Sonra devam etti sözlerine.
" Vazgeç bu şehirden güzel kız. Seni hep ısıtabilecek, tanıyabilecek birini sev. Seni öyle çok sevsin ki üşümene müsaade etmesin, senin yerinede sevebilecek birini bul. Sen olmadığında seni sevmeye devam etsin." Ne demek istediğini anladığımdan emin olamadım, kendine mi konuştu bana mı? İçim ürperdi, anlamadığım halde etkilendim. Buğulu gözlerinde ki dökülmemeye inat eden gözyaşı daha etkileyici yapıyordu bakışlarını. Sevgilisinden ayrılmıştı belki. Çok seviyor olmalıydı. Ben böyle bakışlar görmemiştim. Özlem dolu, sevgi dolu, hüzünlü bakışlar. Ne çok duygu vardı bakışlarında daha benim tanımadığım.
"Kimden bahsediyoruz , sizden mi, benden mi, sevgilinizden mi?"diye sordum. Bu sevginin muhatabını kıskanmanın rahatsızlığıyla. Dolu dolu baktı gözlerime, onu kırmışım gibi. Sevgilisini hatırlamıştı muhakkak... Bir an içimden özür dilemek geldi. Biraz daha kalsa, özür dileyip onu avutma arzusuyla saçmalayacaktım.
" Üşümekten bahsediyoruz. Senin üşümene gerek olmadığından. Belki senin için üşüyen biri vardır. Senin tanımadığın biri. " Uzunca baktı gözlerime... Bir şeyler aradı sanki içlerinde. Öyle ki hep o şekilde kalabiliriz sandım. Gözlerimde her ne gördüyse hoşuna gitmedi. Ve ben, engel olamadığım hayranlığımı saklayamadığıma emindim. Sonra...
" Hoşça kal" dedi ayağa kalkarken. Nereye gidiyorsun diye haykıracaktım az daha. İçimde bir esinti gezindi. Huzursuzluk verdi bana. Öyle kalakaldım ardında, bu sefer ben kırılmıştım galiba... Her şeyi gibi, gidişi de dokunmuştu bana, "kalsaydın, niye gidiyorsun "demek istedim. Küstüm adını bilmediğim bu adama, onu terk eden kıza kızdım içimden. Şanslı kız, bu bakışlarla sevilen o kızı tanımak isterdim. Bu adamın sevdiği kadın kusursuz olmalıydı. Ayağa kalktım, geminin öbür tarafında karaya iniş kuyruğu vardı. Yakışıklı genç adam çoktan gitmiş olmalıydı. Ayaklarım uyuşmuştu sanki, adım atmakta zorlandım kısa bir an. Tanımıyordum onu, romantik bir resim gibiydi önce, sonra tek bir sorusuyla içimi açtım... Tanımadığım bir adama neler anlattım ben, nasıl öyle uzunca bakabildim gözlerine. Vapurdan inmiş kalabalığın içinde yürüyordum. İnanılmaz bir şeydi bu, o gördüğüm garip hayaller kadar inanılmaz. Bu tuhaf hoş adam ne demek istemişti. O da benim kadar saçmalamıştı aslında, hatta daha fazla. Bu kadar güzel saçmalayabilen birini daha görmemiştim. İçimde buruk bir sevinç vardı. Elimde telefonumu tutuyordum, üzerinde ki resme bakıp duruyordum. Gerçekti, bu defa kendimden çıkıp gitmemiştim. Tuhaf hayallerimden biri değildi. Keşke uçup gittiğim o hayallerde o adamı bulabilseydim. Pişmanlık duymadan bakabilseydim gözlerine. Kalabalığa baktım, ona benzeyen bir yüz aradım. Kalabalığın ayak seslerini dinledim, eğer daha güçlü olsaydım, bunca sesin içinden sadece onunkini dinlerdim. Nefes alış verişini, adımlarını, onunla üşümeyi seçerdim elimde olsaydı. Gözlerine bakardım, birlikte üşürdük. O üşümesin, ben onun için de...***
Kısa otobüs yolculuğum bunaltıcıydı. Otobüs o kadar kalabalıktı ki düşüncelerime yer kalmadı. Dışarının aşırı soğuğu, kalabalık otobüsün içinde dayanılmaz boğucu bir havasızlığa bürünmüştü. Kalabalık her zaman olduğu gibi cam açmaya yanaşmadı. İnebildiğim için mutluyum, hayatımın en umutsuz anlarını bu kalabalık ötesi otobüslerde geçiriyordum. Evime giderken dik bir yokuşu çıkmak zorundayım, bu yokuş ilk çocukluğumun , okula gittiğim zamanların hatırasıydı bana. Yirmi beş yaşındayım ve hâlâ bu yokuşu çıkıyorum. Benim için önemli aslında, yakın zamanda bu yokuşu, çocukluğumun geçtiği bu sokakları bırakmak zorunda kalabilirdim. Annem ve babam emeklilikten sonra Bolu'ya taşınmaya karar verdiler. Ablam ve ben bunu istemedik. Patronum Selim Bey'in de desteğiyle ailem ablamı ve beni burada bırakmaya ikna oldular. Annem Selim Bey'in eğer "Zeynep'i götürürseniz bende Bolu'ya göçmek zorunda kalırım." dediğini söylemişti. Selim Bey'e minnettardım, yıllardır yanında çalışıyordum, beni ve herhangi birini incittiğini görmemiştim. Burada kalmamı sağlayarak bana tahmin edemeyeceği kadar büyük bir iyilik yapmıştı. Bu şehri bırakmak benim için tam bir yıkım olurdu. Bu yokuşu her çıkışımda karlı günlere de, buz tuttuğu zamanlar gelirdi aklıma. Bir keresin de Yusuf'la kayıp düşmüştük. Sonrasında yokuşu ağlamamaya çalışarak çıkmaya çabalamamız tam bir komediydi. Her köşede bir anı vardı işte, şimdi önünden geçmekte olduğum bu büyük sevimsiz binanın yerinde kır çiçekleri, yabani otlar vardı önceleri. Çocukluğumuz bu arazide geçmişti, eskiden kullanım hakkı bizdeydi bu arsanın, çocuklarda. O zamanlar sokaklar çocukların malıydı. Büyük kamyon lastikleri vardı arsanın üzerinde, o koca lastiklerde zıplar dururduk, bağırarak şarkılar söylerdik. Eski hurda arabaların olduğu bir başka yer, şimdi soğuk bir binaya sahiplik ediyor. Neden o arabaların orda olduğunu bilmezdik. Çevredeki her şey bizim oyunumuza hizmet ederdi. O camı kapısı olmayan virane arabaların bitli olduğunu düşündüğümüzü hatırlıyorum, yinede çıkmazdık içlerinden. Hiç bitlenmediğimize göre bitli değillermiş anlaşılan. Her geçtiğim evde bir arkadaşım yada ailesi var. Arkadaşlarımın çoğu evlendi aslında. Bende ablam ve kadim dostları gibi kalıcıyım bu mahallede, eğer bugün gördüğüm adamı aklımdan çıkarmayı beceremezsem ömrüm boyunca kimse ile evlenmem. Elimde olmadan gülümsedim bu düşünceye. Birileri beni duymuşçasına başımı eğdim. Deli saçması belki, ama kalbim öyle söylüyor. O kadar eminim ki bundan, niye olduğunu bilmesem de eminim işte, adam içime işledi. Bu şehir gibi vazgeçilmez oldu bir anda benim için, ama bu düşünceleri kendime saklayacağım, ablam ve tayfası için alay konusu olmak istemiyorum. Onlar için bir önemi yok benim ketumluğumun aslında. Ben bilinçsizken, yani uyurken her türlü sorularını yanıtlıyorum nasılsa. Bir tür hastalık benimkisi, uyurken soruları yanıtlayan, uyanıkken başka yerlerde kendini bulabilen tuhaf biriyim. Ben çocukken gördüğüm sanrılar çok netti. Annem ve babam durumumu fark ettiklerinde beni bir çeşit ilaç tedavisine mecbur bıraktılar. Sonra sanrılar gitgide bulanıklaştı. Öyle ki bir zaman geldi kayboldular. Onlar gittiğinde bende kendimden bir parça yitirdim. Kaybolduğumu hissederim bazen. Sanrıların gidişiyle eksik kaldığımı. Eski bakkalımızın önünden geçiyordum, rafları boşalmış, virane görüyor. Neyse ki hâlâ ayakta, en büyük lezzetler bu bakkalın içinde saklıydı benim için. Bu hale geldiğini görmek tuhaf, çevremdeki her şeyin hızla yaşlandığını hatırlatıyor bana. "İyi akşamlar." dedi birisi. Arkamı döndüğümde Yusuf'u gördüm. Okul biteli pek görüşemiyorduk. O üniversite için başka bir şehre gitti, bende Selim Bey'in takı dükkanında işe başladım. Benim gibi oda bir atmış boylarında. Esmer yüzünün hatları oldukça güzel, çocukluğunda olduğu gibi. Kara gözleri, küçük biçimli bir burnu var. Durdum ve yanıma gelmesini bekledim. "Hoş geldin." dedim. Gülümsediğimi görebilmesi için sıkıca sarındığım atkımı indirdim. Oda gülümsüyordu, çocukluğumuza gülümsüyorduk. Bir sürü dedikodu vardı hakkımızda. Herkes, ablam bile ona aşık olduğuma inanıyorlardı. Gece uykumda sormuşlar bana Yusuf'u seviyor musun diye bende evet demişim. Onları inandıramadım bu sevginin herkese duyulandan bir farkının olmadığına. Ablam ve uçarı arkadaşları, onlarla baş etmek mümkün değildir. Benden her zaman beş on yıl öndeler nede olsa. "Nasılsın? Dalgın görünüyordun."dedi Yusuf. "Her zaman ki hâlim." dedim.
"Çocukken de böyleydin sen, kopup giderdin arada." dedi. Çocukken de yürüdüğümüz sokakları adımlamaya koyulduk. Aramızda hoş olmayan bir mesafe vardı. İkimizde ne konuşacağımızı bilemiyor gibiydik.
"Askere gidecekmişsin." dedim sessizliği bozma isteğiyle.
"Okul bitti, askerlikte çıkarsa aradan iyi olur. Sonra iş aramam gerekecek. Öyle işte..." Durdu, bende durdum. Yüzüme dikkatle baktı.
"Bir değişiklik var mı hayatında benim bilmediğim bir şey." diye sordu. Ona bugün gördüğüm genç adamdan bahsetmek istedim. Ne tuhaf, çocukluğumuz beraber geçti. Şimdi koca insanlar olduk ve konuşamıyoruz bile. Aramızda gözle görülür bir mesafe var. Yıllar mı koydu bu mesafeyi aramıza. Sorun artık çocuk olmamamız mı?
"Bir değişiklik yok. İş ve ev arası vapur yolculuklarından ibaret hayatım. Bugünkü vapur yolculuğum harikaydı aslında. Öyle işte..." Bundan sonra her keskin soğuğa minnet borçlu olacaktım, her titrememde o gelecekti aklıma... Ve gözleri hala aklımdaydı. Elimde tuttuğum telefona baktım yine, orda dikilip duruyordu işte. Onun gözlerini unutmamalıydım.
"Vapurları severim... Bu akşam gidiyorum ben Zeynep. Yarın sabah birliğe teslim olmam gerekiyor." Bana bir şey söylemek istiyor gibiydi. Duymak isteyip istemediğimden emin değildim.
"İyi yolculuklar Yusuf. Nasıl derler, hayırlı teskereler."
"Sağ ol. Geldiğimde seni bıraktığım gibi bulmayı umuyorum." dedi. O da boyundan büyük laflar etme hevesine kapılmış olmalıydı. Benim gibi...
"Üşüdüm doğrusu, sonra görüşürüz asker. Vatan sana emanet." dedim. Uzattığım eli tuttu, onun eleride benimkiler gibi soğuktu, hafifçe çekti beni kendine.
"Merak etme, yakında geleceğim." dedi.
"Etmem ... Hoşça kal." Deyip ayrıldım yanından, hızlı adımlar eve yürüdüm. Arkamdan bakıyor olmalıydı. Yok canım kuruntu benimkisi. Bahçe kapısına yanaştığımda, kapıyı açmak için eğildiğimde hafifçe geriye baktım, sokağın ortasın durmuş bana baktığını gördüm. Kilidi açıp doğruldum, hafifçe el salladım ona, arkamdan bakmasının ne anlamı olabilirdi. dedikodular doğru muydu acaba, bir çocukluk hayalinin peşine mi takılmıştı Yusuf. Olabilirdi tabi, ben vapurda ki bir yabancının hayaline kapılmamış mıydım? Her şey mümkündü , insanoğlunun karmaşık doğası işte. İçeri girdim, kışla birlikte donuklaşmış bahçemize baktım. Annemi, babamı özlüyor olmalıydı bu toprak. Kalın hasırdan kurduğumuz salıncağım sallanıyordu hafiften. Bu soğuğun arkası kardır derdi annem hep. Bizi bırakıp köylerine yerleşmeden önce, hep camda beklerdi yolumu... İçim sızladı, özlemiştim. Oysa daha yeni gelmişlerdi bizi görmeye. Küçük sarı badanalı evimiz şirindi, her köşesinde babamın, annemin emeği alın teri vardı. Her gelişlerinde hala hiç durmadan bir şeyleri düzeltirlerdi. Salıncağımın ipi yıpranmış mı diye kontrol ederdi babam. Bu ağaç hiçbir zaman bu salıncaktan mahrum kalmamıştır. Ve bizde tabi, sokağın bütün çocukları da. Kızlar gürültüyle bizim evden çıkıyorlardı.Annem ve babam gittiğinden beri genç kadınların kahvehanesi gibiydi bizim ev. Gerçi önceleri de farklı sayılmazdı durum. Kadın erkek, genç yaşlı herkes bizim bahçede toplanırdı. Herkes severdi annemi ve ablamı, onlarda kızmışlardı bizim gibi annemler Bolu'ya yerleşince. Ama oranın havası iyi geliyordu onlara, orada daha dinç olduklarını söylüyorlardı. Hafta sonları gidiyorduk bazen bizde, eski tosbağayı ancak o zaman çıkarıyorduk garajından, gün yüzü görüyordu canım araba. Gün boyu birlikte değillermiş gibi, yarım saatte ayrılırken konuşuyorlardı. Bir alemdi bu kızlar. Saçları sarıya boyanmış geniş kalçalı olan Muallaydı. Evlendiği adam kumarbaz olunca boşamıştı onu, sonrada çok istemesine rağmen bir türlü evlenememişti. Havalıydı lakabı. Güvenilir birileri çıkmamıştı karşısına, ikincisi Zuhal dar kalçalı. Kırdığı ceviz bini aşmıştı dediklerine göre, oda evlenemedi. Ablamınsa bir nişanlısı vardı, onunla da nişanı attı. Mustafa iyi çocuktu aslıda, evli şimdilerde, karısı ablamı hiç sevmiyor. Ablamda Mustafa'yı hiç sevememiş. Aşk yoksa evlilikte yok derdi bana hep. Ona göre ben aşık olacakmışım, onun yaşayamadığı aşkı ben yaşamalıymışım. Yaş yirmi beş tık yok. Ama ablam hala umutlu, bense bu akşam aşık olduğuma inanıyorum. Her ne kadar anlamı olmasa da, aklım hep o genç adamda. Kapıya geldim, beni görmezden geliyorlardı. Dün yine kızdırmışlardı, kovmuşlardı odadan, konuşacakları varmış. Hiç aralarına almazlardı zaten, çocukluğumdan beri.
"Yatıya kalsaydınız kızlar. "dedim ayakkabılarımı çıkarırken.
"Yemekten sonra geleceğiz, merak etme sen." dedi Zuhal. "Bizimle yaşasanız ya, böyle gidip gelirken yoruluyorsunuz." dedim somurtarak.
"Birkaç yıl daha geçsin düşünürüz." dedi havalı.
"Bende giderim evden, rahat edersiniz." diye söylendim içeri girerken, arkamdan bağırdıklarını duydum.
"Aman birileri küsmüş mü?" dedi havalı Mualla, küsmem umurlarındaydı sanki. Odama gidip üzerimi çıkarmaya koyuldum. Bugün annemi çok arıyordum, aşk acısı zormuş yahu... Sanki anneme sarılsam üzüntüm geçecekti. Onu bir daha göremesem bile üzülmeyecektim. Annem nerdesin? Kahkahalarını duyuyordum, hiçbir zaman onlar gibi kahkahalar atamamıştım. Benimle dalga geçiyor olmalıydılar. Atkımı, beremi, montumu, çantamı çıkarınca yatağın üzerinde koca bir yığın oluştu. Kapı açıldı, aralıktan başını uzattı ablam. Aynı kahverengi gözlere sahiptik, onunkiler daha güzeldi. Daha anlamlı bakıyorlardı nedense.
"Neyin var?" diye sordu, merakla.
"Yok bir şey." dedim kazağımı çıkarırken.
"Çıkar mısın soyunuyorum." dedim. İçeri gelip yatağın üzerine attıklarımı kaldırmaya koyuldu, atkıyı ve bereyi, montumun koluna sıkıştırıp kapının arkasına astı. Çantayı kucağıma alıp yatağa oturdum. Somurttuğumun farkındaydım. "Neyin var?" diye sordu yine, gelip yanıma oturmuştu. Başımı omzuna dayayıp sızlanmaya başladım.
" Beni hep dışlıyorsunuz, annemi özledim, acıktım." diye sıraladım her şeyi.
"Ne oldu Zeynep, uğraştırma beni."dedi ısrarla. Başımı kaldırıp, ona baktım, hiç bir şeyde gözünden kaçmıyordu.
"Ne olacak Arzu, yok bir şey."dedim ayağa kalkarken, dolabı açıp eşofmanlara bakındım.
"Dolabımı mı düzelttin yine?" Kalkıp şifonyeri açtı, eşofmanlarımı alıp bana uzattı.
"Anlatmazsan kızları toplar, sen uyurken her şeyi öğrenirim."dedi gülerek.
"Bende uyumam." dedim omuz silkerek. Kardeş olmak zevkliydi aslında, şımarmak serbestti. Yirmi beş yaşında olsan bile, bu gün biraz nazlanmaya ihtiyacım vardı galiba. "Saçmalama Zeyno, ne oldu tatlım, bana anlatmazsan kime anlatacaksın." Eşofmanımı giyinirken, aynada kendimi gördüm, çok üzgün görünüyordum, ablama baktım, onu endişelendirdiğimi anladım.
"Anlatılacak pek bir şey yok Arzu, bak bugün kartpostalı andıran bir resim çektim. Nerede bu telefon?" Kapıya gidip paltomun cebine baktım, telefonu alıp resmi buldum. Sonra gidip ablama gösterdim. Uzunca bir süre resme baktı. "Yabancı bir adamın resmini mi çektin sen?" diye çıkıştı. "Kimse görmedi. Oda görmedi. Gerçekten." Muzipçe bir gülüşü kaçırdı dudaklarının arasından.
"Hoş görünüyor. Deli kız ... Romantik bir havası var fotoğrafın." Hala resme bakıyordu. Sonra başını kaldırıp beni süzdü.
"Niye üzgünsün peki sen?" Susuyordum, oysa beni tahlil ediyordu.
"Yok artık."dedi. Şaşkın bakışlarında kınayan bir küçümseme vardı. Anlamış olamazdı, ben bile anlamıyorken, o anlamış olamazdı dedim içimden. Bu düşünce beni rahatlattı.
"Bu adamı göremeyeceğin için mi üzgünsün sen?" Bu sefer şaşıran bendim, yutkundum.
"Yok artık." dedim, sessiz bir çığlıktı bu kelimeler benim için. "O zaman sileyim bu resmi." dedi. Korkuyla telefonu elinden kaptım.
"Silmeye ne gerek var." dedim, sesim hırçındı. Durdu ve halime baktı.
"Nasılsa bir daha görmeyeceksin. Koca İstanbul, boşuna üzülme. Hadi elini yüzünü yıka da yemeğe oturalım. Deli kız, bir resme aşık olmuş. Aptal... "diye söylenerek çıktı odamdan. Usulca yatağıma oturup, fotoğrafa baktım. Bilgisayarı açıp yükledim resmi" Biliyorum, ben bir aptalım" diye fısıldadım kendi kendime. Ne sancılı bir şeymiş bu, onu görmemek mi, kim ki o. Uyuyup uyandığımda daha iyi olacağım ve daha akıllı. Her insan böyle şeyler yaşayabilir. Birkaç saatlik anlamsız bir bunalıma teslim olabilir. Bende geçici bir durum yaşıyorum, sadece güzel bir insanın etkisi bu, yarın geçecek. Ama sadece... Ben onu gördüğümde sanrılarımla kaybettiğim o duyguları yeniden bulmuşum gibi hissetmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017
Science Fiction"Aşık olduğum tek kadın. Nasılda hırçın, pervasız. Bu şehir midir bende ki aşkı harlayan? Bir mum gibi eritip, ay misali ışıtan. Nasıl da vuruyor bakışları insanı bağrından. Hüzün kokan sokakları kopup gelmiş geçmişin hazanından...