41-(ZEYNEP Espila)

12 3 0
                                    

___Kimim  ben?

__  Kimim?  Korkmuyorum  artık. 

Korkmuyorum  artık  sormaktan.  Her  neydiysem,  her  ne isem  öğrenmem  gerektiğini  biliyorum  artık. Soruyorum  işte sana korkmuyorum.  Söyle lütfen. __ Geç  kalmış olsam  da cevap ver  sorularıma. Kurtar  beni  yalanlarımdan. Ağlıyordum.  İçimde  daha  önce  hiç  tatmadığım  bir  acı  vardı.  Bense  her  şeyi  bırakmış  ışığa yürüyordum.  Güneş  yere  inmişti.  Ona  doğru  uçuyordum,  ellerimi  uzatmış  güneşi  kucaklamak  gibi bir  hayalle  sorular  soruyordum.  Güneşin  ardında  beni  bir  bekleyen  vardı  biliyordum.  Kimdi  o? Kimdi?  O  her  kimse  ben  oydum.  Zeynep,  Espila,  Ali  yahut  Eymen  kimse  yoktu.  Bir  tek  o  vardı benim  için.  Gözlerimden  akan  yaşları  durduramıyordum.  İçimde  ki  ateşin  harından,  can  acısından güneşe koşuyordum. Sonra  birden  değişti  her  şey.  Göğe  aldılar  beni.  Bulutların  arasına  karıştım.  Yerde  bir  tek  o vardı. Eymen... Eymen'im... Uğruna kazanılmış insanlığımdan vazgeçtiğim  adam.  Bir  masa başında oturmuş,  açmış  avuçlarını  ağlıyor.  Çok  üzgün.  Bir  sancı  saplanıyor  içime.  Onu  öyle  bırakıp  gitmenin vicdan azabı. İçimde  bir  ses  arkama  dönmemi  istedi.  Döndüm.  Karanlık  vardı.  Bir  adam  elini  uzatmıştı. Önce  uzanan eli  gördüm. Sonra  karanlığın içinde acı  çeken o adamı... Babür'ü... Soruyorum  yine... ___ "Kimim  ben?  Kim?" Eymen  ağlıyor  toprağın  üzerinde.  Ve  ben  ağlıyorum  bulutların  arasında.  Ne yükselebiliyorum,  ne  de  onun  yanına  gidebiliyorum.  Çok  yalnızmışım  ve  yokmuş  haberim.  Ben  dost meclisinden  kendi  dileğimle  ayrılmış.  Bildiğim  her  güzelliği  bırakıp  unutmayı  seçmişim.  Ah  içim sızlıyor.  Hatırlayamadığım  her  hatıra  için,  göremediğim  her  hakikat  için  içim  sızlıyor.  Şimdi  bu  nur tanelerinde  görüyorum  kendimi.  Nasıl  bir  zarafetin içinden  sıyrılıp  gelmişim  bu  dünyaya.  Ah  o  hayat nasıl  bir  lütuf  nasıl  nazlı  bir  hayal...  Eymen  için  ben  kendimi  öldürmüşüm.  Ne  çok  sevmişim.  Öyle sevmişim  ki  kendimden  vazgeçmişim.  Şimdi  ne  yerdeyim  ne  gökteyim.  Ne  ölüyüm  ne  diriyim? Kaybettim. Aldandım.   Ağlıyorum.  Feryadım  duyulsun  istiyorum.  Ve  bir  anda  kendimi  bir  göl  başında  buluyorum. Kupkuru  etrafında  tek  bir  ot  dahi  bulunmayan  bir  göl.  Kuru  ağaçlar  bir  daha  hiç canlanmayacakmışçasına  korkutucu,  hüzünlü.  Bırakıyorum  düşünmeyi.  Sanki  ben  ben  değilim. Soruyorum  sadece. ___"Kimim  ben?  Lütfen  yalvarıyorum  söyleyin  artık  öğrenmek  istiyorum..."  Dizlerimin üzerine  çökmüştüm. Ağlamaktan başka bir  şey  gelmiyordu elimden. Sonra  bir  mırıltı  geldi  kulağıma.  Cennet  inme  bir  dua,  bir  ilahi  belki.  İçindeki  bütün hüzünleri,  korkuları  aşka,  cesarete  dönüştüren  bir  ses.  Ve  elimde  bir  güç  hissettim.  Bana  ait  olmayan bir  güç.  Ve  o  vakit  anladım  ki  bana  ait  olan  hiçbir  şey  yok.  Gülümsedim.  Güçsüzlüğümü kabullenişim  kolaylaştırmıştı  her  şeyi.  Yavaşça  elimi  kaldırdım.  Elim  bir  ışık  topu  olmuştu. Hayranlıkla  elime  baktım.  Sonra  nurdan  melekler  söylenen  ilahiye  eşlik  ederek  kurumuş  gölün etrafına  doğru  yürümeye  başladılar.  Bir  sevinç  sardı  ruhumu.  Daha  önce  şahit  olmadığım  bir heyecan.  Kırmızı  kandiller  vardı  ellerinde.  Ayağa  kalktım.  Bu  kupkuru  araziyi  tanımaya  çalıştım. Bolu  da  ki  göle  benziyordu...  Bu  göl  nasıl  bu  hale  gelmiş  olabilirdi  ki.  Gökyüzünden  nurdan  bir  kar yağmuru  başladı.  İçimden  bir  ses  ağaçlara  dokun  dedi.  Şimdi  sevinçten  ağlıyordum,  Eymeni, dünyayı,  kendimi  her  şeyi  unutmuştum.  Sadece  bu  kuru  ağaçlar  vardı.  İlk  önüme  gelen  dev  çam ağacına  nura  kesmiş  elimi  dokundurdum.  Birden  yeşerdi  ağaç,  ilahi  söyleyenlerin  sesi  daha  da güçlendi.  Ağacın  yeşermesi  beni  heyecanlandırmıştı.  O  şaşkınlıkla  önüme  gelen  her  ağaca dokundum,  öptüm,  okşadım.  Ve  hepsi  karşılık  verdi.  Kupkuru  olan  bu  yer  birden  yeşermeye  başladı. Koşmaya  başladım.  Bu  hülyadan  uyanmadan  önce  bütün  ağaçları  uyandırmalıydım.  Koştum,  koştum ve  koştum.  Sonrasında  uçuyordum.  Ve  ağaçlar  yeşerdi  ben  uçarken,  toprağa  değdi  elim  toprak yeşerdi,  kır  çiçekleri  donandı  elimin  değdiği  yere.  Ve  uçup  gölün  içine  girdim.  Göl  yemyeşil  sularla doluverdi.  Meleklerde  sevindi  benim  gibi.  Kandillerini  yaktılar  bir  bir.  İçlerinden  en  büyük  olanı bana  yanaştı.  Gözüm  kamaştı,  ona bakamadım.    ___" Hadi  gel  artık. Buradayız  seni  bekliyoruz."dedi. İlahi  kesilmişti.  Melek  ve  göl  kaybolmuştu.  Gözlerimi  açtım.  Odamdaydım.  Bu  gördüğüm rüya  olamazdı.  Gözlerim  Eymen'i  aradı.  Yoktu.  Oysaki  bir  an  bile  yanımdan  ayrılmazdı.  Yataktan doğruldum.  Kendimi  çok  halsiz  hissediyordum.  Ama  Eymen'i  bulup  ona  gördüklerimi anlatmalıydım.  Beni  göle  götürmesini  istemeliydim.  Zorlukla  kalktım.  Canım  acıyordu.  Ama  beni hafifleten  bir  şeyler  vardı.  Odadan  çıktım.  Ev  bomboştu.  Hala  uyuduğumu  düşündüm.  Anahtarlığa gidip  arabanın  anahtarını  buldum.  Evin  böyle  boş  olması  çok  tuhaftı.  Arabaya  gittim.  Canımın acısını,  halsizliğimi  düşünmemem  gerekirdi.  Oraya  gitmeliydim.  Orada  beni  bekleyen  bir  şeyler vardı.    Araba  tozlanmıştı.  Yola  çıkabilmem  için  önce  camları  temizlemeliydim.Ama  gözlerimi  açık tutamıyordum,  yere  yığılmak  üzereydim.  Hissettiğim  hafiflik  beni  bahçeye  kadar  getirebilmişti.  Tam yere  yığılırken  bir  el  beni  kavradı.  Etraf  kararmıştı...  Ama  beni  tutanın  kim  olduğunu  biliyordum. Oydu.  Bin  yıllık  kokusu  büyüleyiciydi.  Yüzümün  ne  halde  olduğunu  bilmiyordum  ama gülümsüyordum. Bilincim  yerindeydi  ama gözlerimi  açamıyordum.   __"  Eymen...  Eymen...  Göl..."  diyip  kendimden  geçtim.  En  son  hatırladığım  Eymen'in sıcaklığıydı. Ve baş  döndürücü kokusu...

ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin