Hava buz gibiydi. Öyle keskin bir soğuk vardı ki, artık tenimin yandığına şahit olmaktaydım. Onu takip ediyordum. Hiçbir şey görmüyormuş gibi yürüyordu. Hayaletten farksızdı. Yanından yöresinden geçişen insanlar omuz atıyorlardı , dönüp bakmıyordu bile. Satıcılar yakasına yapışıyordu. Her zamanki sevecen gülüşüyle" hayır" deyip teşekkür etmiyordu bu defa... Saçları her zamankinden daha karmaşık uçuşuyorlardı rüzgarın eşliğinde. Solgun teni, gözleri, narin bedeni soğuktan etkilenmiyordu sanki. Montunun önünü bile kapatmamıştı. Ona yanaşmaya çalıştığım ilk günleri anımsadım. Atkı ve beresinin içinde kaybolurdu sanki... Sadece gözleri açıkta kalırcasına sarınırdı. İçin için kızardım yüzünü göremediğim için. Durdu... Bende durdum... İlk defa bir şey dikkatini çekmişti... Ne olduğunu merak ettim. Ceplerinde bir şeyler aradı. Yerde oturan dilenciyi fark ettim sonra. Ona verebilmek için bozukluk arıyordu deli gibi. Aradığını bulamadı. Yanına para almayı unutacak kadar dalgındı. Dilenciye baktı uzun bir süre, sonra elinde tuttuğu telefona... Eğildi ve telefonu uzattı dilenciye... Hiç düşünmeden aldı dilenci telefonu... Ama Zeynep bırakmadı. Aklına bir şey gelmişti... Dehşete düşmüştü sanki... Kısa bir süre çekiştirdiler telefonu aralarında. Sonra Zeynep telefonu elinde ayağa kalktı. Kaçar gibi koşmaya başladı dilenciden uzağa. Arkasından koşturdum... Bir duvar kenarına sindi. Nefes alış verişi düzensiz, panik içinde inip kalkıyordu göğüs kafesi. Elinde ki telefona bakıyordu. Sonra kalbinin üzerinde kenetledi ellerini. Gözlerini kapadı. İçimde aynı tarifsiz sızı dolaştı yine. İçinde yaşama sevinci taşımayan bom boş bir ruhtum o yokken. Aysız, güneşsiz, yıldızsız , topraksız bir dünyaydım... Boş bir dünya, toprağında çiçekler bile açmayan, suları küsüp çekilmiş... Daha çok düşünmeme, anlamak için gayret sarf etmeme ne gerek vardı. Zeynep... Can suyumdu . Aşka olan yolculuğumdu. Ab-ı hayattı o. Saf, nazik ve latifti onunla içime ulaşan her ılık duygu. Aşkın kendisiydi. Aşkın tarifiydi. Onun o divane hali ... Ah Zeynep... Aklı başında değildi sanki... Güneşsiz bırakmıştım... Susmuştum. " Evrenin tüm sesleri sussun, ama sen konuş Eymen... Kendi sesimi duymasam da olur. Yeter ki seninkini duyayım." Demişti bana... Yalvarmıştı. O ağlarken bende içime akıtmıştım göz yaşlarımı, ama suskunluğuma söz geçirememiştim. Öfke cehennemindeydim, kıskançlık da... Aşkı öldüren tek şey. Nefsin sivrildiği yerden kaçıyor aşk. Kıskançlığın, öfkenin, benliğin olduğu yerde durmuyor... Ben onu yitirmenin eşiğinden döndüm. Aşksız bir sonsuzluk, aşksız bir cennet, aşksız bir nefes dahi fazla geldi bir zaman sonra. Ben nasıl bir yanılgıya düştüm böyle... Nasıl oldu da susturdum aşkı... Zeynep... Zeynep... Senin dediğin ve benim anlayamadığım gibi... "Her şey sussun aşk konuşsun..." Ben susmamışım meğer. Aşkı susturmuşum. Lisanımız aşk lisanı olsun... Ey Aşk; susanda sen ol, konuşanda. Takip ettim onu... Sakin adımlarla yürüyordu. Telaşsız... Herkesin acelesi var onun yok. Martılar bile aceleyle uçarken. O sakin... Umurunda olmadı daha demin ki acı fren sesi. Bir kadın arabanın altında kalmaktan kurtuldu. Şoförle bağrıştılar birbirlerine. Gördüğüm manzara acı bir tat bıraktı dilimde. Ama o görmedi, duymadı. Nasıl gömülmüşse içine, aynı yavaş adımlarla ilerledi kıpırtısız. Hayretteydim. Devam ettim onu takibe. Soğuk kışın alacakaranlığı sarmıştı yeryüzünü. Titredim her türlü duygudan ve soğuktan sebep. Korkuyordum karşısına çıkmaktan. Çekiniyordum. Ama yinede peşindeydim işte. Aksini düşünemezdim. Sonunda bir banka oturdu. O oturduğu anda kalakaldım olduğum yerde. Ne kadar durdum öyle bilmiyorum. Etrafımdan geçip gidenleri görmeden öylece dikildim orada. Görmediği halde bakan, ağladığı halde gülümseyen, gülümsediği halde kederli olan sevgilime baktım. Ve anladım ki derinleşmiş yarası. Ve anladım ki değişmiş Zeynep. Ve başındaki ışık daha parlak, daha yoğun. Işık çiseliyor gökyüzü, dağılmış, kederli sevgilimin şerefine. Her ne düşünüyorsa şu an evren kucaklıyor onu... Henüz farkında değil. Rüzgar, martılar ve şehir raks ediyor etrafında... Aşk... Zerresiyle dize getirmiş sanki bu koca şehri. Şehir mutlu küçük aşığını barındırıyor olmaktan. İzledim onu... Özlemin yakıcı sızını gezdirdim damarlarımda. Aşk suyumudur kan? Nasılda sızlatıyor geçtiği her yeri. Acıtmak istiyor canımı. "Kalbim mi tembihledi seni?" Diye sorsam da, mümkünü yok, susuyor, cevap vermiyor. Ama biliyorum kalbimi, anlamam için her yolu denedi. Kanıma demiştir sızı ol her zerrede, acıt." Diye... Şimdi gidip otursak yanına, ruhum ve kalbim ve çaresizlikle ona çekilen bu beden. İyi olacak mıyız?" Dinecek mi sızılarımız? Susacak mı sorularımız? Onun canını acıtmadan sevebilecek miyiz yine? Bu sorumu yanıtlayın bari. Tek yaptığınız isyan etmek. Acıtın sızlatın beni dert değil. Ama ya o... Ya Zeynep... Ya zarar verirsek ona... Ya engel olamazsam beni yiyip bitiren düşünceleri ona aks ettirmemeye. Ah Zeynep... Bak gelemiyorum yanına. Korkuyorum sevgilim. Kendi bencilliğimden... Seni incitmekten korkuyorum. İçimde hiç susmak bilmeyen bir Eymen var. Unutmama izin vermiyor. Hoş görmeme izin vermiyor. Eymen'in seni incitmesinden korkuyorum Zeynep. Ne tuhaf... Unutmuş olsa keşke diyor içimden bir ses... Unutsa bu yüzyılı... Ve bu defa hatırlatmasam ona, bende unutsam. Unutmak ne büyük lütuf... Gitsem... Bu sefer unut Zeynep... Unut desem... Bu defa... Sert bir rüzgar esti o an... Martılar çığlıklarıyla kaçıştılar rüzgarın şiddetinden... Vapur düdükleri susmak bilmedi. Arkamdan bir güç beni banka yanaştırdı. Biliyordum oda rüzgardı. Yürüdüm, ayakkabıma çarpıp sönen ışık zerrelerine baktım bir ara... Sonra kaldırdım başımı... Ona baktım. O Zeynep... Sessizce gülümsüyor, çelimsiz görünüyor bu haliyle, bakışlarındaysa farklı bir coşku, ayarsız bir güç var. Ama yorgun yinede... Gülümsüyor... Dokunabilecek kadar yakındım şimdi ona... Oysa fark edemeyecek kadar uzak. Huzurlu bir iç çekiş, kederli bir gülümseme, dalgın, dağılmış güzel bir kız... Aşkı hazanda yitip gitmiş. Yanına oturdum. Beni kabulleneceğini bilerek. Ben, beni ben yapan aşk, içimdeki utanan adam, kırılmışlığım ve küskünlüğüm. Birde öldürmek için boğazına yapıştığım nefret ve kıskançlığım. Ve Babür'ün kulağımda çınlayan sesi... Oturduk. Çok ses, çok duygu vardı. Çok kalabalıktık. Sızı, en ağar basanı oydu. Ve o bana baktığında, gözleri beni bulduğunda... Ve ben o gözlerde bir an hiçbir duygu bulamadığımda bütün kalabalık çekildi. Sadece sızı kaldı geriye. Her yanı sardı. Duymamı ve görmemi engelledi. Yine konuşamam diye korktum. Onun gözlerinde ki ifadesizlik beni korkuttu. Öylece baktım ona... Öylece baktı bana... Aralandı dudakları sesini duymayı bekledim. Bir şey demedi... Gözleri nemlendi. Sonra kederli bir sevinç parladı gözlerinde. Susmaya devam ettik. "Bütün sesleri susturacağım Zeynep, şu an olduğu gibi tek senin sesin ulaşacak kalbime. " Söyleyemediğim her şey sızladı damarlarımda. Öyle acıdı ki canım, iç çekmek istedim. Kilitlenmişti gözleri, bir şeyler aradı bende. Sevgiyle bakan boncuk gözleri, daha yaşlı bakıyorlar eskisinden, farklılar... Şimdi daha parlak, yokluğumda kendini bulmuş sanki, eşsiz ışığı yoğunlaşmış. Beni yaralamak onu yaralamış, onun canı benimkinden çok yanmış. Belli ki kendisinden başka kimseye kızamamış... Şimdi teslim olmak üzere... Belli ki bir geçişte, sarındığı nurlardan belli... Zeynep ruhuna teslim olmaya yaklaşmış. Ruha teslim olunca ruh kabından kurtulur, özgürleşir. Ruh eşsiz bir nurdur. Ruh kalıplara sığmaz, kainata hükmeder dilerse. Kimileri büyüyle yapar bunu, kara büyüyle, kimileri teslim olur ruhuna, susturur diğer her şeyi. Bir an kalkıp gitmeyi düşündüm. Ruhuyla buluşma anı benim yüzümden gecikebilirdi. Ama gitmem daha çok üzerdi onu... Zaten evren izin vermedi. Sıcak yumuşak elini hissettim elimde. Kaldırdı tuttuğu elimi, inceledi uzun uzun... Avucuma saklanmış kaderime baktı anlayabilecekmiş gibi. Göremedi benim okuyabildiklerimi... Henüz izin yoktu... Gülümsedim... Sıcaklığını özlemişti insan yanım, ruhunun kılıfında ki eşsiz güzelliği, ondan bana akan sıcaklığı özlemiştim. Nasıl bir yaradılıştır, nasıl olurda benim ki gibi yüzyıllara şahit bir ruh onun bu güzelliğinden geçip gidemez? Ona bakıyor olmak, ondan vazgeçemiyor olmak, yoksa ben şaşırdım mı yolumu? Onu sevmek yasak mı bana. Böyle bir sevgi, inanılması güç, sevgimden korkmaya başladım bir an, en az nefretimden korktuğum kadar. Elimi alıp sıcacık yanağına bastırdı. Avuç içimi, kaderimi ısıttı. Kaderim onsuzluğa isyan etmekte, o an anladım. Sıcağın ve soğuğun, kaderin ve rüzgarın lisanı nezaketle fısıldadılar yüreğime... Sonra o ses... Oda seslendi içime... Bilirmiş gibi... ___" Üşümüşsün." dedi. ___" Üşüdüm."diyebildim uzaklara bakan bakışlarını kendime çağırarak, bana baksın istedim... ___" Ben seni ısıtırım..." Varlığının içimdeki buz dağlarını erittiğinden haberi yoktu. Güneşim... ___" Zeynep sen..." Sustum... ___" Sen ne?" Dedi bir süre durakladıktan sonra... Korkuyordu adeta, korkusunu içime sapladı... Haberi yok. ___" Sen benim can suyumsun ..." Dedim, gözleri doldu... Özlediğim bir bütün duygularla. İçine saklanmış hepsi. Su damlalarının içinde ihtiyacım olan her şey. ___" Ağlama lütfen..." Dedim yüzünü ellerimin arasına alırken, göz yaşlarını sildim usulca. Ta içine baktım , kalbi gözlerinde atan bir küçük kadın... Kendine yabancı, aşkına yabancı... Ve ne olduğunu anlamadan ihanetin elinden işlediğine tanık olan bir küçük kadın. Daha aşkı keşfedemeden, dolaşamadan o yakıcı sokaklarında, en sevdiğine ihanet ettiğini öğrenen bir ruh. Acısı gözlerinde kanıyor, yüreği ve sevgisi gözlerinde yaşıyor. Sesi, beni incitmekten korkan o ses, ürkek... Bütün sesler susmuşken sızılarımı arttırıyor onun o masum ürkekliği. ___" Ağlama sevgilim..." Dedim. Daha fazla bakamadı gözlerime, başını göğsüme gömdü... Sanki orada her şey kolaylaşıyormuş gibi kapadı gözlerini, saklamaya çalıştı gözyaşlarını. Öylece durduk. Konuşmadan... Kendiminkilerle beraber onun gözyaşlarını da içime akıttım. Onu üzdüğüm her an benim için bir azaptı. Aşk... Aşk kıskançlığı ve nefreti devirmeli tahtından... Aşkın olduğu yerde başka hiçbir şey olmamalı... Zeynep, işte o aşk güneşi, ve diğer her şey karanlık bir buz parçası. Zeynep şimdi ısıtacak bizi. Eriyip gideceğiz... Geriye hiçbir şey kalmayacak... Aşk büyük ve yüce, o yokken palazlanan bütün duygular yalan.. Sahte. Ve şimdi kollarında üşüyen kadın, onun bir günahı yok. O Espila, bana hayır diyemediği için bir tek beni sevmeyi göze alan kız. Ve iki insan ırkını benimle birlikte karşısına alan... Benim için sonsuzluk kapısını aralayan... Espila, Zeynep benim ıssız merhametli sevgilim. O öyle temiz ki, leke tutmaz, o bir derya taş atmakla bulanmaz, o bir güneş balçıkla sıvanmaz. O bir pırlanta çamura atsan da değerinden bir şey kaybetmez. Güneş batmıştı artık, yeryüzünün ışıkları gölgelemişti tüm yıldızları, ve hala ince bir ateş yağmuru çiselemekte. Zeynep'in sıcacık göz yaşları ışık olmuş adeta... Soğuk işlemiyor tenime nedense, içim huzurlu bir parıltıya teslim olmuş. Sadece bu an için belki de bilemiyorum, gömüyorum her şeyi. Yok olmasını istediklerimi. Rüzgar savuruyor ışık tanelerini, geceye ışıklar yağıyor. Işıklar ki her göz görmez, ışıklar ki onlara başka bir yerden bakmak gerek. Bir çocuk anne ve babasının elinden kurtulmuş... Dönüyor, avuçlarını gökyüzüne açmış, neşeli gülücükleri karışıyor rüzgarın uğultusuna... ___" Oğlum başın dönecek, dur!"diyor annesi... ___" Anne bunlar ne?"diye soruyor çocuk gökyüzünü göstererek... Ve dönüyor hala, ışık taneciklerinin arasında... Zeynep'inde ilgisini çekti çocuk, hayranlıkla baktı ona... Annesi cevap vermedi çocuğa, neyi sorduğunu anlamadı belki de... Dönmeyi bıraktı çocuk, bize baktı. Yanımıza yanaştı ufak adımlarıyla. ___" Siz biliyor musunuz?" diye sordu tüm masumluğuyla. Zeynep bana baktı, cevap ver der gibi. ___" Bu bulutların sana hediyesi..."dedim küçük sevimli bembeyaz çocuğa. Gülümsemesi genişledi yüzünde, kahverengi saçları savruldu rüzgarda. ___" Ama tüm bunlar sır, kimseye söylememelisin."fısıldadı Zeynep. Gülümsüyordu çocuk. ___" Peki buradaki kim?" diye sordu çocuk, merakla bekledi cevabı. ___" Kim kim ?"diye sordu Zeynep, çocuk arkamızda belirsiz bir noktaya bakıyordu. Bir ürperti geçti vücudumdan. Arkamızda her hangi biri olmadığını biliyordum. Yine de dönüp baktım. ___" Burada kimse yok ki." Çocuğa verdim tüm dikkatimi. Hayal kuruyor olabilir miydi? Yoksa gerçekten bir şeyler görüyor muydu? ___" Nasıl biri var orada?"diye sordum gülümseyerek. Evrende dolanıp duran sayısız ruhlardan biriydi belki. Belki değil...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017
Ficção Científica"Aşık olduğum tek kadın. Nasılda hırçın, pervasız. Bu şehir midir bende ki aşkı harlayan? Bir mum gibi eritip, ay misali ışıtan. Nasıl da vuruyor bakışları insanı bağrından. Hüzün kokan sokakları kopup gelmiş geçmişin hazanından...