ZEYNEP
Baki olan aşkın büyülediği kalbim... O aşkla bize gelen Eymen için ayrıca çarpıyordu. Sadece o olabilirdi. Defalarca ve defalarca bir kalp sadece onu sevebilirdi. Aşkı onun buğulu gözlerindeki duygu çokluklarından öğrenmekteydim. Yaşadığı ömürlerdi o gözleri derinleştiren. Taptaze bedeninin içinde insanlıkla yaşıt bir ruhu saklıyormuş meğer. Esila insanı ve ademoğlunun izlerinin eşsiz mührü olmalı o adsız renkle parlayan taç. Eymen varoluşumun tüm anlamlarını değiştirdi. Varoluşun sır dolu perdesinde oynamakta olduğum oyunun unutulmuş hakikatini bildirdi. Her şey nasılda anlam kazandı. Şimdi perdenin arkasından çıkacak bir dolu şeyin heyecanını duymaktayım. İstanbul'un soğuk bir akşamında buğulu gözlerinde hayal kırıklıkları ve bir dolu hasretle çıkagelmiş yabancı... Eymen... İnsanlıkla yaşıt aşkımız. O kadar eski... Ve ben bu kadim aşkın pençesinde pır pır edip duran çılgın yüreğimle ne yapacağımı bilmez haldeyim. Bilmediğim geçmişler boyu sevdiğim adam... O buğulu gözlere aşinaydım... Şimdi daha iyi anlıyorum. İlelebet seveceğim adam. Oysa şimdi hüzün ve umutsuzlukla harmanlanmış endişelerimle boğuşmaktaydım. Bilinmezlik yorucu. Korku baş edilmesi zor bir duygu. Baş edemiyordum. Tüm bu olanlar korkmam için yeterli bir sebep değilse de. Korkaktım işte, hiçbir zaman cesur biri olamamıştım.
Her şeyden korkardım ben.... En çokta sevdiklerimden. İnsan sevdiklerinden de korkar mıymış . Sevmediğim biri beni bu yolculuğa zorunlu bırakamazdı. Üstelik böylesine Eymen'le doluyken. Ondan ayrılmak kahredici bir azaba dönüşmüşken. Tanımadığınız birine hayır demek kolaydı. Hayır demeyi bilmemekten bir sürü olumsuzluk doğardı. Çevremizdekiler kadar derin, çevremizdekiler kadar iyi, çevremizdekilerin aklınca şartlandırılmış olduğumuzu kimse inkar edemezdi. Onlardan ayrı olmayı beceremezdik. Bir vücudun organları misali birbirimize ihtiyaç duymaktaydık. Dostum karga mıydı? Bülbül mü? Şimdi Selim Bey beni nereye götürüyordu. Ona hayır diyememenin bedeli neydi? Yollar uzadıkça uzadı. Bilmiyordum. Soramıyordum. Ve yorgundum. Soru sormak beklettikçe ağırlaşan yüktü. Bazen karşınızdaki üzülmesin diye, kafanızda ölçüp biçerdiniz sorunuzu. O sizi görmezden gelse bile. Siz onu incitmekten korkardınız. O sizi incitse bile. İncitilmeyi tercih edişimdi bu. Kanayan yaralarımı sarmam vicdanımı susturmaktan daha kolaydı. Selim Beyin sertleşmiş yüz hatları kapkara bir duvarı andırıyordu. Tek kelimeyle kıvranıyordum. İstemediğim bir coğrafyaya zoraki bir nezaketle götürülürken bile düşüncelerim yörüngesinden şaşmıyordu. Bu yörüngenin takipçisi olmak zordu. Yörüngeden sapmaksa yanıp kül olmaktı. En az hatayla yaşamalıydım ... Başka türlüsü olamazdı... Hatalarım vicdanıma saplanan hançerlerdi. Acıyan ve acıtan ben olduğumdan kendimle hesaplaşamamanın sıkıntısı katlanılmazdı. Söz konusu kendi hatalarım olduğunda fazlasıyla acımasız ve kindardım. Başkalarını incitmek kendime vereceğim en büyük ceza olurdu. Vicdan sahipleri için birilerini kırmak kör kuyuya gözler kapalı atlamaktan farksızdı. Gün ağarmadan yola çıkmıştık. Uykum daha açılmadan, kendimi sabahın ayazında arabaya doğru yürürken buldum. İlk düşüncem soğuktan kaçmak ve uyumaktı. Bu kadar hızlı gitmeye ne gerek vardı anlamıyordum. Her şey rüya gibi geçip gidiyordu camın kenarından. Şehir dışına çıkalı çok olmuştu. Gün öğleyi bulmuştu şimdi. Uyuyup uyanmıştım, keşke yeniden uyuyabilseydim. Arabada Ali'nin kuzenlerini görünce şaşırmıştım. Nazik bir şekilde karşılamışlardı beni. Sanki onlar rahat yataklarını sabahın köründe terk etmek zorunda kalmamışlardı. Onlarınki kadar içten olmasa da gülümsemeye çalışmıştım. Bu garip tatil planı da neyin nesiydi? Kırk yıllık Selim Bey biri birden sürpriz meraklısı olamazdı. Ablam beklenmedik sabah sürprizi için başıma dikilmişti. Ne olduğunu anlayamamıştım. Tatil, sürpriz, Selim Bey, konuşan taşlar semineri gibi bir şeylerden bahsetmişlerdi, Uyku sersemi bu işte Ali'nin parmağı olabileceğini düşünmüştüm. Benden habersizce hazırladığı bavulumu elime tutuşturup beni uğurladı. Ama hiçbir yere gitmeye niyetim yoktu. Muhtemelen akşam geri dönecektim. Ali'nin bu yaptığı iyi bir şey değil diye düşünmüştüm. Selim Bey kahvaltı yapabileceğimiz bir yerde durmalarını söyledi. Yol üstü uğrak yerlerinden biriydi. Yeni durmuş otobüsten inen insanlar uykulu görünüyorlardı. Otobüsten inen sarı saçlı kadının topuklu ayakkabılarına baktım. Onlarla yolculuğa çıkmak cesaret işiydi. Nasıl bir kadın sabahın bu saatinde bu kadar bakımlı görünebilirdi. Şöyle bir üzerime baktım. Her zamanki gibi giyinmiş olmam iyiydi. Uyku sersemi ne yaptığımı fark etmemiştim bile. Öyle sabah vakti herkesi uyanık görünce biraz korkmuştum . Bir müddet yüreğim ağzımda gezmiştim, halada öyle hissediyordum aslında. Yiğit ve Kadir. Bizden ayrı masalara oturdular. Başka masaya oturmak istemelerine anlam veremedim. Onları ilk defa akşamki yemekte görmüştüm. Mahcup halleri tuhafıma gitmişti, üzgün görünüyorlardı. Yiğit'in kıvırcık saçları siyah ve biraz uzundu. Saçlarıyla aynı renk sürmeli gözlere sahipti. Bembeyaz yüzü çok güzeldi. Ali gibi uzun boyluydu. Kadir ise sarı saçlı mavi gözlüydü. Kartpostallardaki sarışın oğlan çocuklarını andırıyordu. Çaylarımızı gelmişti, kahvaltı için sadece tost istedim. Ne Selim Bey ne diğerleri bir şey istemediler. Tostumu yiyip Ali'yi aramayı düşündüm, acaba o neredeydi? Selim Beyin halinde bir gariplik vardı. Aslında bu sabah sürprizinde bir gariplik vardı. Düşünceli bir halde çayına şekerini atıp karıştırmasını seyrettim. Diğer masada oturan gençlere baktım. Dün geceki kadar üzgün görünüyorlardı. Kalbim korkuyla tekledi, sonra normalinden fazla çalışarak beni korkutan öğelere bir yenisini ekledi. Selim Bey benimle konuşmak istiyordu. O yüzden diğerleri başka bir masaya oturmuşlardı. Yutkundum, derin bir nefes aldım. Konuşmaya başladım.
"Ne oldu Selim Bey?" Yaşlı sevimli yüzde küçük bir gülücük belirdi. Beni rahatlatmak istiyordu. Çayından bir yudum alıp gözlerini ahşap mekanın tahta duvarlarında gezdirdi. Yanımızdan gülüşen iki genç kız geçip gitti. İleride bir masaya oturup gülüşmeye devam ettiler. Sabah saati enerjileri inanılmazdı. Kızlardan ayırdığım bakışları Selim Bey'in parlak yüzüne çevirdim. Küçük gözlerindeki endişe gitgide açığa çıkıyordu.
"Senden bir ricam var kızım. Sen benim evladımsın, kıymetlimsin. Ama şimdi benim ve sevdiğim başka insanların senin yardımına ihtiyacı var. Seni bir yere götürmek zorundayım Zeynep. Beni kırma ve gel."dedi. Söyledikleri anlamsızdı, ama söyleyen insan değerliydi, nereye istese giderdim. Başka yol yoktu.
"İstediğiniz yere gelirim Selim Bey, ama anlamıyorum, Ali iyi değil mi?" Birden aklıma gelen yakıcı ihtimalle hayat durdu, sesler kesildi.
"Ali iyi kızım, şimdi yatağında uyuyordur."dedi. Bir rahatlamayla konuşmamı sürdürdüm.
"Peki kimin benim yardımıma ihtiyacı olabilir, nereye gidiyoruz?" İnsanın içini gören bakışlarını gözlerime dikti. Bakışların keskinliğiyle irkildim. Keskin bakışlardan gözlerimi kaçırmadım.
"Bir masal diyarına götüreceğim seni, orayı kendi gözlerinle görmen gerek Zeynep. Oradaki insanları göreceksin, tanıyacaksın. Senden istediğim şeyi sonra anlatacağım. Zamanı geldiğinde. Seni hayal edemeyeceğin bir yere götüreceğim kızım." Yüreğim pır pır edip çırpınıyordu, beni güçsüz bırakacak kadar yormuştu kendini. İçimden kaçıp gitmek istiyordu. Pır pır etse de uçamazdı, o bana ben ona mahkumduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017
Science Fiction"Aşık olduğum tek kadın. Nasılda hırçın, pervasız. Bu şehir midir bende ki aşkı harlayan? Bir mum gibi eritip, ay misali ışıtan. Nasıl da vuruyor bakışları insanı bağrından. Hüzün kokan sokakları kopup gelmiş geçmişin hazanından...