19-Eymen (Kumsal)

47 5 1
                                    

Ali... Eymen Ait olduğu dünyayla bağını yeniden kuruyordu. Dost olduğu evren onu kucaklamaya hazırdı. Onun bu tedirginliği kanına karışan
ademoğullarının hayat karşısında ki katı tavırlarından kaynaklanıyordu. Hayat görünenden fazlasıydı. Sırlarıyla buluşmanın bazı bedelleri vardı. Kollarıma yığılıp kaldı. Bayıldığı zaman ince bedenin titremesi kesildi. Bebeksi yüzünde ki hayret silindi. Işık yağmuru çiseledi durdu. Evren tatlı sırların kapısını araladı. Bu işin birde öbür yanı vardı. Tatsız acıtan yanı. Sırlara vakıf olmanın azaba dönüşen karanlık yüzü. Rüzgâr yaramazlık yapmış bir çocuk gibi köşesine çekildi. Bulutların arasından kendini gösteren güneş kollarımın arasındaki narin kadının solgun yüzünü aydınlattı. Yokluğum onu soldurmuştu. Hayret ve sevincin fazlası onu kendinden geçirmişti. Aşkın varlığına dayanacak gücü henüz kendinde bulamamıştı. Üşümüş bedenini kucaklayıp kulübeye taşıdım. Bir yere çarpmamaya özen göstererek kapıyı geçtim. Kendini bırakmış vücudu yatağın üzerine yavaşça bıraktım. Yatağın kenarına oturup, ipeksi saçlarında elimi gezdirdim. Ne kadar solgun göründüğünü dün gece fark edememiştim, kırmızı dudakları bile solgundu bugün. Güzel yüzü hiç şu an olduğu kadar renksiz görünmemişti gözüme. Gözlerinin içi matlaşmıştı ben yokken. Hastalık ve yokluğum onu yormuştu. Üşümüş yüzü ısınıncaya kadar hareketsiz bir şekilde yattı. Sonra uyanmak için çabaladı, tekrar duyularına hakim olmaya çalışıyordu. Ufak hareketlerle kendine gelmeye çalışmasını izledim. Sesimin ona yardımcı olabileceğini düşünerek onunla konuşmaya çalıştım.
"Hadi Espila uyan artık. Sesime gel. Beni bul... " dedim. Kahverengi gözleri zorlukla açıldı. Pırıltısını kaybetmiş mat bakışlar gözlerimle buluştu. Yorgun bir gülümseme solgun dudakların kenarında belirdi. Kurumuş dudakları aralandı.
"Ne oldu?"diye sordu. Endişeliydi. Yaşadıkları geçek mi, yoksa her zaman ki sanrıların devamı mı diye kendisine sorduğuna emindim. Kafa karışıklığıyla alnı kırıştı.
"Bayıldın"diye fısıldadım onu ürkütmekten çekinerek.
"Çok tuhaf, kendimden kayıp gittim... Nasıl bir gün böyle."diye mırıldadı sonra.
"Çok sık bayılır mısın?"
"Hayır, bu bir ilk. Güçsüz hissediyorum. Sende gördün dimi ağacı?"dedi beni şaşırtıcı bir kesinlikle.
Yutkundum. 
"Gördüm... çok güzeldi, güzelliğini bizimle paylaşmak istedi." dedim. Solgun yüzüne baktım, hala hastaydı . Göç başladığında ki haline çok benziyordu halleri. Begüm haklı olabilirdi. Bu kadar kısa zamanda insanı ancak kara büyü bu hale getirebilirdi. Yinede basit bir virüs olmasını umdum. Bugünde fazlasıyla soğukta kalmıştı. Nasıl oldu da düşünememiştim. Suskundu, yaşadıklarını hazmetmeye çalışıyordu.
"Zeynep sen hala tam iyileşmedin."
"İyiyim ben, toparlanmak için biraz daha zamana ihtiyacım var o kadar." İlk geldiğimde nasılda ışıldıyordu, şimdiyse soluk sonbaharın gün batımlarını andırıyordu.Yaşadıklarına inanamazmış gibi gülümsedi. Huzurlu görünüyordu. Yatakta doğrulmaya çalıştığını anlayınca yardımcı oldum, sırtına yastık koyarken, endişeli bir şekilde iç çekti. Sonra camın dışında neler olduğuna bakındı. Önce ki gördüklerini göremeyince hayretle bana döndü. Şaşkın yüzüne bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştım.

"Ayakkabılarım... Her yeri batırmışım."dedi yüzünü memnuniyetsizce buruşturarak.
"Çarşaflar için mi endişelendin yani."diye sordum verdiği tepkiyi algılayamayarak.
"Kuzenlerin geldikleri zaman temiz bıraktıkları gibi bulsunlar. Bunları eve götürüp yıkayalım." Derken, bir yandan da ayakkabılarını çıkarmak için uğraşıyordu. Çıkardığı ayakkabıları alıp yere bıraktım.
"Kuzenlerim bir daha gelmeyecek, kesin dönüş yaptılar."
"Yinede böyle bırakmak olmaz, hem belki yine geliriz buraya. Ben burayı çok sevdim, ayrıca bu ağacı tekrar gelip görmek istiyorum."
"Sen istedikten sonra..." Gözlerine dikkatle baktım. Bir an bayılmasının sonucunda beni hatırlamış olabileceği ihtimali geldi aklama.
"Bana söylemek istediğin bir şey mi var?"diye sordum.
"Gördüğüm şey, o başında ki hare..." Heyecanlanmıştım.
"Başka şeylerde görüyor musun peki?" Biraz bekledi. Gözlerini odanın içinde gezdirdi. Sonra gelip benim gözlerimde sabitlendi. Kararsız mat bakışlara baktım. Gözlerinin kara deliği beni içine çekiyordu. Kendime engel olamayıp eğildim, solgun tenini öptüm. Bir müddet orda kaldım. Rüzgarın alıp götürdüğü sabun kokusunun son kalıntılarını içime çektim. Geriye çekildim. Kızarıklıkla, biraz olsun renklenmiş güzel yüzüne olabileceğim en yakındım. Nefeslerimiz birbirine karışıyordu.
"Hadi anlat bana, neler gördün."diye fısıldadım. Bebeksi yüzünde kararsızlık vardı.
"Ama sen bana hiç bir şey anlatmıyorsun."dedi . Mahzun sesi. Solgun dudakları küskünlüğünü ifade etmek istermiş gibi öne doğru büzülmüştü. Elimi kaldırıp yanağını okşadım. Tedirgindim... Dokunmam onu incitir mi diye endişelenmekten kendimi alamıyordum. Bu dokunuşun benim için yeterli olması gerekirdi. Onunla aynı havayı solumaya razıyken... Bu kadarıyla yetinemiyordum. Küskün yüzü avuçlarımın içine aldım. Gerçeğe ne kadar yaklaşmış olduğunu merak ediyordum. Gerçek onu bana daha yakın kılabilirdi. Yada hiç istemediğim kadar uzağa gidebilirdi benden. Yo hayır... Hayır... Gidemezdi. Ben gidemiyorsam oda gidemezdi. Aynı çaresiz bağlılık onu da çekmiş olmalıydı içine.
"Senin hazır olmanı bekliyorum."diyebildim sonunda.
"Hazır olmadığımı nereden biliyorsun?"dedi ince boynunu yana doğru eğerek. Sonra hızlı bir geçişle kaşını kaldırdı... Biraz şımarık.
"O kadar kırılgan ve narinsin ki... Sana kaldırabileceğinden fazlasını yüklemekten korkuyorum." dedim. Karışmış yüzüne baktım. Bakışları keskinleşti, derinleşti. Şimdi tam da benim Espilam'a benziyordu.
"Artık güçsüz olmak istemiyorum." diye mırıldandı.
Sonrasın da yarım yamalak toy bir gülümseme belirdi dudaklarında.
"Senin bu gizemli, insanın merakını cezbeden hallerin var ya. Galiba bende biraz öyle olmak istiyorum. Gizemli..." dedi. Güldüm...
"Sende merak uyandırmam işe yaramış ama, bir şeyler anımsamışsın." Altdudağını büküp, tek omzunu hafifçe kaldırarak emin olmadığını ifade etti. Gerçektende anlatmayacakmış gibi duruyordu. "Aslında hatırlaman iyi mi olur, kötü mü bilemiyorum."dedim başımı kaşıyarak. Bunun onu deli edeceğini biliyordum.
"Ya hatırlamak seni üzerse. Benden uzaklaşmandan korkuyorum Zeynep. Öncelerde bilmen gerektiğine emindim, ama şimdi ..."dedim umutsuzlukla. Ve birazda söylediklerime inanarak. "Sen biliyorsun değil mi? Yani anımsamam gereken şeyleri."
"Evet." Küçük güzel yüzü anlayışlı bir hal aldı. "Sen her şeyi bildiğin halde yanımdaysan eğer, benim içinde durum farklı olmazdı Ali." Anlayışlı yüzü ufak tatlı bir gülümsemeyle aydınlandı. Tanıdık yumuşacık bakışlar insanın içini ısıtıyordu.
"Bende öyle düşünüyorum. Ama bazen seni kaybetme korkusu sarıyor içimi." Kafasını hayır der gibi iki yana salladı. Küçük bir çocuğa nasihat eder gibiydi.
"Olumsuz düşünmek sana yakışmıyor. Hem beni neden kaybedesin ki. Ölmediğimiz sürece..." İçimi acıtan sözlerini duymamış gibi yaptım. Elimi yatağa dayayıp oturuş şeklimi değiştim. Yüzümde her hangi bir üzüntü yakalamasından çekiniyordum. Onu kaybedip kaybedip bulan bendim. Değişmeyen bu kadere ısrarla alışamayışım olduğumdan daha da çaresiz hissettiriyordu. Yaşadıklarım artık göze alabildiklerim olmalıydı. Onu kaybetmeyi hiçbir şekilde göze alamıyordum.
"Hadi anlat bana, daha fazla merakta bırakma."dedim zihnime üşüşen korkuları öteleyerek.
"Anlatacak fazla bir şey yok. Ruhum bedenimden çıktı. Başka bir yere gitti. Göl vardı. Çınar ağacının altında oturuyorduk. Piknik yapıyorduk galiba. Senin tenin güneşte yanmıştı. Ve her şey fazlasıyla gerçekçiydi."dedi bir solukta.

ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin