dedi kendi kendine.
"Bilmiyorum, sadece sen onu öptüğünde suratındaki ifade bana bunu söylüyordu."
"Onu öptüm mü?" dedi ellerini dudaklarına götürüp.
Düşünür gibi yaptım. "Biraz..."
"Bahsettiğin kişinin o olduğuna, veya ben olduğuma emin misin?" diye sordu emin olmak için.
"Bana onun adını söyle. İsmini duyarsam hatırlarım."
"Changbin." dedi. "Seo Changbin."
Kaşlarımı çattım.
Changbin denen adam her bokun içinden çıkıyor.
O Han'la telefonda görüşen arkadaşıydı. Yani önümde oturan bu çocuk Han'ı tanıyor olabilirdi, öyle değil mi?
"Evet." dedim. "O olduğundan kesinlikle eminim."
Hala düşünceli olan suratıma sorar gibi baktı. "Ne düşüyorsun?" dedi kalın sesinin yerini alan tatlı bir ses.
"Sen Han Jisung'u tanıyor musun?" diye sordum.
Her şeyi çözmüş gibi kaşlarını kaldırıp kısa bir süre düşündü.
"Sen Han'ın sahneye çıkmak istememe sebebisin." dedi.
"Eveett, sanırım öyleyim." dedim alnımı kırıştırıp. "Sahneden kastın ne?" diye ekledim.
"Şey..." parmağıyla bir yeri işaret etti. İşaret ettiği yere dönüp baktığımda kafenin köşesinde yer alan bir sahneyi gördüm. Gitar ve piano masası bile vardı.
"Ne yani, Han şarkı mı söyleyecek?"
"Evet!" dedi ellerini çırparak. "Han, Changbin ve Chan hyu..." suratı asıldı. "Yani Han ve Changbin hyung." derin nefesini içine çekti. Chan'ın kim olduğunu sorgulamaya niyetim yoktu, belli ki bu konuda konuşmak onu üzmüştü.
"Changbin ve Han birlikte şarkı mı söylüyorlar. Rüyamda görsem inanmam."
"Han'la nereden tanışıyorsunuz?" diye sordu bana. Ancak gözleri hala ona bahsettiğim öpücükteydi.
"Klinikte tanıştık." dedim.
"Peki Changbin ve benimle nasıl karşılaşmıştın?" diye sordu bu sefer. Konuyu Changbin'e getirmek için elinden geleni yapıyor gibiydi. Bu tatlı hareketi beni hafifçe gülümsetti.
"O gün Han'ı arıyordum. Gece birde bana mesaj attı ve yanına gelmemi istedi. Ben de gittim ancak ortalıkta yoktu. Bende size sincaba benzeyen birini görüp görmediğiniz sordum."
Sincaptan bahsedince kaşlarını çatıp düşündü. "Harbiden sincaba benziyor. Daha önce hiç fark etmemiştim."
"Ona baktığım an gördüğüm tek şey tatlı bir sincaptı." dedim.
Tatlı bir sincap mı? Tatlı mı? Bunu neden söylemiştim bilmiyorum ama kesinlikle tatlı değildi.
"Tatlı olduğunu mu düşünüyorsun?" dedi gayet normal bir soruymuş gibi.
Alaycı bir gülüşle güldüm. "Tatlı falan değil, sadece lafın gelişi işte. Tatlı bir sincap. Sincaplar tatlıdır."
"Sonuç olarak Han bir sincaba benziyor. Yani tatlı bir şeye benzediğini göre onun tatlı olduğunu düşünüyorsun."
Bu civciv gerçekleri pat diye suratıma vurmayı sevmişti sanırım.
"Her neyse. Neyse ne." diye geçiştirdim.
"Changbin'le ne zaman çıkmaya başlıyorsunuz?" diye sordum ona heyecanla. Sanırım hızlı kaynaşmıştık.
"Kes şunu. Benden hoşlanmıyor bile."
"Neden ona sormayı denemiyorsun?" dedim sırıtarak.
"Sen neden Han'a tatlı olduğunu söyle miyorsun?" diye karşı çıktı bana.
"Han ne alaka? Unut onu. Changbin'le ne zaman konuşacaksın söyle hadi."
Bir yandan gülerken bir yandan gözlerini devirdi. "Senin önünde mi öptüm onu?" diye sordu benim sorumu görmezden gelerek.
"Changbin seni kucağına almıştı, sende onun boynuna dolandın sonra onu öptün işte." dedim detaya girmeden.
"Boynunu mu öptüm yani? Dudağını öptüm sanmıştım." üzülmüş müydü bilmiyorum ama suratında tatlı bir ifade belirdi.
"Belki öpmekten fazlası." diye mırıldandım sessizce.
Hafifçe güldü.
Ciddi olduğumu görünce ciddileşti.
"Ne?"
"Hey, bak, Han geliyor." dedim başımla kafenin giriş kapısını gösterip. Felix tereddütle bir bana baktı, bir Han'a.
Han bu tarafa baktığında ise gözleri büyüdü. Hızlıca yanımıza geldi.
"Siz... Siz tanışıyor musunuz?"
"Hayır, ev arkadaşı adayı." diye açıkladı Felix benden önce.
"Harika. Onu kabul edebilirsin kendisini tanıyorum ve...eh idare eder işte." dedi.
"Onunla iyi anlaştık." dedi Felix. O sırada gelen Changbin'i görünce yüzü buz kesildi. Changbin yalnızca Felix'e odaklanmış gibi ona bakıyordu. Bu esnada ikisini çözmeye çalışan Han bir Felix'e, bir Changbin'e bakıyordu.
"Ee, bizi tanıştırmayacak mısınız?" diye sordum. Changbin'i yalnızca bir kez görmüş olsam da Felix'in kendine gelmesi için minik bir uyarıydı bu. Changbin bana baktığı an beni hatırladı. Sadece beni değil olanları da hatırlamış olmalı ki yanakları kızardı.
"Binne, Minho; Minho, Changbinnie." diye hızlıca tanıtırken Changbin bakmadı bile.
"Neler oluyor burda?" diye araya girdi Han.
Ayağa kalktım ve kolumu Han'ın boynuna attım. "Ben tuvalete gidiyorum, benimle bir gelsene." dedim ve onunla birlikte ikiliden uzaklaştım.
"Tuvalete neden beni götürüyorsun be?"
Uzaktaki bir masaya geçtim ve onlara odaklandım.
"Kapa çeneni ve izle." dedim, kolundan tutup onu çekerek masaya oturttum.
"Changbin ve Felix'in arasını mı yapıyorsun sen?" dedi.
"Ben bir şey yapmıyorum, onlar halletmiş zaten."
"Bakıyorum da gruba kolay adapte olmuşsun." dedi gururla gülümseyerek.
"Sen ne zaman şarkını söylüyordun?" diyerek onu susturdum. Yüzüne baktığımda utandığını anlayınca ekledim.
"Neden utanıyorsun ki? Ben de konservatuar okuyorum."
"Sorun da orada zaten. Ben profesyonel değilim."
"Emin ol ben profesyonele yakın bile değilim." Yani, küçük bir yalan olabilirdi. Son zamanlarda dans hocasının gözdesiydim.
"Her neyse, Felixlere odaklan." dedi bana azarlar gibi.
Herhangi bir gelişme yok gibi duruyordu. Sadece konuşuyorlardı. Sadece Changbin'in suratını görebiliyordum ve o da Felix'e hayatında gördüğü en güzel yıldızmış gibi bakıyordu. Ona bakarken gözleri ışıldıyor, tebessüm ediyordu. Konuşmaları biterken Changbin ayağa kalktı ve son sözlerini edip bize doğru geldi.
"Bizi gözetlemek neden bu kadar hoşunuza gidiyor?" diye sordu bize.
"Felix'ten hoşlanıyor musun?" ye sordum direkt. Beni tanımıyordu bile, bu yüzden bana attığı garip bakış için onu yargılayamazdım.
"Yani..."
"Evet. Fena halde aşık." diye cevapladı Han onun yerine.
"Güzel. O da senden hoşlanıyor gibi duruyordu zaten. Bugün onunla konuşmalısın." dedim.
"Sen nereden çıktın ben hala çözemedim." dedi.
"Felix'in yeni ev arkadaşıyım. Yani acele etsen iyi edersin." dedim ve gülümsedim.
"Onu sana asla vermem." dedi aniden sertleşen ses tonu.
"Madem öyle, git konuş onunla." dedim gözlerimle Felix'i işaret edip.
"Minho haklı." diye katıldı Han.
"İyi. Konuşacağım, ama yine de bugün sahneye çıkmamız gerekiyor." dedi Han'a.
"Evet. Git ve şarkını söyle." diye gaz verdim Han'a. O ise bana yüzünü buruşturarak baktı.Changbin ve Han sahneye çıktıkları an birçok kişi sahneye döndü ve tüm kafedeki tüm ses kesildi. Changbin bir adım öne çıkıp önünde duran mikrofona konuştu.
"Uzun süredir gelemediğimiz için üzgünüz, ve bugün artık aramızda olamayan liderimiz için yazdığımız bir şarkıyla geri dönüyoruz. 3RACHA'yı dinlediğiniz için teşekkürler."
Eksik olan bu lidere ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu ancak bu onları belli ki alt üst etmişti. Ben Felix'in yanına geçip otururken Han bana bakıyor, ona baktığımdaysa gözlerini kaçırıyordu. Çektiğim sandalyeye oturduğum sıradaysa Felix göz yaşlarıyla dolmuş gözlerini akıtmamak için kendince savaş veriyordu. Anlaşılan liderleri ölmüştü."Ne yaparsan yap işe yaramayacak, gülümsüyorsun ama
Bunu kim görebiliyorsa, bunun garip olduğunu söyleyebilir, bir şeylerin ters gittiğini
Bir şey biliyormuş gibi görünse de, bilmediğini iddia etsen de
Bir şey farklı, etrafa dikkatlice bakıyorsunOyun alanına gidiyorum ve gülümsüyorum
Birçok anı biriktiriyorum ama
Bir şey farklı, bir şey değişiyor
Zamanın durduğu geçmiş anılarım, NeverlandGeçmişte bir şey
Küçük şeyler bile, senden daha da uzaklaşmışız gibi konuşuyorum
Neden böyle oldum bilmiyorum, sormak istediğim bir şey var, demek istediğim farklı bir şey var
Bu kötü bir şey değil ama sende garip bir şey var, mesela
Eski sen gibi sen değilsin, bunu özlüyorum
Bakış açını değiştirdiğinden beriBir yerde sadece farklı
Görülebilir
Nasıl saklamaya çalışsan da
Başkalarının söylediklerini takip ettiğin gibi
Seninle garipNereye gitti o güzel gülüşün?
Eskiden çok gülen sen, özledim onu
Hepsini görebiliyorum, senin gibi olmayan garip gülümsemeni
Çok parlak olan senin için daha fazla endişeleniyorum
Seni özlüyorum seni özlüyorum
Mutluluk eskiden kulaklarına asılırdı
Tekrar görmeliyim, tekrar göreceğim
Senin parlak tarafın, biliyorum kiYine ne düşünüyorsun?
Yumruk yemişsin gibi o manzara, bunu şimdi daha sık görüyorum
Evet, beni dinliyor musun?
Cevap vermediğin o manzara, sadece yorgun olduğunu görebiliyorumMasum olan sen, genç halinden senden sadece birkaç yıl uzakta
Karmaşık bir şey tarafından eziyet ediliyorsun
Biraz rahatla, önemsiz düşünceleri bırak
Sadece endişeleniyorum, o yüzden söylüyorum, neden tekrar dik dik bakıyorsun?O ifade, o karanlık ifade, bana o bakışla bakma
Seni korkarken görmekten hoşlanmıyorum
Ben de senin gözlerimden kaçtığını görmekten hoşlanmıyorum
Öyleyse çıkar onu, güzel bir günBir yerde sadece farklı
Görülebilir
Nasıl saklamaya çalışsan da
Başkalarının söylediklerini takip ettiğin gibi
Seninle garipKayıp günü bulalım
Farklı yönünüzü değiştirin
O farklı yönünüzü değiştirin, o tek ve farklı tutumları
Daha önce nasıl olduğunu düşünemiyorum bile, söyle bana, nasıl olduğunu bilmek istiyorum
Zaman geçtikçe değişen yönlerin
Belki biliyorsun ama bilmiyormuş gibi yapıyorsun
Bana ne istediğini söyle bebeğim
Bana ne istediğini söyle bebeğim
Seni tekrar görmek istiyorumNereye gitti o güzel gülüşün?
Eskiden çok gülen sen, özledim
Hepsini görebiliyorum, senin gibi olmayan garip gülümsemeni
Çok parlak olan senin için daha fazla endişeleniyorum
Seni özlüyorum, seni özlüyorum
Mutluluk eskiden kulaklarına asılırdı
Tekrar görmeliyim, tekrar göreceğim
Senin parlak tarafın, biliyorum ki"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
END-O | Minsung ✓
FanfictionBu fici baya bi önce yazdım o yüzden baya cringe şeyler karşınıza çıkabilir lütfen dikkat edin.🪽 "Yıllardır nefes almadan yaşadım. Ve bir gün onunla tanıştım. Bana nefes almayı öğretti, sonra da derin sularda beni terk edip gitti." Kendine zarar ve...