(ZEYNEP...Espila)
Issız sisli bir akşamın içinde yürüyorum, hava o kadar kirli ki nefes aldığımda boğazım yanıyor. İstanbul yağmurla yıkanmak istiyorsun, rüzgarla savurmak istiyorsun kirini pasını , sen nefes al ki bizde alabilelim. Tutma kendini ağla hadi, insanın içini temizleyen göz yaşı senide temizler, sokaklarını da. Ağla hadi, dağılsın sis, görünsün yıldızlar. Sende bizde nefes alalım artık. Sana yaptıklarımız için üzgünüm...
Evimin olduğu sokaktaydım eve vardığımda sesiz olmaya çalışarak bahçe kapısını açıp içeri geçtim, ağaca asılmış kalın hasır ipten salıncağa oturup usulca sallanmaya başladım. Burası benim, içimi dinlenme mekânımdı, buraya oturduğumda yine o küçük kız oluveriyordum. Küçücük sıkıntıları omuzlarına ağır gelen kız. Kendimi bildim bileli bu salıncak buradaydı ve ben onun üzerinde hayallerime gömülmekten çok hoşlanırdım. İçimi acıtan havaya ve keskin soğuğa rağmen içeri girmek istemiyordum.
Dudaklarımdaki tebessümün sebebi neydi? Kalbim benden izin almadan hızlı hızlı atıyor, gözlerimin içi gülüyordu. Bu ışık , bu gülüş, çarpıntılar içinde ters düz olmuş bu heyecanlı kalp; her şey benim kontrolümün dışındaydı. Dilim benden izinsiz konuşuyordu, benim suçum yok, olmamalı. Bedenimden taşan bu mutluluk seli benim suçum olamaz.
Onu görmek yeter bana, tatlı sesinden adımı işitmek, arkadaşlığımız yeter bana. Yeter ki buralarda olsun, gitmesin Ya giderse ? Gelişi gibi, aynı gizemle giderse. Ah Zeynep, seni kendisinden mahrum bırakırsa!
Boğazıma bir yumru gelip oturdu, yumruyu aşağıya itmek isteyerek yutkundum, ama gitmedi. Acımasız düşünceler içimi burktu, üşümüş yanaklarımdan sıcak gözyaşlarımın süzüldüğünü hissettim, yüzüm ıslanınca daha çok üşüdüm.
Davetsizce hayatıma giren bu misafirin sıcaklığıyla ısınmıştım , tarif edilmez duyguları tanımlamaya çalıştım. İçimdeki tüm boşlukları doldurmuştu , kaybettiğim bir şeyler varmış da haberim yokmuş. Ali ile onları bulmuştum. Güçlü bir duygu. Görmezden gelmeyeceğim kadar. Ali başka... Ali'de ki hâl başka... Hissettiklerim hayal edebildiklerimin ötesinde. Onun varlığı hayat kadar değerli bir şeyle tanışmamı sağladı. Bilmiyorum belki hayattan daha değerli bir şey. Öyle ki bu verdiğini artık istese bile benden alamaz. O yada herhangi biri. Hediyeler içinde bir hediyeydi , yapılan tüm ikramlar içinden bir ikramdı. Gözyaşlarımı sildim, burnumu çekip kafamı gökyüzüne kaldırdım, biliyorum ; o gitse bile hedisi bende kalacak. Her şey değişecek olsa bile o yüreğimde saklanmıştı, kimsenin görüp dokunamadığı bir sığınaktı benim gönlüm. Ne yapmıştım da böyle bir hazineyi hak etmiştim. Kâinatı bir küçük kalbe sığdırmışız sanki... Gözlerimi kapatıp gülümsedim, içimdeki tanıdık ama bir o kadarda yabancı duyguların tadını çıkarmaya koyuldum. Gevşedim, ılık bir sevdanın içimi yumuşatmasına şahit oldum. Aşk; gereksiz her şeyi silip süpürdü bir an için , aşka teslim ol, belki seni umduğundan da güzel yerlere götürür.
" Hey üşümedin mi? Gel artık içeri, " diye bağıran ses ablamındı. Bana doğru yürüyordu, ayak sesleri sessizliği yarıyordu.
" Ne yapıyorsun burada ,havada soğukmuş, "diye söylendi.
" Sallanıyorum," dedim.
" Ne düşünüp duruyorsun burada kukumav kuşu gibi," diyerek çıkıştı." Kontrol onda olmalıydı, tüm anlayışlı halleri her şeyi bilmek istemesinden kaynaklanıyordu sanki.
"Biraz sallanmak istedim sadece."
"Hadi içeri , sofra hazır," deyip elimi tutup çekti , kalktım isteksizce onu takip ettim. Kışın hüznü çökmüştü, neşeli renkler uçmuş, baharın umut veren yokluğu hissettiriyordu kendini. Elma, incir, dut ve limon ağaçları süslüyordu çocukluğumun geçtiği bahçeyi. Yıllarca etrafını çevrelemiş olan kısa duvarlar yıkık döküktü. Kavak ağaçları yarımşar metre arayla bahçenin kuzey yanında uzanıyorlardı. Eskiden güney cephede aynı ağaçlarla doluymuş, güneşi engellediği için dedem onları kesmiş.Yıllanmış kavak ağaçlarına selam verdim içimden, sararmış yaprakları yerlere serilmişti, kimileriyse ağacın üstünde düşecekleri anı bekliyorlardı. Ben onlara bakarken bir yaprak ağaçla bağını koparıp yere doğru süzüldü.
"Bir hâl var sende," dedi Arzu.
"Kaç hâl var bende , kaç Zeynep var içimde?"
Uzun gelen bir an, dikkatle gözlerime baktı. Montumu çıkarıp portmantoya astım, odama gidip eşofmanlarımı giyindim.Elimi yüzümü yıkayıp sofraya oturdum.
"Eee bugün neler yaptınız?" Ablam dumanı tüten domates çorbasını kaselere doldururken, anlatmaya başladı.
"Komşular buradaydı, kış behçesinde sıcak çay keyfi yaptık."
"Çorba içimi ısıttı salıncaktayken bayağı üşümüşüm," dedim, çorbayı kaşıklarken...
" Bu aralar dikkat et kendine, solgun görünüyorsun, "dedi.
" Biraz sallanmak istedim." En masumane bakışımı takındım. Sorgulayan bakışlarını üzerime dikmişti.
" İyiyim , yorgunum biraz o kadar,"dedim boynumu bükerek. " Senin günün nasıl geçti," diye sordu. Cevap veremedim. Kısa bir an bu hissettiklerime benzer duyguları onun da yaşayıp yaşamadığını merak ettim. Geçmişte kalmış yarım kalmış bir hikâyesi vardı ablamın
"Onu özlüyor musun?" Diye sordum. Anlamayan gözlerle baktı.
"Çok mu aşıktın," diye sordum.
"Hayır aşık değildim." Dedi, bakışlarında hiç bir tereddüt yoktu.
Boşalan bardağa su doldurdu, bu konu canını sıkmıştı.
" O zaman neden üzgünsün?"
" Sevemediğim için... " dedi derin bir iç çekti. Bu tatlı heyecanı hiç yaşamamıştı belkide. Mahsunlaştım.
"Neden üzülüyorsun, dünyada ki tek sevgi çeşidi bu mu? Gerçek aşkı yaşamak için illâ bir erkeğe mi ihtiyaç var? Sevgi, aşk insanın içinde kaynar durur, sadece bazıları onun dışarıya taşmasına vesile olur." Dedi beni rahatlatmak ister gibi. O an anladım ki aşk ablamın yaradılışındaydı, onu yaşamak için bir başkasına ihtiyaç duymuyordu. İçindeki sıcacık sevgi onu kalbini herkeslere yakın tutuyordu. Gülümsedim. Ben onun gibi değildim. Benim sihirli aşk kapım Ali ile açılıvermişti ansızın.
" Birisi var... Ben... Onu tanıyınca bilmediğim bir dünyaya adım attım. Hem çok tanıdık ve sevgi dolu, hem korkutucu. Korkuyorum, bazen neyden korktuğumu kestiremiyorum...." Dedim. İkimizde sessizleştik. Daha söylemek istediklerim vardı. Bilmediğim tuhaf bir güç kesintisi yaşadığımı, kulağımı gıdıklayan fısıltılar hissettiğimi. Çevremde dolaşan, Ali ile birlikte hayatıma giren bu varlığın beni korkutsa bile, bana ihtiyacı olduğuna neredeyse emin olduğumu; nasıl dillendirebilirdim? Henüz kendime bile itiraf edemediklerim boğazımda düğümlendiler. Bu benim hastalıklı yanımın tatsız kuruntularından başka bir şeyndeğildi. Onu aptal vesveselerimle korkutmaktan çekindim.
" Şu geçen akşamki adam mı?" Dedi, suçlar gibi bir sesle devam etti.
"O resim falan, aslında tanışıyordunuz tabi."
"Hayır yeni tanıştık,"dedim. Sonra sebepsiz bir iç sıkıntısıyla derin nefes aldım.
"Vapurda tanıdığın bir adamla görüşüyorsun yani..." Gerçekten şaşırmıştı. Bunu açıklamanın bir yolu olsaydı keşke... Dayanağı olmayan bu duyguyu tanımlamak oldukça güçtü. Kökleri bir olan bir ağaç gibi miydik? Biz neydik? Nasıl anlatabilirdim?
" İnsanları tanımıyorsun Zeynep, sokakta tanıdığın biriyle görüşemezsin... Bu çok yanlış," dedi. Sakin kalmaya çalıştığının farkındaydım.
" Selim Bey'de tanıyor onu..."Dedim. İmdat çubuğu gibi bu fikre sarılmıştım. Selim Bey'in Ali'yi görmekten pek hoşlanmadığı geldi aklıma, bunu kendime sakladım. Durgunlaştı, biraz düşündü, derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
" Eğer birini hayatına böyle hızlı sokuyorsan, insanın o gülümseyen yüzünün ötesindeki şeyi de hesaba katmalısın. "
" En azından Selim Bey'in tanıdığı biri,"diye ekledi. Bu yumuşadığının bir göstergesiydi. Bir süre konuşmadı, kalktı ve demlenmiş çayı bardaklara doldurup yanıma oturdu... Dalgındı, ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Koruma iç güdüsüyle hareket ediyordu.
" Seni incitmesinden korkuyorum." Diye fısıldadı.
" O çok farklı... Selim bey gibi... Kimseyi incitecek biri değil."
"Yusuf senin için iyi bir seçim, tanıdık güvenli..."Derken tepkimi ölçmeye çabalıyordu, dikkatle yüzüme baktı. Çocukluk arkadaşım Yusuf. Ablam onun benim için doğru insan olduğunu düşünüyordu...
Bunca yıllık kardeşim, hani o beni herkesten iyi bilen, beni benden iyi tanıdığını söyleyen... Olmayan bir tehlikeye karşı uyarılarda bulunuyordu şimdi. Oysa şu an, o kadar emindim ki ne sevdiklerimin, beni tam olarak tanımadığından.
Odama çekildim, kendimi ifade edecek gücü bulamıyordum. Tanıdık bildik bir yalnızlık duygusu sardı içimi, Ali uzak bir hayaldi şimdi. Yoktu aslında, o var olmamıştı. Kendimi onu tanıdığıma inandıramadım, tatlı duygular susmuştu, içimdeki sevgiyi bulup ona sarılmak istedim. Nerden geldiğini bilmeyen, ne olduğunu bilmeyen bir kızcağızım sadece. Nereye gittiğimden bi haberdim. Koca evrende bir zerre bile değilsin Zeynep. Tanıdık bildik evrensel kodlar konuştu, ne Ali vardı, ne annem, ne ablam ne de ben... Yaratıcıdan başka hiçbir şey var olduğunu iddia edemezdi. Kaybolup gittiğim yalnızlıkta bir tek O olurdu. Ama o huzursuluk veren fısıltıyı duydum... Hiç birşey anlamasamda beni hissediyordum. Beni tüketiyor, umutsuzluğa düşürüyordu... Dualarıma sarıldım... Korkuyordum... Bu yaşadıklarımı paylaşmak büyük hata olurdu... Ailemin beni ruh ve sinir hastalıkları kliniğine yatırması ihtimâli her zaman mevcuttu. Odamın kapısı usulca açıldı, uyanık olduğumu görünce gelip yanı başıma oturdu. Tanıdık bildik eller saçımı okşadı. Ablam yanıma gelince, korkutucu fısıltı kesildi.
"Güzelim benim... " Dedi kısık bir sesle.
Sonra ağlamaklı sesini duydum.
" Zeynep... Ben annemi özledim..." Dedi...
" Bende..." Yorganı açtım, oda usulca yanıma sokuldu. Koca evrende bir ikimiz vardık sanki. Buruk bir yalnızlık sarmıştı yine, bazı geceler olurdu böyle...
" Biz çok yakınız değil mi ?" Diye sordu birden.
" Yakınız ama sen... Sen... Farklısın..." diye mırıldandı.
Çok yorgundum lafı uzatmak istemedim. Bilinçsizlikle uyanıklık arasında gezindim, bir süre sonra uyku beni aldı. Uykuyu severdim ben... Bu yüzden hep ölümü de seveceğime inanırdım. Onlarda kardeşmiş ya... Tıptı bizim gibi... Arzu uykuydu... Bense ölüm...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017
Science Fiction"Aşık olduğum tek kadın. Nasılda hırçın, pervasız. Bu şehir midir bende ki aşkı harlayan? Bir mum gibi eritip, ay misali ışıtan. Nasıl da vuruyor bakışları insanı bağrından. Hüzün kokan sokakları kopup gelmiş geçmişin hazanından...