Bu bi rüyaydı farzet...

418 34 16
                                    

Revirden çıkmıştı, zaten çokta kötü değildi. Manolya meselesi bitmişti yani en azından Uraz duyarsa ne olur kaygısı artık yoktu. Gerçi olsa kaç yazardı ki zaten evleneceklerdi, odasına yol alırken aklında tayin meselesi vardı. Albay Korbilek onun gidemeyecek olduğunu düşünüyordu. Hattâ gitmeyecek olduğundan yana oldukça emindi. Ancak son yaşanan pürüzler yüzünden içi daralıyordu, kafası attı atacak haldeydi. Tam odasına gidecekken bir asker ona yarbayın çağırdığını söylemişti, sıkıntıyla iç çekerek yarbayın olduğu yere yol alırken bir yandan da üstünü başını düzeltiyordu. Birde kılık kıyafetten laf yemek istemiyordu, adam resmen ona takmıştı. Kızmaya yer arıyordu, derdi neydi cidden bilmiyordu.

Odaya dönse telefonu alarak babasını arayabilirdi, onunla konuşmak istiyordu. Rahatlamaya çok ihtiyacı vardı, yorgunluğunu atacak herhangi birşey yoktu. Hâlâ yoğun bi stres altındaydı, biri tersine laf dese her an dalabilirdi.

Hiçbir zaman yarbay'ın yanından mutlu çıkamıyordu, adamdan huylanıyordu. Hiçbir askerine torpilli demek istemezdi ama Barış cidden torpilliydi. Ilk zamanlarda bu şeyler olmasa dahi artık belliydi. Resmen Barış ne etse suçlusu Ferkan gibiydi, bir asker izin alıp gitmedi diye yine suçlu oydu. Timden birisi vurulsa suçlu oydu, yarbay bi defa sırf oğlu vuruldu diye onu suçlamıştı ama öncesinde bu şey yoktu. Oğlu hasar alana kadar laf dememişti biliyor musunuz? Erlerin gözü önünde tokat yemişti, ruhen çok yıpranmış hissediyordu. Ailesine de birşey demezdi, mutlu numarası yapıyordu. Onları üzmek istemiyordu, zaten yeterince hepsi yıpranmıştı.

1 saat sonra

Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten

İyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci
çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen. (Ülkü Tamer...)

Dedi sinirden ağlayan beden, artık tahammülü yoktu. Herkes sabretmesini söylüyordu, diren diyordu ama olmuyordu ki... Dağıtmıştı, bordo beresini bile masaya atmıştı. Kimse gelmiyordu, cesaretleri yoktu. Albay ile yarbay ise birbirine girmişti, Albay Korbilek hiddetle kızıyor, askerinden ne istediğini soruyordu. Evet ağlayan Ferkan idi, zihninde tayin meselesi vardı. Kendinden bıkmış, herşeyden sorumlu olmaktan bıkmıştı. Elini ağrıyan kalbine koyarak başını eğdi, dudaklarındansa şu sözleri dökülmüştü.

Ferkan - Allah'ım mekan senin darlık verme, koru yarabbi!

Sesini kendisi dahi duyamazdı, o denli kısıktı. Yorgundu, yarbay nedense devamlı onun üzerine oynuyordu. Birileriyle konuşmaya ihtiyacı vardı, içi yanıyordu. Bugünün ve şu son olayların rüya olmasını istiyordu, bitkin hissediyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu ama yaparak yarbayı sevindirmek istemiyordu. Koskoca asker, üstelik bir üsteğmendi. Buna rağmen şan çocuk gibi savunmasız hissediyordu. Babasına sımsıkı sarılıp deli gibi ağlamak istiyordu.

Adana/ Kozan
Balaban Kurtuluş...

Içimi yakan ateş neydi? Kalbimin acısı nedendi yada neydi? Acaba oğluma mı birşey oldu? Zaten yanımda tek o yoktu. Elim telefonuma giderken onu aradım, telefonu umarım yanındadır. Neyi var ki? Bekledim bekledim açan yoktu ama çalıyordu, açmasa bile beklerim. Benim oğlum babasını habersiz bırakmazdı, illa geri dönerdi. Tam kapanacak gibi oldu ama açıldı ve ben hemen lafa girdim.

Haneler!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin