32-Eymen

12 2 0
                                    

Hava  buz  gibiydi.  Öyle  keskin  bir  soğuk  vardı  ki,  artık  tenimin  yandığına  şahit olmaktaydım.  Onu  takip  ediyordum.  Hiçbir  şey  görmüyormuş  gibi  yürüyordu.  Hayaletten  farksızdı. Yanından  yöresinden  geçişen  insanlar  omuz  atıyorlardı  ,  dönüp  bakmıyordu  bile.  Satıcılar  yakasına yapışıyordu.  Her  zamanki  sevecen  gülüşüyle"  hayır"  deyip  teşekkür  etmiyordu  bu  defa...    Saçları her  zamankinden  daha  karmaşık  uçuşuyorlardı  rüzgarın  eşliğinde.  Solgun  teni,  gözleri,  narin  bedeni soğuktan  etkilenmiyordu  sanki.  Montunun  önünü  bile  kapatmamıştı.  Ona  yanaşmaya  çalıştığım  ilk günleri  anımsadım.    Atkı  ve  beresinin  içinde  kaybolurdu  sanki...  Sadece  gözleri  açıkta  kalırcasına sarınırdı.  İçin  için  kızardım  yüzünü  göremediğim  için.  Durdu...  Bende  durdum...  İlk  defa  bir  şey dikkatini  çekmişti...  Ne  olduğunu  merak  ettim.  Ceplerinde  bir  şeyler  aradı.    Yerde  oturan  dilenciyi fark  ettim  sonra.  Ona  verebilmek  için  bozukluk  arıyordu  deli  gibi.  Aradığını  bulamadı.  Yanına  para almayı  unutacak  kadar  dalgındı.  Dilenciye  baktı  uzun  bir  süre,  sonra  elinde  tuttuğu  telefona...  Eğildi ve  telefonu  uzattı  dilenciye...  Hiç  düşünmeden  aldı  dilenci  telefonu...  Ama  Zeynep  bırakmadı. Aklına  bir  şey  gelmişti...  Dehşete  düşmüştü  sanki...  Kısa  bir  süre  çekiştirdiler  telefonu  aralarında. Sonra  Zeynep  telefonu  elinde  ayağa  kalktı.  Kaçar  gibi  koşmaya  başladı  dilenciden  uzağa. Arkasından  koşturdum...  Bir  duvar  kenarına  sindi.    Nefes  alış  verişi  düzensiz,  panik  içinde  inip kalkıyordu  göğüs  kafesi.  Elinde  ki  telefona  bakıyordu.  Sonra  kalbinin  üzerinde  kenetledi  ellerini. Gözlerini  kapadı.   İçimde  aynı  tarifsiz  sızı  dolaştı  yine.  İçinde  yaşama  sevinci  taşımayan  bom  boş  bir  ruhtum  o yokken.  Aysız,  güneşsiz,  yıldızsız  ,  topraksız  bir  dünyaydım...  Boş  bir  dünya,  toprağında  çiçekler bile  açmayan,  suları  küsüp  çekilmiş...  Daha  çok  düşünmeme,  anlamak  için  gayret  sarf  etmeme  ne gerek  vardı.  Zeynep...  Can  suyumdu  .  Aşka  olan  yolculuğumdu.  Ab-ı  hayattı  o.  Saf,  nazik  ve  latifti onunla  içime  ulaşan  her  ılık  duygu.  Aşkın  kendisiydi.  Aşkın  tarifiydi.  Onun  o    divane  hali  ...  Ah Zeynep...  Aklı  başında  değildi  sanki...  Güneşsiz  bırakmıştım...  Susmuştum.  "  Evrenin  tüm  sesleri sussun,  ama  sen  konuş  Eymen...  Kendi  sesimi  duymasam  da  olur.  Yeter  ki  seninkini  duyayım." Demişti  bana...  Yalvarmıştı.  O  ağlarken  bende  içime  akıtmıştım  göz  yaşlarımı,  ama  suskunluğuma söz  geçirememiştim.  Öfke  cehennemindeydim,  kıskançlık  da...  Aşkı  öldüren  tek  şey.  Nefsin sivrildiği  yerden  kaçıyor  aşk.  Kıskançlığın,  öfkenin,  benliğin  olduğu  yerde  durmuyor...  Ben  onu yitirmenin  eşiğinden  döndüm.  Aşksız  bir  sonsuzluk,  aşksız  bir  cennet,  aşksız  bir  nefes  dahi  fazla geldi  bir  zaman  sonra.    Ben  nasıl  bir  yanılgıya  düştüm  böyle...  Nasıl  oldu  da  susturdum  aşkı... Zeynep...  Zeynep...  Senin  dediğin  ve  benim  anlayamadığım  gibi...  "Her  şey  sussun  aşk konuşsun..."  Ben  susmamışım  meğer.  Aşkı  susturmuşum.  Lisanımız  aşk  lisanı  olsun...  Ey  Aşk; susanda sen ol,  konuşanda. Takip  ettim  onu...  Sakin  adımlarla  yürüyordu.  Telaşsız...  Herkesin  acelesi  var  onun  yok. Martılar  bile  aceleyle uçarken. O sakin...   Umurunda  olmadı  daha  demin  ki  acı  fren  sesi.  Bir  kadın  arabanın  altında  kalmaktan kurtuldu.  Şoförle  bağrıştılar  birbirlerine.  Gördüğüm  manzara  acı  bir  tat  bıraktı  dilimde.  Ama  o görmedi,  duymadı.  Nasıl  gömülmüşse  içine,  aynı  yavaş  adımlarla  ilerledi  kıpırtısız.  Hayretteydim. Devam  ettim  onu takibe.  Soğuk  kışın  alacakaranlığı  sarmıştı  yeryüzünü. Titredim  her  türlü duygudan ve  soğuktan  sebep.  Korkuyordum  karşısına  çıkmaktan.  Çekiniyordum.  Ama  yinede  peşindeydim işte.  Aksini  düşünemezdim.  Sonunda  bir  banka  oturdu.  O  oturduğu  anda  kalakaldım  olduğum  yerde. Ne  kadar  durdum  öyle  bilmiyorum.  Etrafımdan  geçip  gidenleri  görmeden  öylece  dikildim  orada. Görmediği  halde  bakan,  ağladığı  halde  gülümseyen,  gülümsediği  halde  kederli  olan  sevgilime baktım.  Ve  anladım  ki  derinleşmiş  yarası.  Ve  anladım  ki  değişmiş  Zeynep.  Ve  başındaki  ışık  daha parlak,  daha  yoğun.  Işık  çiseliyor  gökyüzü,  dağılmış,  kederli  sevgilimin  şerefine.  Her  ne düşünüyorsa  şu  an  evren  kucaklıyor  onu...  Henüz  farkında  değil.  Rüzgar,  martılar  ve  şehir  raks ediyor  etrafında...  Aşk...  Zerresiyle  dize  getirmiş  sanki  bu  koca  şehri.  Şehir  mutlu  küçük  aşığını barındırıyor  olmaktan.   İzledim  onu...  Özlemin  yakıcı  sızını  gezdirdim  damarlarımda.  Aşk  suyumudur  kan?  Nasılda sızlatıyor  geçtiği  her  yeri.  Acıtmak  istiyor  canımı.  "Kalbim  mi  tembihledi  seni?"  Diye  sorsam  da, mümkünü  yok,  susuyor,  cevap  vermiyor.  Ama  biliyorum  kalbimi,  anlamam  için  her  yolu  denedi. Kanıma  demiştir  sızı  ol  her  zerrede,  acıt."  Diye...  Şimdi  gidip  otursak  yanına,  ruhum  ve  kalbim  ve çaresizlikle  ona  çekilen  bu  beden.  İyi  olacak  mıyız?"  Dinecek  mi  sızılarımız?  Susacak  mı sorularımız?  Onun  canını  acıtmadan  sevebilecek  miyiz  yine?  Bu  sorumu  yanıtlayın  bari.  Tek yaptığınız  isyan  etmek.  Acıtın  sızlatın  beni  dert  değil.  Ama  ya  o...  Ya  Zeynep...  Ya  zarar  verirsek ona...  Ya  engel  olamazsam  beni  yiyip  bitiren  düşünceleri  ona  aks  ettirmemeye.  Ah  Zeynep...  Bak gelemiyorum  yanına.  Korkuyorum  sevgilim.  Kendi  bencilliğimden...  Seni  incitmekten  korkuyorum. İçimde  hiç  susmak  bilmeyen  bir  Eymen  var.  Unutmama  izin  vermiyor.  Hoş  görmeme  izin  vermiyor. Eymen'in seni  incitmesinden korkuyorum  Zeynep. Ne  tuhaf... Unutmuş olsa  keşke diyor  içimden bir ses...  Unutsa  bu  yüzyılı...  Ve  bu  defa  hatırlatmasam  ona,  bende  unutsam.  Unutmak  ne  büyük lütuf...  Gitsem...  Bu  sefer  unut  Zeynep...  Unut  desem...  Bu  defa...  Sert  bir  rüzgar  esti  o  an... Martılar  çığlıklarıyla  kaçıştılar  rüzgarın  şiddetinden...  Vapur  düdükleri  susmak  bilmedi.  Arkamdan bir  güç  beni  banka  yanaştırdı.  Biliyordum  oda  rüzgardı.  Yürüdüm,  ayakkabıma  çarpıp  sönen  ışık zerrelerine  baktım  bir  ara...  Sonra  kaldırdım  başımı...  Ona  baktım.  O  Zeynep...  Sessizce gülümsüyor,  çelimsiz  görünüyor  bu  haliyle,  bakışlarındaysa  farklı  bir  coşku,  ayarsız  bir  güç  var. Ama yorgun  yinede... Gülümsüyor...   Dokunabilecek  kadar  yakındım  şimdi  ona...  Oysa  fark  edemeyecek  kadar  uzak.  Huzurlu  bir iç  çekiş,  kederli  bir  gülümseme,  dalgın,  dağılmış  güzel  bir  kız...  Aşkı  hazanda  yitip  gitmiş.  Yanına oturdum.  Beni  kabulleneceğini  bilerek.  Ben,  beni  ben  yapan  aşk,  içimdeki  utanan  adam, kırılmışlığım  ve  küskünlüğüm.  Birde  öldürmek  için  boğazına  yapıştığım  nefret  ve  kıskançlığım.  Ve Babür'ün  kulağımda  çınlayan  sesi...  Oturduk.  Çok  ses,  çok  duygu  vardı.  Çok  kalabalıktık.  Sızı,  en ağar  basanı  oydu.  Ve  o  bana  baktığında,  gözleri  beni  bulduğunda...  Ve  ben  o  gözlerde  bir  an  hiçbir duygu  bulamadığımda  bütün  kalabalık  çekildi.  Sadece  sızı  kaldı  geriye.  Her  yanı  sardı.  Duymamı  ve görmemi  engelledi.  Yine  konuşamam  diye  korktum.  Onun  gözlerinde  ki  ifadesizlik  beni  korkuttu. Öylece  baktım  ona...  Öylece  baktı  bana...  Aralandı  dudakları  sesini  duymayı  bekledim.  Bir  şey demedi...  Gözleri  nemlendi.  Sonra  kederli  bir  sevinç  parladı  gözlerinde.  Susmaya  devam  ettik. "Bütün  sesleri  susturacağım  Zeynep,  şu  an  olduğu  gibi  tek  senin  sesin  ulaşacak  kalbime.  " Söyleyemediğim  her  şey  sızladı  damarlarımda. Öyle acıdı  ki  canım, iç çekmek  istedim.   Kilitlenmişti  gözleri,  bir  şeyler  aradı  bende.  Sevgiyle  bakan  boncuk  gözleri,  daha  yaşlı bakıyorlar  eskisinden,  farklılar...  Şimdi  daha  parlak,  yokluğumda  kendini  bulmuş  sanki,  eşsiz  ışığı yoğunlaşmış.  Beni  yaralamak  onu  yaralamış,  onun  canı  benimkinden  çok  yanmış.  Belli  ki kendisinden  başka  kimseye  kızamamış...  Şimdi  teslim  olmak  üzere...  Belli  ki  bir  geçişte,  sarındığı nurlardan  belli...  Zeynep  ruhuna  teslim  olmaya  yaklaşmış.  Ruha  teslim  olunca  ruh  kabından kurtulur,  özgürleşir.  Ruh  eşsiz  bir  nurdur.  Ruh  kalıplara  sığmaz,  kainata  hükmeder  dilerse.  Kimileri büyüyle  yapar  bunu,  kara  büyüyle,  kimileri  teslim  olur  ruhuna,  susturur  diğer  her  şeyi.  Bir  an  kalkıp gitmeyi  düşündüm.  Ruhuyla  buluşma  anı  benim  yüzümden  gecikebilirdi.  Ama  gitmem  daha  çok üzerdi  onu...  Zaten  evren izin  vermedi.  Sıcak  yumuşak  elini  hissettim  elimde. Kaldırdı  tuttuğu  elimi, inceledi  uzun  uzun...  Avucuma  saklanmış  kaderime  baktı  anlayabilecekmiş  gibi.  Göremedi  benim okuyabildiklerimi...  Henüz  izin  yoktu...  Gülümsedim...  Sıcaklığını  özlemişti  insan  yanım,  ruhunun kılıfında  ki  eşsiz  güzelliği,  ondan  bana  akan  sıcaklığı  özlemiştim.  Nasıl  bir  yaradılıştır,  nasıl  olurda benim  ki  gibi  yüzyıllara  şahit  bir  ruh  onun  bu  güzelliğinden  geçip  gidemez?  Ona  bakıyor  olmak, ondan  vazgeçemiyor  olmak,  yoksa  ben  şaşırdım  mı  yolumu?  Onu  sevmek  yasak  mı  bana.  Böyle  bir sevgi, inanılması  güç, sevgimden korkmaya başladım  bir  an, en  az  nefretimden korktuğum  kadar. Elimi  alıp  sıcacık  yanağına  bastırdı.  Avuç  içimi,  kaderimi  ısıttı.  Kaderim  onsuzluğa  isyan etmekte,  o  an  anladım.  Sıcağın  ve  soğuğun,  kaderin  ve  rüzgarın  lisanı  nezaketle  fısıldadılar yüreğime... Sonra  o ses...  Oda seslendi  içime... Bilirmiş gibi... ___" Üşümüşsün."  dedi. ___"  Üşüdüm."diyebildim  uzaklara  bakan  bakışlarını  kendime  çağırarak,  bana  baksın istedim... ___"  Ben  seni  ısıtırım..."  Varlığının  içimdeki  buz  dağlarını  erittiğinden  haberi  yoktu. Güneşim... ___" Zeynep  sen..." Sustum... ___"  Sen  ne?"  Dedi  bir  süre  durakladıktan  sonra...  Korkuyordu  adeta,  korkusunu  içime sapladı... Haberi  yok.   ___"  Sen  benim  can  suyumsun  ..."  Dedim,  gözleri  doldu...  Özlediğim  bir  bütün  duygularla. İçine saklanmış hepsi. Su damlalarının içinde ihtiyacım  olan her  şey. ___"  Ağlama  lütfen..."  Dedim  yüzünü  ellerimin  arasına  alırken,  göz  yaşlarını  sildim  usulca. Ta  içine  baktım  ,  kalbi  gözlerinde  atan  bir  küçük  kadın...  Kendine  yabancı,  aşkına  yabancı...  Ve  ne olduğunu  anlamadan  ihanetin  elinden  işlediğine  tanık  olan  bir  küçük  kadın.  Daha  aşkı keşfedemeden, dolaşamadan o yakıcı  sokaklarında, en  sevdiğine ihanet  ettiğini  öğrenen  bir  ruh. Acısı gözlerinde  kanıyor,  yüreği  ve  sevgisi  gözlerinde  yaşıyor.  Sesi,  beni  incitmekten  korkan  o  ses, ürkek... Bütün sesler  susmuşken sızılarımı  arttırıyor  onun o masum  ürkekliği. ___"  Ağlama  sevgilim..."  Dedim.  Daha  fazla  bakamadı  gözlerime,  başını  göğsüme gömdü...  Sanki  orada  her  şey  kolaylaşıyormuş  gibi  kapadı  gözlerini,  saklamaya  çalıştı  gözyaşlarını. Öylece  durduk.  Konuşmadan...  Kendiminkilerle  beraber  onun  gözyaşlarını  da  içime  akıttım.  Onu üzdüğüm  her  an  benim  için  bir  azaptı.  Aşk...  Aşk  kıskançlığı  ve  nefreti  devirmeli  tahtından...  Aşkın olduğu  yerde  başka  hiçbir  şey  olmamalı...  Zeynep,  işte  o  aşk  güneşi,  ve  diğer  her  şey  karanlık  bir buz  parçası.  Zeynep  şimdi  ısıtacak  bizi.  Eriyip  gideceğiz...  Geriye  hiçbir  şey  kalmayacak...  Aşk büyük ve  yüce, o  yokken palazlanan bütün duygular  yalan.. Sahte.  Ve şimdi  kollarında üşüyen kadın, onun  bir  günahı  yok.  O  Espila,  bana  hayır  diyemediği  için  bir  tek  beni  sevmeyi  göze  alan  kız.  Ve  iki insan  ırkını  benimle birlikte  karşısına alan... Benim  için  sonsuzluk  kapısını  aralayan... Espila, Zeynep benim  ıssız  merhametli  sevgilim.  O  öyle  temiz  ki,  leke  tutmaz,  o  bir  derya  taş  atmakla  bulanmaz,  o bir  güneş  balçıkla  sıvanmaz.  O  bir  pırlanta  çamura  atsan  da  değerinden  bir  şey  kaybetmez.  Güneş batmıştı  artık,  yeryüzünün  ışıkları  gölgelemişti  tüm  yıldızları,  ve  hala  ince  bir  ateş  yağmuru çiselemekte.  Zeynep'in  sıcacık  göz  yaşları  ışık  olmuş  adeta...  Soğuk  işlemiyor  tenime  nedense,  içim huzurlu  bir  parıltıya  teslim  olmuş.  Sadece  bu  an  için  belki  de  bilemiyorum,    gömüyorum  her  şeyi. Yok  olmasını  istediklerimi.  Rüzgar  savuruyor  ışık  tanelerini,  geceye  ışıklar  yağıyor.  Işıklar  ki  her göz  görmez, ışıklar  ki  onlara başka bir  yerden bakmak  gerek. Bir  çocuk  anne  ve  babasının  elinden  kurtulmuş...  Dönüyor,  avuçlarını  gökyüzüne  açmış, neşeli  gülücükleri  karışıyor  rüzgarın uğultusuna... ___" Oğlum  başın dönecek,  dur!"diyor  annesi... ___"  Anne  bunlar  ne?"diye  soruyor  çocuk  gökyüzünü  göstererek...  Ve  dönüyor  hala,  ışık taneciklerinin  arasında...  Zeynep'inde  ilgisini  çekti  çocuk,  hayranlıkla  baktı  ona...  Annesi  cevap vermedi  çocuğa,  neyi  sorduğunu  anlamadı  belki  de...  Dönmeyi  bıraktı  çocuk,  bize  baktı.  Yanımıza yanaştı  ufak  adımlarıyla. ___" Siz  biliyor  musunuz?"  diye sordu tüm  masumluğuyla. Zeynep bana baktı, cevap  ver  der gibi. ___"  Bu  bulutların  sana  hediyesi..."dedim  küçük  sevimli  bembeyaz  çocuğa.  Gülümsemesi genişledi  yüzünde, kahverengi  saçları  savruldu  rüzgarda.   ___" Ama tüm  bunlar  sır, kimseye söylememelisin."fısıldadı  Zeynep. Gülümsüyordu çocuk. ___" Peki  buradaki  kim?"  diye sordu  çocuk, merakla bekledi  cevabı.   ___"  Kim  kim  ?"diye  sordu  Zeynep,  çocuk  arkamızda  belirsiz  bir  noktaya  bakıyordu.  Bir ürperti  geçti  vücudumdan. Arkamızda her  hangi  biri  olmadığını  biliyordum. Yine  de dönüp  baktım. ___"  Burada  kimse  yok  ki."    Çocuğa  verdim  tüm  dikkatimi.  Hayal  kuruyor  olabilir  miydi? Yoksa  gerçekten bir  şeyler  görüyor  muydu? ___"  Nasıl  biri  var  orada?"diye  sordum  gülümseyerek.  Evrende  dolanıp  duran  sayısız ruhlardan biriydi  belki. Belki  değil...

ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin