Hasan
Keskin soğuğu camekanın ardından hissedebiliyordum. Dışarıda ki insanların yürüyüşleri bir kaçışı andırıyordu. İçerisi sıcak, güvenli ve huzur vericiydi. Belki de Zeynep haklıydı rengarenk taşlardan kaynaklanıyordu bu dükkanın cazibesi. Işığın, kokunun, ılık havanın, görselliğin yüksek düzeyde güzellikle buluştuğu bir mekanda çalışıyorduk. Vitrinin tozunu alıp yeniden düzenledim. Zeynep'in zarif tasarımlarını nazikçe en iyi görülebilecek konuma yerleştirdim. Bir dergi Zeynep'le röportaj yapmak istemişti... Zeynep'inde benim kadar heyecanlanmasını beklerdim. O neredeyse hiçbir tepki vermedi. Üstelik reddetti. Aslında kendinde olmadığını biliyorum. Acı çekiyordu. Büyük bir suç işlemiş, omuzları düşmüş, yenik bir kahraman gibi taşlara şekil vermeye devam ediyordu. Onu anladığımı söyleyemezdim. Defalarca aşık olmuştum. Ama hiçbir ayrılık beni dağıtmadı. Son zamanlarda işin bütün yükü benim omuzlarımdaydı. Selim Bey evinde inzivaya çekilmiş, buralara uğramaz olmuştu. Arada bir evine gidip onu bilgilendirme gereği duyuyordum. İlgilendiği tek şey Zeynep'in nasıl olduğuydu. Bende ona Zeynep'in nasıl bitik göründüğünü, içi boş nazik gülümsemelerini, konuşurken titreyen sesini, dalıp gidişlerini ve sonra korkuyla geri dönüşlerini anlatıyordum. Her dalgınlığın sonrasında ağrı kesici alıyordu. "Neyin var" diye sorduğumdaysa "üşüttüm galiba, biraz hastayım, bir şeyim yok" gibi cevaplar verip geçiştiriyordu. Artık ona herhangi bir şey anlatamıyordum aslında. Düştüğü boşluk beni ürkütüyordu. Bazen ölümcül bir hastalığa yakalandığını düşünüyordum. Böyle umutsuz olmak ona yakışmıyordu. Bazen kaskatı kesiliyor, görmüyor, gördüğü zamansa görmesi gerekenden fazlasını görüyordu. Ve kendine geldiğinde yüzünün ızdırapdan keskinleşen çizgilerinden acı çektiği gördüğüm de Ali'den nefret ediyordum. En yakın arkadaşımı benden çalmış, onun içini boşaltmıştı. Artık onun içinde Ali'nin acısından başka hiç kimseye yer yoktu. Ona ne kadar kızsam da her şeyin sorumlusunun Ali olamayacağını biliyordum. "Zeynep' bana söylemediğin nedir?"diye defalarca sormak istesen de, alacağım cevaptan korkuyordum. Dahası bana anlatmayacağına emindim. Nazik bakışlarının arkasında sakladığı kederli sırlarını öğrenmek için deli olsam da. Geride durmak zorunda hissediyordum kedimi. Aslında daha fazla sorumluluk almak, etrafımızı saran bu sıkıntının içine çekilmek işime gelmiyordu. Kaçıyordum sorunlardan. Tüm merakıma rağmen sorunları bile isteye daha koyu kıvama getiren insanlardan uzak durmak gibi bir geleneğim vardı. Sanırım başka türlü bir insan olamıyordum. Ama başkaların sorunlarına boğulmamın beni daha iyi bir yapacağına da inanmıyordum. Ucundan kıyısından bulaştığım hiçbir sıkıntıya bir çere olmuşluğum yoktu. Tüm bunları düşünürken kahvemi yudumladım. Ufacık fincanı iki yudumda bitirmiştim. Kalkıp camın önüne yürüdüm, Zeynep için endişelenmeye başlamıştım. Caddeyi kolaçan ettim. Kışı sevmezdim. Soğuk ve ruhsuz gelirdi bana. Ayrıca bütün kızlar... Vitrinler oldukça çekici görünüyordu. Soğuğa rağmen bazı kadınlar Zeynep çıkalı yarım saati geçmişti. Ortalığı toparlarken çantasını yanına almadığını fark etmiştim. Fark edip geri dönmesi bekliyordum. Vitrini düzenleyip kendime bir kahve daha yaptım. Geçip yerime oturdum. Hep beraber içtiğimiz keyif kahvelerini, aklı havalarda tatlı serseri olmayı özlemiştim. Artık işten kaytaramıyor, sevgilime zaman ayıramıyordum. Ne değişmişti de bu ufak işletmenin en sorumlu insanı oldum hala anlayamıyordum. Zeynep'in hep yaptığı gibi kahvemi burnuma dayayıp kokladım. Kokuların yemeklerden daha lezzetli olduğunu söylerdi. Kahve ise hiçbir zaman kokusunun lezzetine erişemezdi ona göre. Bir kesresinde kokuların hayalleri temsil ettiğini söylemişti. Onların görülememeleri kusursuzluklarını perçinliyor. Hiçbir dünya gerçeği onların büyüsünü bozamıyordu. Kahvemden bir yudum aldım. Gözüm sokaktaki insanlardaydı. O koşuşturmacın arasında sakin adımlarla gelmesi gereken kızı bekliyordum. Hayata yenik düşmüş, kederli bakışlarında gizemli yaşlı bir kadını saklayan Zeynep'i. Henüz çantasını unuttuğunun farkına bile varamamıştı anlaşılan. Tüm bunları düşünürken kapı zillerin çınlayan sesi eşliğinde açıldı. İçeri uzun boylu bir kadın girdi. Bir an kim olduğunu algılayamadım. Saçlarında yağmur damlacıkları, yeşil gözlerinde merak ve kararlılık vardı. Selam vermedi. O yok mu?"diye sordu soğuk sesi. İçimden bu kadına iyi davranmak gelmiyordu. Zeynep'le neden şimdi ilgilenme ihtiyacı duymuştu anlayamıyordum. Gelen Begüm'dü. Ama artık eski havası yoktu üzerinde. Güveni kaybolmuştu sanki. ___"Çıktı."dedim. Onunki kadar soğuktu sesim. Yeşil soğuk bakışlarıyla beni baştan aşağı süzdü. Ürperdim. Ondan hoşlanmadığımı biliyordu. Bir süre kapıda durdu. Hiç gitmeyecek sandım. Sonra kapıyı kapayıp gitmeye karar vermişken içeri daldı. Bana doğru yürüyüp tam karşımda dikildi. ___" O nasıl?"diye sordu. Sanki içinde saklı biri bunları ona zorla söyletiyordu. ___" İyi değil."dedim. Biraz durdum, bu kadının Zeynep'e bir yardımı olabilirdi belki. Nedense öyle bir güç vardı onda. Sanki omzunuzu sıvazlayıp "her şey iyi olacak dediğinde" bir şeyler değişebilirmiş hissi uyandırıyordu. Yutkundum. ___" Üzgün, bitik ve hasta." ___" Hasta mı?"diye sordu şaşırmış görünüyordu. ___" Ona yardım edebilir misin?"diye sordum düşünmeden. Direnci düşmüş gibi koltuğa oturdu. Parmaklarının ucuyla alnını ovuşturdu. ___" Aslında ben onun bana yardım etmesini umuyordum."diye mırıldandı. ___" Zeynep'in sana ne tür bir yardımı dokunabilir ki?"diye sordum. Şaşkındım. Ama o beni duymamış gibi davrandı. Usulca ayağa kalkıp dışarı çıktı. Kapıyı açtığında içeri soğuk hava doldu. Ferah olduğu kadar dondurucuydu. Neden bilmiyorum Begüm'e bir an için acıdım. Zeynep'in tüm o garip hallerine, kederine karşın Zeynep'e değil de Begüm'e acımam tuhaf gelmişti. Bütün gece Zeynep'i bekledim. Gitgide huzursuz olmaya başlamıştım. İyi düşünmek istiyordum. Belki cebinde parası vardı ve çantası için geri dönme ihtiyacı duymamıştı. Ağır hareketlerle telefonun ahizesini kaldırdım, Zeynep'in evini aradım. Karşı taraf beşincide telefonu açtı. Duyduğum kadının sesi titrek ve pürüzlüydü. ___"Arzu..."dedim bir an kalbim titreyerek. Öksürüp boğazını temizledi. ___" Söyle Hasan..."dediğinde olağan üstü bir durum olduğuna emindim. ___" Zeynep evde mi? İyi mi?"diye sordum duraklayarak. Karşıdan bir müddet ses gelmedi. Sonra... ___" Merak etme evde..."dedi. Ve sonra telefonu kapadı. Ahize elimde öylece kaldım. Arzu telaşlı gibiydi. Bana karşı her zaman sıcak ve nazik olmuştu. Ama bu defa bir an önce başından atmak istermiş gibi konuşmuştu. Elimde meşgule düşmüş olan ahizeyi kovuğuna yerleştirdim. İçeri geçip montumu aldım. Gereksiz yere pimpiriklendiğimi düşündüğüm. Dükkanı kapatıp gecenin içinde yürümeye başladığımda tüm vesveselerden kurtulmuştum. Soğuktan hoşlanmazdım. Montuma gömülüp durağa yürüdüm...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017
Ciencia Ficción"Aşık olduğum tek kadın. Nasılda hırçın, pervasız. Bu şehir midir bende ki aşkı harlayan? Bir mum gibi eritip, ay misali ışıtan. Nasıl da vuruyor bakışları insanı bağrından. Hüzün kokan sokakları kopup gelmiş geçmişin hazanından...