18-Espila'dan(Harenin bilinmeyen rengi)

45 5 0
                                    

         Odanın kapısını açıpta onu gördüğüm zaman, hayal olduğuna o kadar emindim ki. Beni delirten sanrılarımdan biri sandım. Kapattığım kapıya başımı yaslayıp mantıklı düşünmeye çalışmıştım. Odamın ortasında dikilip duran o olamazdı. Bu mümkün değildi. Sonra onu görebiliyorsam eğer, bunun ne şekilde olduğunun önemli olmadığına karar verdim. Özlemiştim, elimde gerçeğe yakın bir Ali varsa bile, bu içimdeki acıyı, bir parça olsun dindirebilirdi. Hayaldi, hayal
de olsa yaşanmaya değer olduğuna karar vermiştim. İçimden yükselen heyecan gerçekti. Bir hayal için fazlaydı duygularım. Karışmış içim bir kor parçasından ibaretti. Gözlerimde bile hissediyordum yangını. Sonra arkamı dönmekten korktum, belki de yoktu, hayalide gitmişti. Ben ya da ruhumdaki başka bir şey. " seni bekleyen biri var. " Demişti. "Sana geleceğini söylemiştim demişti." Evet... Evet, öyle söylemişti.

Sonra düşüncelerimi doğrulamak ister gibi.
"Zeynep" dedi. Arkamdan gelen yumuşak sesiyle. İçimi titreten sese doğru döndüm. Bir hayal bu kadar gerçekçi olamaz dedim kendi kendime. Her şeyi hayal etmiş olsam bile loş ışığın, güzel yüzünün yarısını gölgede bırakacak şekilde, aydınlattığını hayal etmiş olamazdım. Gözlerindeki derinliği hayal etmiş olamazdım, hasreti, endişeleri... Ama yinede ona sormak, dokunmak istedim. Tanıdık koku bana ulaştı, koku hayal edilebilir miydi?
Yatağıma uzanmış başıma gelen en güzel şeyi düşünüyordum. Ansızın gidip, sonra beklenmedik bir gecede çıkageliyordu. İçim neşeye kesmişti. Coşku, heyecan, mutluluk ve utanç hepsi birden sığabilmişti yüreğime. Aşktan geri kalmış o küçük boşluğa neler sığabiliyormuş meğer. Bir kalp içine daha neleri alabilirdi. Minnettarlığımın altında içim burkuluyordu. Onun var edene minnettardım. Dedim ya içime sığışmaya çalışan bir sürü duygu vardı. Duyguların sarsıcı gücü altındaydım. Hayatın müziğini içimizde taşıyorduk. İnsanoğlu kendisi hariç her şeyi çözmeğe muktedirdi. Sırlar içinde sırdık. Gülümseyerek tavana bakıyordum. Düşünecek öyle çok şey olmuştu ki. Ne olmuştu bizim Zeynep'imize, durağan hayatı nasılda renklenmişti. Ali'nin eşsiz bir rengi olmalıydı gerçektende... Aşkıyla genç bir kızı uçurabilecek güçteydi, rengiyle bütün renklerin ışığını değiştirebilirdi o. Onu hak edebilecek ne yapmış olabilirdim ki? İçimden defalarca kez şükrettim. Sevgilerin sabine. Dualarımı gelen hanımların kahkahaları durdurdu. Bu kadar gülecek şeyi nereden buluyorlardı. Daha üzerimi bile değişmemiştim. Hızlı hareketlerle, yorganın altına dalıp, uyuyor numarası yaptım. Beni bu geceliğine sorguya çekmemelerini umuyordum. Keşke pijamalarımı giymiş olsaydım, daha inandırıcı olurdu. Yinede şansımı denemeliydim. Kapıyı açıp içeri girdiler. Ablam sessiz olmaları için uyardı. Kahkahaları sessizken bile fazla gürültülüydü. Bu kadar çok gülmeleri normal olabilir miydi? Her şeyi dalgaya alıp, mutlu olmaya çalışıyorlardı. Arkadaşlıklarına sahip olmak bile onlar için yeterliydi. Bazen onların her şeyi çözmüş olduğuna inanıyordum. Bazen de hiçbir şey bilmediklerine. Odama girdiler, gece lambamı kapamayı unuttuğumu fark ettim. Düzenli nefes almaya çalıştım. Bir süre sessizlik içinde başımı beklediler.
"Uyuyup kalmış " dedi ablam.
"Ah canım, bırakalım da uyusun " dedi. Havalı Mualla. Birazdan gideceklerdi, bende dilediğim kadar düşünebilecektim. Sonra birden üzerimdeki yorgan havalandı. Arkasına saklandığınız duvarın tuzla buz olması gibi bir şeydi bu. Rahatsız olmuştum. Gözlerimi açıp onlara kocaman gülümsedim. Olayı ufak sıyrıklarla atlatmaya çalışıyordum. İkisi de yatağımın yanında dikiliyorlardı. Yorganımın ellerindeydi. İfadeleri oldukça kararlı duruyordu. Beni didiklemeye hazır görünüyorlardı, gün boyu koşuşturmuşlardı halbuki. Pasta, börek, temizlik. Akşam misafirlere hizmet etmişlerdi. Bu kadar enerjiyi nerelerinde saklıyorlardı bu kızlar. Ablam dalga geçen bir ifade takındı yüzüne, yatağın kenarına otururken konuşmaya başladı.
"Sen böyle sahtekarlıklara baş vurmazdın ne oldu sana."
"Yarın konuşsak olmaz mı ?" dedim acıklı bir sesle. Her ayrıntıyı öğrenmek isteyeceklerdi. Dahası her şeyi anlatsam bile başka şeyler olduğundan şüpheleneceklerdi. Bana güvenmiyorlardı, konu Ali olunca güvenmemekte haklılardı aslında. Konu Ali olduğunda ben bile kendimi tanıyamıyordum. Havalıda yatağın öbür tarafına geçip oturdu. Oraya doğru geçerken, dizleriyle kaval kemiklerimi ezdiğini hissettim.
"Canımı acıttın... " diye sızlandım.
"Ne istiyorsunuz benden?"diye yumuşak bir tonla çıkıştım engel olmadığım bir şımarıklıkla.
"Yorma bizi Zeynep, bu iş ya zorla olacak, yada paşa paşa anlatacaksın" dedi, Mualla.
"Neyi merak ediyorsunuz?" Diye sordum isteksizce.
"Niye gelmiş?" diye sordu ablam. Elini bacağıma koymuştu. Rahatsızlıkla bacağımı oynattım.
"Ya yorganı niye yere attınız. Birde benim pis olduğumu söylersiniz" diye sızlandım güçsüz bir sesle. Kalkıp yorganımı yerden aldım. Sandalyemin üzerine bırakıp, yatağa oturdum. Sırtımı yatağın başına dayadım, rahat edemeyince, yastığı sırtıma koyup yeniden yaslandım. Sabırsızlık içinde bana bakıyorlardı.
"Zuhal hanım neredeler, ona da bir fasıl geçemem söyleyeyim" dedim.
"Ona söylemedik daha... Onun çenesi biraz gevşektir" dedi ablam. Sora sabırsızlıkla sorusunu tekrarladı.
"Hadi Zeyno sinir etme insanı, niye gelmiş o saatte. Ne işi varmış burada."
"Bu kadar zaman ne yaptınız peki?"
"Beni sevdiğini söyledi... Aslında seni seviyorum demeyi hak ettiğini söyledi... Aslında o söylediğinde kulağa daha hoş geliyordu." Asla onun ağzından duymaya benzemiyordu. Kendimden duyunca bütün sihri yok oluyordu kelimelerin. Bu gecenin sihrini benden almaya kararlı görünüyorlardı. Burnuma bir koku geldi. Başımı sağa sola çevirerek havayı kokladım. Sonra havalının kırk numara taraklı ayaklarına kilitlendim. "Ayakların mı kokuyor senin" dedim. Buruşmuş yüzüme bir kahkaha attı. Sağ ayağını kaldırıp burnuma sokmaya çalıştı. Bir yandan da konuşuyordu.
"Kokla bakiyim, zihnin açılır. Olanları daha rahat hatırlarsın" dedi. Ben ayağından kurtulmaya çalışırken onlar, gülüşüyorlardı. Havalı konuşmasını sürdürdü.
"Öptü mü seni?" diye sordu havalı Mualla, direk konuya girmek onun tarzıydı. Bir süre bakışlarımı onların üzerinde gezdirdim. Nabız yoklaması yapıyordum. Ama sakin , hatta keyifli görünüyorlardı. Havalıyla göz göze geldiğimizde, başı ve gözleriyle ayağını işaret etti. Ayağına bakınca aşağı yukarı hareket ettirdiğini gördüm. Güldüm, onlara gerçeği vermeye karar verdim. Tek kurtuluş yolu buydu sanırım.
"Ben onu öptüm..." Ablam gözlerini belertip, bacağımı morartacak güçte bir çimdik attı.
" Ah... " diye acıyla inledim. Çimdiklediği yeri ovalıyordum. Birde kendimi temize çıkarmaya çalışıyordum.
"Ah... Sormayın o zaman, yalan mı söyleseydim yani."
"Akıllı dur Arzu , kızı yalan söylemeye teşvik etme. Olan olmuş, bırak da anlatsın." Sonra bana tatlı bir sesle hitap etti, sanki yumuşaklığıyla küçük bir çocuğun ağzından laf alıyordu. "Senin böyle bir şey yaptığına inanamıyorum Zeynep. Hadi anlat bakalım, nasıl oldu, ne düşündün gerçektende merak ediyorum."
Meraklı bakışları beni olumlu yönde etkilemiyordu. Aynı anda bir çok duyguyu içimde yaşıyordum. Onların meraklı bakışları tatlı utancımı unutmama pek yardımcı olmuyordu. Yüzümün yandığını hissedebiliyordum.
"Utanmaz" diye söylendi. Bir çocuk gibi dudaklarımı sündürmüstüm. "Üzülme hadi, bu ablan hiçbir şeyden anlamaz zaten. Aşkı hayallerdekinden ibaret sanıyor."
"Konuyu yine bana getirdiğine inanamıyorum. "
"Konuşma kız. Senin yüzünde haberleri alamıyorum zaten. Git paketi getir, portmantonun orda olacak" dedi. Ablam kalkmak için doğrulurken bende itiraz ettim.
"Odamda sigara içemezsiniz, izin vermem."
"Sorduğumuz zaman izin vermezsin, zaten bırakacağım yakında, idare et."
Kız kahve de yap getir, kuru kuru sarmıyor böyle." Ablam odadan çıkmıştı bile.
"İyice serildiniz ha, yarın iş var, uyumam lazım benim." "Konuşma kız, sanki biz gitsek uyuyacaksın. Sanki biz hiç aşık olmadık. Aşk bir uykusuzluk halidir. Uykundan çalıp onu düşünürsün. Gündüz onda gezersin, kafanın içinde onunla konuşursun. O, o, o, hep o. " Konuşmasındaki hüzün dikkatimi çekmişti. Bana hiç böyle şeylerden bahsetmezdi.
Hüzünlü yüzdeki gözler doluktu.
"Puff..." Ellerini açıp havaya kaldırdı, aşkın kalan son tozlarını yok etmek ister gibi, avucunun içine nefesini üfledi. Elinden havaya saçılan parlak ışıltılar etrafa saçıldı. Işıkların yere düştüklerinde yok olduklarına şahit oldum.
Nefesimi tuttuğunu fark ettiğimde ortada parlak noktacıklardan eser yoktu. Derin derin nefesler almaya başladım. Bana olan bir şeyler vardı. Işıkları gördüğüme yemin edebilirdim. Geçen her gün Begüm'e inanmamı kolaylaştıracak bir şeyler oluyordu. Ali bana günah işletmeyeceğini söylemişti mesela. Buda bana Espila ve Eymen'in hiç düşmeyen nikahlarını hatırlatmıştı. Bu parıltılar gerçek miydi? Begümün yaşadığı aleme ufak adımlarla yaklaşıyormuşum gibi hissediyordum.
"Aşkı yerlere saçtın , aşkı küstürdün." dedim. Gözlerini kısıp sözlerimin anlamını idrak etmeye çalıştı. Esmer tenindeki yanakları, köy çocuklarına ait bir pembelik taşıyorlardı. Güzel yeşil gözlerinin kenarındaki kırışıklıklar yüzünü buruşturunca iyice derinleşti.

ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin