___Kimim ben?
__ Kimim? Korkmuyorum artık.
Korkmuyorum artık sormaktan. Her neydiysem, her ne isem öğrenmem gerektiğini biliyorum artık. Soruyorum işte sana korkmuyorum. Söyle lütfen. __ Geç kalmış olsam da cevap ver sorularıma. Kurtar beni yalanlarımdan. Ağlıyordum. İçimde daha önce hiç tatmadığım bir acı vardı. Bense her şeyi bırakmış ışığa yürüyordum. Güneş yere inmişti. Ona doğru uçuyordum, ellerimi uzatmış güneşi kucaklamak gibi bir hayalle sorular soruyordum. Güneşin ardında beni bir bekleyen vardı biliyordum. Kimdi o? Kimdi? O her kimse ben oydum. Zeynep, Espila, Ali yahut Eymen kimse yoktu. Bir tek o vardı benim için. Gözlerimden akan yaşları durduramıyordum. İçimde ki ateşin harından, can acısından güneşe koşuyordum. Sonra birden değişti her şey. Göğe aldılar beni. Bulutların arasına karıştım. Yerde bir tek o vardı. Eymen... Eymen'im... Uğruna kazanılmış insanlığımdan vazgeçtiğim adam. Bir masa başında oturmuş, açmış avuçlarını ağlıyor. Çok üzgün. Bir sancı saplanıyor içime. Onu öyle bırakıp gitmenin vicdan azabı. İçimde bir ses arkama dönmemi istedi. Döndüm. Karanlık vardı. Bir adam elini uzatmıştı. Önce uzanan eli gördüm. Sonra karanlığın içinde acı çeken o adamı... Babür'ü... Soruyorum yine... ___ "Kimim ben? Kim?" Eymen ağlıyor toprağın üzerinde. Ve ben ağlıyorum bulutların arasında. Ne yükselebiliyorum, ne de onun yanına gidebiliyorum. Çok yalnızmışım ve yokmuş haberim. Ben dost meclisinden kendi dileğimle ayrılmış. Bildiğim her güzelliği bırakıp unutmayı seçmişim. Ah içim sızlıyor. Hatırlayamadığım her hatıra için, göremediğim her hakikat için içim sızlıyor. Şimdi bu nur tanelerinde görüyorum kendimi. Nasıl bir zarafetin içinden sıyrılıp gelmişim bu dünyaya. Ah o hayat nasıl bir lütuf nasıl nazlı bir hayal... Eymen için ben kendimi öldürmüşüm. Ne çok sevmişim. Öyle sevmişim ki kendimden vazgeçmişim. Şimdi ne yerdeyim ne gökteyim. Ne ölüyüm ne diriyim? Kaybettim. Aldandım. Ağlıyorum. Feryadım duyulsun istiyorum. Ve bir anda kendimi bir göl başında buluyorum. Kupkuru etrafında tek bir ot dahi bulunmayan bir göl. Kuru ağaçlar bir daha hiç canlanmayacakmışçasına korkutucu, hüzünlü. Bırakıyorum düşünmeyi. Sanki ben ben değilim. Soruyorum sadece. ___"Kimim ben? Lütfen yalvarıyorum söyleyin artık öğrenmek istiyorum..." Dizlerimin üzerine çökmüştüm. Ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Sonra bir mırıltı geldi kulağıma. Cennet inme bir dua, bir ilahi belki. İçindeki bütün hüzünleri, korkuları aşka, cesarete dönüştüren bir ses. Ve elimde bir güç hissettim. Bana ait olmayan bir güç. Ve o vakit anladım ki bana ait olan hiçbir şey yok. Gülümsedim. Güçsüzlüğümü kabullenişim kolaylaştırmıştı her şeyi. Yavaşça elimi kaldırdım. Elim bir ışık topu olmuştu. Hayranlıkla elime baktım. Sonra nurdan melekler söylenen ilahiye eşlik ederek kurumuş gölün etrafına doğru yürümeye başladılar. Bir sevinç sardı ruhumu. Daha önce şahit olmadığım bir heyecan. Kırmızı kandiller vardı ellerinde. Ayağa kalktım. Bu kupkuru araziyi tanımaya çalıştım. Bolu da ki göle benziyordu... Bu göl nasıl bu hale gelmiş olabilirdi ki. Gökyüzünden nurdan bir kar yağmuru başladı. İçimden bir ses ağaçlara dokun dedi. Şimdi sevinçten ağlıyordum, Eymeni, dünyayı, kendimi her şeyi unutmuştum. Sadece bu kuru ağaçlar vardı. İlk önüme gelen dev çam ağacına nura kesmiş elimi dokundurdum. Birden yeşerdi ağaç, ilahi söyleyenlerin sesi daha da güçlendi. Ağacın yeşermesi beni heyecanlandırmıştı. O şaşkınlıkla önüme gelen her ağaca dokundum, öptüm, okşadım. Ve hepsi karşılık verdi. Kupkuru olan bu yer birden yeşermeye başladı. Koşmaya başladım. Bu hülyadan uyanmadan önce bütün ağaçları uyandırmalıydım. Koştum, koştum ve koştum. Sonrasında uçuyordum. Ve ağaçlar yeşerdi ben uçarken, toprağa değdi elim toprak yeşerdi, kır çiçekleri donandı elimin değdiği yere. Ve uçup gölün içine girdim. Göl yemyeşil sularla doluverdi. Meleklerde sevindi benim gibi. Kandillerini yaktılar bir bir. İçlerinden en büyük olanı bana yanaştı. Gözüm kamaştı, ona bakamadım. ___" Hadi gel artık. Buradayız seni bekliyoruz."dedi. İlahi kesilmişti. Melek ve göl kaybolmuştu. Gözlerimi açtım. Odamdaydım. Bu gördüğüm rüya olamazdı. Gözlerim Eymen'i aradı. Yoktu. Oysaki bir an bile yanımdan ayrılmazdı. Yataktan doğruldum. Kendimi çok halsiz hissediyordum. Ama Eymen'i bulup ona gördüklerimi anlatmalıydım. Beni göle götürmesini istemeliydim. Zorlukla kalktım. Canım acıyordu. Ama beni hafifleten bir şeyler vardı. Odadan çıktım. Ev bomboştu. Hala uyuduğumu düşündüm. Anahtarlığa gidip arabanın anahtarını buldum. Evin böyle boş olması çok tuhaftı. Arabaya gittim. Canımın acısını, halsizliğimi düşünmemem gerekirdi. Oraya gitmeliydim. Orada beni bekleyen bir şeyler vardı. Araba tozlanmıştı. Yola çıkabilmem için önce camları temizlemeliydim.Ama gözlerimi açık tutamıyordum, yere yığılmak üzereydim. Hissettiğim hafiflik beni bahçeye kadar getirebilmişti. Tam yere yığılırken bir el beni kavradı. Etraf kararmıştı... Ama beni tutanın kim olduğunu biliyordum. Oydu. Bin yıllık kokusu büyüleyiciydi. Yüzümün ne halde olduğunu bilmiyordum ama gülümsüyordum. Bilincim yerindeydi ama gözlerimi açamıyordum. __" Eymen... Eymen... Göl..." diyip kendimden geçtim. En son hatırladığım Eymen'in sıcaklığıydı. Ve baş döndürücü kokusu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017
Sci-fi"Aşık olduğum tek kadın. Nasılda hırçın, pervasız. Bu şehir midir bende ki aşkı harlayan? Bir mum gibi eritip, ay misali ışıtan. Nasıl da vuruyor bakışları insanı bağrından. Hüzün kokan sokakları kopup gelmiş geçmişin hazanından...