28-Cansuyum

18 3 1
                                    

ZEYNEP(ESPİLA)

        Onunla  birlikte  bütün  kainatta    susmuştu  ...  Kadim  bir  aşk  bilinen  ilk  günahla  son  buldu... Ne  hazin  bir  öykü...  Bildiğim  en  uzun  öykü...  Bildiğim  en  kısa  öykü...  Bir  an,  o  da  bu  an...  Bu  an harabelerin  altında  kalmışım...  Soruyorum    bütün  sancılarım  kalbimde  toplansa  yeter  mi  bana gelmene? Sende  biliyorsun  hepsine  razı  olduğumu. Artık  sadece sensizlik  var. Başka hiçbir  şey  yok. Soğuk,  daha  çok  soğuk...  Daha  çok  üşüyeyim,  cezalandırayım  diyorum  kendimi.  Belki gelir  o  zaman...  Hisseder...  O  evrenin  sesini  işitenlerden  nede  olsa...  Evreni  okuyabilenlerden  ... Ne  tuhaf...    Dayanamıyorum  üşümeye,  istediğim  gibi  üşüyemiyorum  bile  ...  Bu  haldeyken  bile üşümeye,  açlığa,  uykusuzluğa  dayanamıyorum.  Bölük  pörçük  olsa  da  uyuyorum  yine...  Yaşayacak kadar  da  olsa  doyuruyorum  karnımı.  Tüm  evrenin  gamını  kederini  yüklenmişim...  Ama  yinede gülümsüyorum  bazen.  Gülümsediğim  zaman  bile  ağlamak  geliyor  içimden,  ama  olsun  yinede gülümseyebiliyorum  ya,  oda  bir  şey.  Aklımı  tam  veremesem  de  işe  gidip  geliyorum  yine...  Bir  hayal aleminde  sürüyor  ömrüm  bir  tuhaf  uykudayım.  Rüya...  Kabus...  Ne  bileyim  puslu  her  şey... Yapmak  istediğim  bir  şey  yok.  Yakarmaktan  başka...  Neyin  faydası  olur  onu  bana  getirmeye...  Ne yapmalıyım?  Öyle  çok  sordum  ki  bu  soruyu  kendi  kendime.  Soracak  başka  kimsem  yok.  Bu  yaşanan bulmacaları  ben  örmüşüm  eski  hayatımda.  Ne  yapmışım  ben.  Ne  tür  delilikler  yapmışım.  Kaç  yüz yıldır  yalan  söylüyor  olabilirim.  Kaç  asırlık  bir  sırdır  bu.  Sırları  olmayan  Zeynep...  Kimim  ben?  Kim  ?Defalarca  sordum  bu  soruyu  kendime...  Cevap  yok.  İçimdeki  boşlukta  yankılanıyor  her  türlü soru,  her  türlü  ses.  İçimde  koca  bir  boşluk  var.  Yanı  başındaysa  sürekli  can  yakan  bir  keder.  O puslanmış bakışlardaki  tarifsiz  acıyı  ta  içimde hissettim. Onun gözlerinde ki  o hal... İçime işledi, hep içimde  şimdi  o  acıtan  bakışlar.  O  bakışlarda  bir  haykırış  vardı.  İnkar  etmemi  bekleyen  bir  yakarış... Bu sefer  umudum  yok. Gelmeyecek...En büyük  ceza  verildi  zaten  fazlasına gerek  yok. O  yok  artık.   Pusulamı  kaybettim...  Yönümü  kaybettim...  Kendimi  kaybettim...  Hangi  sokak  beni bana  çıkarır.  Ayıp  değil  ya  bilmiyorum.  Ayıpsa  da,  değilse  de  bilmiyorum.  Susmayan  bir  yakarışta kalbim.  Ben  ona  hükmettiğime  inanırdım  ya  bir  zamanlar.  Ne  çok    yalana  inanmışım.  Şimdi  bile farkına  varamadığım  bir  yanlışın  içinde  debeleniyorum  belki.  Şimdi  ta  içimde  taşıdığım  kalbe  bile söz  geçiremezken,  biliyorum  ki  bu  kalp  bana  hizmet  etse  de  bir  başkası  için  atıyor.  Akan  göz yaşlarımın her  birinin tek  umudu  var. Eymen'i  bize getirecek  son göz  yaşı  olmak.  Ondan uzak  son an olmak  için duada  gün, son  saat, son  saniye... Hepsi  görüyor  halimi, perişanlığımı. Soğuk  rüzgar, esip dolanıyor  etrafımda...  Serinletmek  istiyor  beni,  yağmur  söndürmek  istiyor  kanatan  yangınımı...  Yok dostlar...  Yok...  Bu  kez  deva  değilsiniz...  Bu  kez  değil.  Bu  kez  ben  ben  değilim...  Bu  yaşadığım benim  harcım  değil.  Bu  kez  ben  aşık  değilim...  Bu  defa  yangına  diri  diri  atılanım.  Bu  yangından sonra  acıya  doymam  bekleniyor  belki,  acıya  doyunca  Espila'yı  bulmam  gerekiyor  belki.  Bulmak  mı lazım  Espila'yı.  Neden  gelsin  ki  Espila  Eymen'inin  olmadığı  yere.  Neden  geri  gelsin  Espila  bize, neden  atlasın  içinde  çığlıklar  atamadan  kavrulduğumuz  yangına?  Neden  ortak  olsun  bu  halimize?  Ve Espila gelirsen bil  ki  yanıtlaman  gereken sorular  var.  Neden yaptın Espila?  Neden ruhumuzu savurup attın.  Neden  aşka  ihanet  ettin.  Yoksa  o  ihanetin  sahibi  ben  miyim?  Espila  yada  Zeynep  yok  aslında günahını  sırtlanmayı  reddeden, yinede  vicdan  azabından kurtulamayan bir  ruh var  ortada...   Aynı  yakıcı  esinti  içimi  delip  geçiyor  sanki.  Ölüyorum.  Duymak  istemiyorum  bu  yakıcı rüzgarı.  Bu  acı  esintiye  rüzgar  demek  üzüyor  beni.  Nitekim  ben  severim  rüzgarı.  Ama  adını koyamıyorum,  tüketiyor  sanki  beni.  Bilmediğim  bir  hastalığa  mı  tutuluyorum  acaba?  Unutmak istiyorum  çektiğim  fiziksel  acıyı,  tek  düşünmek  istediğim  o. Eymen... Son  göz  yaşları.  Biriktiler  yine  gözlerime.  Ağladıkça  hasrete  düşüyorum.  Ağladıkça çoğalıyor  ateş.  Ateşi  besliyor  göz  yaşarım,  sızılarım  artıyor.  Temizlenmiyor  içim...  Günahım. Soğuk...  Çok  soğuk...  Bu  defa  üşüyemeyecek  kadar  yanıyor  vücudum.  Dilenciye  verecek  para bulamayınca  kaldım  öylece.  Vapura  binecek  para  bile  almamışım  yanıma."  Telefonunu  ver  öyleyse" dedi  içimdeki  ses.  Sonra  bir  başka  ses  "elinde  ki  tek  resmi  veriyorsun?"  Diye  sordu  haykırırcasına. Eymen'i  mi  veriyorum.  Kaçtım  dilenciden,  utandım  kendimden.  Veremezdim.  En  kıymetlimi veremezdim.  Sığındığım  bir  duvar  dibinde  açtım  fotoğrafını.  İstanbul'u  izliyor  ve  farkında  bile  değil İstanbul  kadar  eşsiz  olduğunun.  İstanbul'u  eşsiz  yapan  içimde  ki  aşkmış.  Şimdi  nereye  baksam hüzün  görüyorum,  yine  eşsiz  İstanbul,o  olmadan  Ama  her  yerde  O  var.  Ne  acı,  itiraf  edemiyorum.... İtiraf  edemiyorum.... Dudaklarımda dua  sanki.   "İtiraf  edemiyorum"  diye  fısıldadım  yine.  Soluk  nefesimden  dökülen  sözcükleri  bir  tek ben  duyabildim.  Yürümeye  başladım  ...  Dermansızdım,  peşimden  sürükleniyordu  ayaklarım.  Tenha bir  bank  aradım.  Bütün  sahili  yürümüştüm  neredeyse.  Çöktüm  banka...  Tahta  oturağın  üzerine yazılmış çizilmiş karalamalar  arasında  ki  yazıyı  okudum... "  Rüzgarın  değil,  seven  yarin  nefesi  yanan  yüreğe  deva  olacaktır."  Kim  yazmış  bunu... Hangi  el  hazırlamış  bu  anı.  İtiraf  ediyorum.  Kendime,  kendimle  beraber  herkese,  bu  anı  hazırlayan  o ilahi  mucizeye.  Ne  güzeldir  bu  yanan  yürek.  Bu  acı...  Aşkın  düştüğü  çıkmazlarda  ki  perişanlığım. Aşık  bir  derbederim  ben. Ey  sen ne güzel  bir  şeysin aşk... Acın, yangının, hasretin ne güzel. Varlığın ne  güzel  sevgili  aşk,  sen  kaçtığında  bana  kalan  acı,  kaçışın  ne  güzel.  İtiraf  ediyorum.  Ağlasam  da, yakınsam  da  bir  damlasından  vazgeçmezdim  acımın.  Kan  tükürsem  de  vazgeçmem  bu  yangında kavrulmaktan.  Unutmak  istemiyorum  acımı,  bir  dirhem  bile  değişmek...  Ah  bir  anlatabilsem,  ne lezzetli,  ne  tatlı  bir  yangındayım.  Nasıl  bir  yaşayan  hasretin  içindeyim  ben.  Aldığım  nefesten  daha hayat  dolu.  Tonlarca  ağırlıktaki  gemileri  kaldıran  bu  mavi  sulardan  daha  güçlü  bir  hasret.  Aşkım... Aşkımın  yokluğu...  Unutmak  istemiyorum...  Dağılmışım  evet...  Her  parçam,  her  zerrem...  Ah... Bir  bilsen...  Hiç  söyledim  mi  acaba  sana...  Hatırlayamıyorum...  "  Eymen  seni  sevmek  çok  güzel. Sen  varken  veya  sen  yokken.  Sen  severken,  ya  da  sevmezken...  Varlığında  ki  neşe...  Yokluğunda  da ki  keder  ne  güzel...  Ah  sevgilim..."    Bir  vapur  düdüğü  kesti  sözlerimi.  Ağlıyordum,  acımı dindirmeyen  göz  yaşlarıma  minnettardım.  Ne  tür  bir  insan  acısından  keyif  alır.  Aşık...  Sadece  aşık bilir  bu  keyfi.  Gülümsedim  yine...  Bütün  güçsüzlüğüm  vardı  gülümseyişimde.  Bütün  aşkım,  bütün kederim...  Ve  hepsine  gönülden  bağlıydım  ben...  Zerresini  vermezdim  içimde  ki  yaraların...  Her zerremle  kucaklaştım.  Her  zerremi  dost  edindim.  Yetmiyordum  aşkı  yaşamaya,  aşkı  anlamaya,  aşk yangını  için  yetersizdim.  Ama  olsun.  O  aşk  zerresinde  kavrulmaya  da  razıydım.  Espila  sen  sakın gelme.  Esila'nın  kayıp  kızı.  Sen  aşkı  bilemezsin...  Bize  büyük  gelir  bu  küçük  kıvılcım...  Espila kayıp  geçmişim,  sen  bu  acıtan  kıvılcımın  tadını  bilemezsin...  Bölündü  her  şey,  vazgeçemediğim yakarışım.  Gülümsüyorum  ...  Peki  neden?  Barışmak  istiyorum  kendi  kendimle...  Hadi  gel barışalım... Siyah  paltolu  bir  adam  oturdu  yanıma...  Ürperdim.  Dönüp  baktım  yanıma  oturan adama...  Keder  mi,  taşkın  bir  sevinç  mi?  Beklenen  mi?  Vapurlar  selamladı  onu  sırayla,  martılar coştular  aşkın  semasında...  Dönüp  baktığım  adamın  buğulu  gözlerinde  menevişleniverdi  aşk.  Bir ışık  oyunu...  Her  şeyi  değiştirebilecek  bir  özlem  vardı  adamın  gözlerinde.  Yolunu  kaybedip  de, yeniden  bulmuş  .  Yeniden  bulmanın  sevinci,  kaybetmişliğin  endişesi.  Hasretimi  gösterir  bu nemlenmiş  gözler.  Gördüğüm  en  büyük  sevdanın  dışarı  açılan  kapıları.  Neresine  saklamış sadakatsizliğin  bıçak  darbelerini.  Uzamış  uçuşan  saçlarında  ki  hüzün  ...  Birde  o  var... Gördüklerim...  Hepsi  bendeymiş  anladım.  İçimdekileri  görüyorum  onun  güzel  yüzünde.  "Susacak mısın  yine?"  Diye  sormak  istesem  de...  Sormadım.  İçimdekileri  gördüm  o  güzel  gözlerde,  yer yüzüne  inmiş  en  anlamlı  bakışlara  sahipti  benim  sevgilim.  Öfkesinde  bile  alışılmadık  bir  asalet  vardı onun.  İnsanlığı  yücelten  ruhlardandı  o.  Sevgiyle  yaratılmış  her  zerresi...  Buna  inanmamak  mümkün mü?  Şimdi  ilk  defa  yeniden  görebiliyordum  soluklaşmış  ışığını.  İşte  bıçak  yaralarının  izleri.  O  eşsiz, tanımsız  aşk  renginin ışığı  solmuş, güçsüzleşmiş. Ve ben görebiliyorum  onu ... Arkasındaki  boşlukta ince  bir  ışık  yağmuru  var.  Görebiliyorum  evrene  düşen  aydınlığın  sevinç  dansını.  Bu  soğuk  kış  günü bile,  susmuşken  tüm  bahar  şenlikleri.  Evren  ışıklarıyla  gözlerini  gönülleri  okşuyor  insanlarının. Eymen  gibi  insan  ruhunu  yücelten  insanları  için  bu  ışık  yağmurları.  Gördüğüm  en  güzel  şey  olsa gerek.  Evrenin  bir  hediyesi...  Sevgili  İstanbul'um,  kışın  karanlık  güzelliğinde,  ve  ışık  yağmurları... Nedense  bana  gösteriyorlar  kendilerini.  Ve  o...  Beklediğim  kişi.  Aşkla  yoldaş  olmuş  sevgilim. Susuyor  hala...  Gözlerime  bakıyor...  O  ne  düşünüyor  acaba?  O  nasıl  görüyor  bu  evreni...  Bu  acıyla bana  geldiğine  inanmak  zor.  Ama  gözlerindeki  mahcubiyeti  ben  hayal  etmiş  olamam...  O  olmak nasıl  bir  şey  acaba.  Safi  aşk  olmak...  Yüce  bir  ruh  olmak.  Öfkesine  aşık  olduğum  adam. Suskunluğuna.  Yokluğunu  sevdiğim  adam.  Varlığını...  Bankın  tahtalarına  dayadığı  elini  buldum beceriksizlikle.  Soğuk  elini  tutup  kaldırdım  usulca.  Özlediğim  o  uzun  zarif  parmakları  seyrettim. Çevirdim  sonra,  avucunun  içine  baktım.  Bu  avuç  içine  dikkatle  bakan  biri  anlardı  onun  bu  diyardan olmadığını. Biraz  daha  karmaşıktı  çizgileri, bira  daha  soluk. Soluk  çizgilerle sarılmış hayata. "Hoş  geldin."  Desem  ya.  Ama  demedim.  Eşlik  ettim  onun  mahcup  suskunluğuna.  Ne vardı  utanacak,  sıkılacak,  kederlenecek...  "  Geldin  işte..."  Demek  istedim.  Sustuk  beraber. Sevinmeye  utandım.  Beyaz  avuç  içindeki  çizgilere  baktım  okuyabilirmişim  gibi...  O  da  beni okuyordu  biliyordum.  Utanıyordu  kendinden,  oysa  bendim  utanması  gereken.  "Kendisinin  farkında olmayan  ...  "  Kaldırıp  yanağıma  bastırdım  avucunun  içini...  Yanağımda  ki  ateşin  ayırtına  vardım, buz  gibiydi  Eymen. Bense  ateş. ___"  Üşümüşsün."  Dedim.  Karşı  karada  aslında  görmediğim  bir  belirsizliğe  dikmiştim gözlerimi. Aşkın sesini  bekledim. ___" Üşüdüm  Zeynep..."  Dedi.  Kırgın kederli  renklerle doluydu sesi. ___" Ben  seni  ısıtırım." Dedim  ona sokulurken... ___" Biliyorum..." Dedi. Beyaz, lekesizdi  bu defa  ses... ___"  Sen..."  Dedi.  Ve  sustu...  Devam  etmesini  bekledim.  Etmedi.  Endişelendim,  yine  mi sustu yoksa. Suskunluğunu sevdiği  adam... Susma... Sesini  daha çok  seviyorum... ___"  Sen  ne?"  Dedim  usulca,  onu  incitmekten  korkarak.  Bastırdığım  sevinçler  kaynıyordu içimde... Sevinçlerle kaygılar  birbirine karıştı.   ___"  Sen  benim  cansuyumsun  Zeynep...  "  Dedi.  Göz  yaşlarım  benden  bir  parça  ama  apayrı. Akmasınlar  istedim.  Durduramadım.  Latif  sevgilim,  hak  etmesem  de...  Yumuşak,  hoş,  ince  bir  ruh onun  ki...  Ben  hak  etmesem  de...  Geldi  işte,  geldi.  Ne  güzelsin.Ne  güzel.  Hayat,  ve  ne  güzel kanayabilecek  kadar  ince  olmak.  Ağlayabilecek  kadar  çocuk.  Kaybolacak  kadar  aşık  olmak  ne  güzel. Sen olmak  ne güzeldir  kim  bilir. Sende  yok  olmak .

ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin