Zeynep Duru 'dan
Her uyandığımda soruyorum aynı soruyu. Bugün her şey bir başka mı güzel? Her şey bir başka... Her şey benim görebildiğim kadar. Gün geçtikçe açılıyor gözlerim. Görmeyi öğreniyorum. Söylemesi zor , öyle çok anlatılmış ki bu şehir, öyle çok sevilmiş ki... Sevmesi de zor, anlatması da İstanbul'u. Hava ayaz, ömrüm boyunca gördüğüm en soğuk gün belki de. Deli gibi üşüyorum... Güneş batmak üzere, kendisi görünmüyor ama, onun o tatlı kızıllığıyla aydınlanmış bulutlar. İnanılmaz, işte bu manzarayı seviyorum ben. Bu şehri seviyorum. Vapurdayım, dışarıda oturmayı seçen tek kişi ben olurum sanıyordum, her zaman olduğu gibi. Hoş genç bir adam, iyi giyimli, romantik bir filmden fırlamış gibi dikiliyor. Denize bakışında, kumral saçlarının uçuşuşunda bir hüzün var. Böylesi kareler olmalı insanı sanata yönlendiren. Dayanamayıp resmini çektim adamın, neyse ki fark etmedi. Böylesi bir soğukta dimdik , romantik ve hüzünlü durmasından etkilendim. Çok asil görünüyor. Bense sefil bir halde titriyorum. Soğuk aklımı başımdan alabilecek kadar etkili. Ama aklım başımda işte, donuyorum ama sözümü de tutuyorum. Bu şehirle aramda bir anlaşma var benim. Şimdi bir dolu insanla içeride oturabilecekken, şehirle beraber üşümeyi seçiyorum. Böyle gösteriyorum sevgimi. Saçma belki... Keskin ayazın ciğerlerimi yakışını bilse bu şehir... Onu bırakıp içeriye , sıcağa kaçamam. Onu sevdiğimi nasıl kanıtlarım sonra? Onu sevdiğini iddia eden bir dünya dolusu insandan ne farkım kalır? Onunla birlikte üşüyorum. Bir farkım olmalı... Peki bu adamın derdi ne, soğuk ona işlemiyor sanki. Gözümü ondan alamıyorum. Ünlü biri mi acaba. Bir yerden tanıyacakmışım gibi bir his var içimde. Yalancı bir his. Yüzünü merak ediyorum, teni beyaz gibi, eminim yüzünü gördüğümde hoşuma gitmeyecek. Böyle hoş bir resim olarak kalması en iyisi, yüzünü görünce çektiğim resmi silmek zorunda bile kalabilirim diye düşünürken istemsizce iç geçirdim. Bu kadar meraklı olmayı kendime yediremiyordum. Umurumda değilmiş gibi etrafta gezdirdim bakışlarımı. Aslında hiçbir şeyi görmüyordum. Sonra bana doğru koşar adım yaklaşan biri dikkatimi çekti. Bulanık görüntüsü netleşince aşinası olduğum çaycıyı tanıdım. Yüzünde tatlı sert bir ifade var.
"İt gibi titremeye senin kadar meraklısını göremedim." dedi bana doğru yanaşırken... İstemsizce gözlerim büyüdü, söylenileni duydu mu diye arkası dönük adama döndüm. Hiçbir şey duyacak hali yok gibi görünüyordu. Çaycıya kızmıştım. Gözlerimden anlamasını bekledim.
"Sağ ol" dedim isteksizce.
"İç de hasta olma bari." dedi çayı uzatırken. Adam onunda dikkatini çekti.
" Al bir deli daha... Beyefendi çay ister misiniz?" diye sordu adama, yüzünü görebileceğim için heyecana kapıldım birden. Tam anlamıyla adama kilitlendim. Bu bekleyişin bir anlamı yoktu, sadece merak işte, bize doğru döndü. Gülümsedi çaycıya, gördüğüm en güzel gülümsemeye sahipti. Sevecen, bu soğuğu unutturacak kadar sıcak. Ve gördüğüm en güzel yüz, burada oturup saatlerce onu seyredebilirdim. Sonra tatlı sesini duydum, kahverengi gözleri kadar yumuşak , gülüşü kadar sevecen bir ses.
"Çok iyi olur." dedi. Bir an bana baktı, gözleriyle dokundu sanki. Yaşadığım en gerçek andı. Çarpıldığıma yemin edebilirdim. Tüm benliğimde duydum bakışını. Sahiden gerçekmiş . Nasıl oldu bilmem bir akım yayılıverdi bedenime... O kısa bakış uzamadığı için memnun olmalıyım diye düşündüm. Bize doğru geldi. Çayını alıp teşekkür ederek yanıma oturdu.
"Hadi bu kız kadrolu buralarda, siz niye içeri girmiyorsunuz." diye sordu çaycı. Yanımda oturan adama bakmak istiyordum, ama bakmadım. Sarsılmıştım, heyecanlanmıştım. Bilmediğim bir şeylerle tanışmaktaydım. Her zerremde hissettim. Her zerremle titredim...
"Merak ettiğim için..." dedi adam, çaycı içeriye, sıcağa dönmek için bir adım atmışken durup adama baktı. Bende bakmak istiyordum, o güzel yüzü bir daha görmek istiyordum. Ama bakmadım.
"Neyi?" diye sordu çaycı, o da meraklanmıştı anlaşılan. Can kulağıyla cevabı bekliyordum.
"Bu küçük hanımın böyle bir soğukta neden burada oturduğunu..." dedi adam. Kalbimin ayarı şaştı. Dört hızlı atıştan sonra uzun bir duruş, belki daha fena. Gevrek gevrek gülümsedi çaycı.
"Doğrusu bunu ben de merak ediyorum. Hem de uzun zamandır. " diyerek bana baktı. Beni mi merak etmişti? Yanlış duymuş olamazdım. "Ben mi" diye aptalca bir soru sormak istemedim. Hala adama bakmak istiyordum, bu defa baktığımda o kadar mükemmel görünmeyecekti gözüme. Ama bakamadım, güzel zarif ellerini izledim. İki küp şekeri sırayla küçük çay bardağına attı, uzun parmaklarıyla tuttuğu kaşığı bardağa daldırıp, hafifçe karıştırdı dumanı tüten çayını. Sonra çay kaşığını çıkarıp, tabağın kenarına bıraktı. Ne güzel eller. Benim seveceğim adamın elleri böyle olmalıydı işte. "Ve..." dedim içimden... Sonra korktum devamını düşünmeye, sustum, düşünmedim...
" Hadi söyle bakalım, neden kışın en çetin zamanında bile dışarıda yolculuk yapıyorsun?" diye sordu temiz yüzlü çaycı. Tozlanmış gözlüklerinde ki parmak izlerini seçebiliyordum ... Sonunda bana bu soruyu sorabildiği için mutlu görünüyordu. Yılların göz aşinalığıydı bizim ki, ufaktan takılmaya başlamıştı sonra... Öyle temiz dürüst bir yüzü vardı ki asla rahatsız olmadım konuşmalarından. Uzun muhabbetlere fırsatı yoktu onun, onu tanıdım tanıyalı bir koşuşturmacanın içindeydi. Bir gün ona boş bir zamanında vapura binip oturmasını, manzaranın tadını çıkarmasını önermiştim. Telaş etmeden izlemesini, bir defa olsun. Gülmüştü bana, önemsememişti. Bir an durdum , yüzüne bakamadığım adam da çaycı da bana bakıyordu, ne söylemeliydim onlara. Sonra etrafta göz gezdirdim gri, puslu, soğuktu bugün sevgilim. Her haliyle kabulümdü.
" Onunla birlikte üşüdüğümü görürse... Belki oda beni sever." dedim bir çırpıda. Her şey birkaç kısa saniye ,içinde meydana gelmişti. Dolu dolu birkaç saniye, hayıtım botunca hatırlamak isteyeceğim en değerli saniyelerim...
"Kim." diye sordu çaycı. Ters bir ifadeyle dik dik baktım yüzüne. Gerçekten anlamamıştı galiba, onun yüzüne bakıyordum ama o arkamdaki camdan içerisini dikizliyordu. "Lokanta sanıyor bunlar burayı, parmağını şıkla garson koşsun, hadi gittim ben..." Diyip kayboldu gözden. Adamla yalnız kalmıştık, hiç kimseye karşı böyle hissetmemiştim. Ona bakmak, konuşmak istiyordum. Neden burada oturmam gerektiğini anlatmak istiyordum. Bana ne olduğunu anlamaya çalışacak durumda değildim. Çünkü bu ben değildim, olamazdım. Umursamamam gerekirdi bu hoş adamı, yoldan geçen herkese yaptığım gibi, olması gerektiği gibi... Biten çayını aramıza koydu, refleks olarak kafamı çevirip, oturağın üzerine koyduğu bardağa baktım. Benden bir karış ötede oturduğunu gördüm. Kokusunu alabiliyordum, eski bir koku olmalıydı. Bildiğim bir kokuydu çünkü, hoş tanımlayamadığım şeyler çağrıştırıyordu . Bir an o kokudan başka bir şey düşünemez oldum. Sonra yine o sesi duydum... "Başka ne yapıyorsunuz peki, sizi sevsin diye?" Ne tatlı bir sesi vardı. Ilık ılık akıyordu insanın içine. Anlamıştı üstelik... "Her gün bir simidimi paylaşıyorum martılarıyla, sonra arada bir papatyalar alıyorum ona, suya bırakıyorum. Para isteyen insanlarına cebimde ki bozukluğu veriyorum. Ama en etkilisi onunla üşümeyi seçmem bence, en çok ondan hoşlanıyor."
"Başka..."
"Başka... Bir kere o ağlarken bende onunla ağlıyorum, bazen gülüp, bazen ağlıyor bu şehir. Bazen de sadece okşuyor üzerindekileri rüzgarıyla. Üzerinde mutsuz insanlar var, onlar için üzülüyor, ama bir şey yapamıyor. Karmaşadan yorulmuş aslında, çok güzel olması onun için bir şey ifade etmiyor." Sustum, yüzüne bakıp ne düşündüğünü anlamam gerekiyordu. Çevirdim başımı, kalbim çıkacakmış gibi atıyordu. Güzel kahverengi gözleriyle buluştum, çok yakındık. Bakışlarımı kaçırmam gerekirdi ama yapamadım. O an utanmayı unuttum, o anı çaldım tüm yaşamımdan. Tarifsiz bir heyecanın içinden bakıyordum kahverengi gözlerine, inanılmaz adam, gözleri buğulanmış, soğuktan olsa gerek. Unutulmayacak bir yüz, bu gözler kocaman bir sevginin penceresi gibi, ışık saçıyorlar. Utanmadan baktım gözlerine, arsızca , kim bilir ne düşünecek benim için, ne çok şey geçiyordu kafamdan, bu adamla üşümek ... Başımı çevirdim, baktığım için kızgındım, ve bakmaktan vazgeçtiğim için daha da çok kızgındım . Bu konuda kendi kendimi memnun edemezdim. Resmini çektiğim geldi aklıma, içim ferahladı, resmi vardı bende. Sonra sesini duydum, dura dura, titrek bir sesle konuşuyordu.
"Yorulmayacak mısın üşümekten, didinmekten, seni hiç hatırlamayacak ne de olsa, değer mi bu yaptıklarına. Bak işte yine bu akşamda tanımadı seni, sen onunla titriyorsun ama üşüdüğünden değil, özlediğinden titriyorsun. Yüreğin titriyor. Oysa unutmuş seni, bir yabancıymışsın gibi çekiniyor gözlerine bakmaktan."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESİLA'NIN KAYIP KIZI(tamamlandı)#wattys2017
Science Fiction"Aşık olduğum tek kadın. Nasılda hırçın, pervasız. Bu şehir midir bende ki aşkı harlayan? Bir mum gibi eritip, ay misali ışıtan. Nasıl da vuruyor bakışları insanı bağrından. Hüzün kokan sokakları kopup gelmiş geçmişin hazanından...