Kendime geldiğimde at arabasının içinde yatıyordum. Üzerimde oldukça zengin işlemeleri olan, kaliteli kumaştan lacivert bir ceket vardı. Titreyerek cekete daha bir sokuldum. Gün ağarıyordu. Güneş etrafa tatlı bir kızıllık yayarak yükseliyordu.
Ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Kapıyı açıp dışarıya baktım. Kamp ateşi sönmüş, geriye üzerinde cılız bir duman tüten kül tabakası kalmıştı. Etrafta nöbet tutan askerler vardı.
Neler olduğunu hatırlayarak titremeye başladım. Küçük bir inilti çıktı dudaklarımdan. Gözyaşlarına boğuldum. Birden sıcacık bir el soğuk ellerimi tuttu.
"İsabel." dedi önümde diz çökerek. Sarı saçları dağılmış, gri gözlerinin etrafı yorgunluktan hale hale olmuş Edmund karşımdaydı. Yeniden kurtarıcım olmuştu.
"Sakin ol, güvendesin. Herşey bitti. Ben buradayım."
"Siz... Nasıl?" diye konuşmaya çalıştım hıçkırıklara boğularak.
"Güvende olduğundan emin olmak zorundaydım. Önce limana gittim. Sizi orda bulamayınca tuzağa düştüğünüzü anladım. Askerlerden biri haindi sanırım."
"Asker değildi." dedim hıçkırıklarımın arasından. "Arabacıydı. Onu daha önce de görmüştüm."
İlgiyle yüzüme baktı. "Arabacı mı? Dragon mu?"
Daha çok ağladım. "Bilmiyorum adını. Sadece sabah onu kraliçenin dinlenme odasından çıkarken görmüştüm."
Gri gözleri öfkeyle alevlendi. Bir an bana bağıracak sandım. Kraliçeyi zan altında bırakmamalıydım. Hızla ayağa kalktı ve ellerini dağınık saçlarına geçirdi. Estella diye haykırıyordu içinden. Bu kadın ne yaptığını sanıyor?
Aynı hızla önüme çöktü. Dikkatle gözlerime baktı. "Bundan kimseye bahsetme İsabel. Bu ikimizin arasında bir sır olarak kalacak. Ve sen işte tam da bu sebepten dolayı gitmek zorundasın anlıyor musun?"
Zorlukla başımı salladım. Gözyaşlarım boynuma doğru süzülüyordu. "Siz olmasaydınız... Ah efendim, size çok minnettarım. Kahramanımsınız."
Acı bir ifade oluştu yüzünde. "Keşke güvende olsaydın da ben de kahraman falan olmasaydım. Neyse, kıyafetlerin sandıkta. Üzerini giyin, seni bizzat ben götüreceğim."
Sakin olmaya çalışarak başımı salladım. Zorlukla yerimden doğruldum ve yerde kapalı duran sandığımı açtım. İçinden rastgele bir elbise seçtim. Kralın hediyesi olan binici kıyafetim geldi elime.
Yaklaşan at sesleriyle ileriye baktım. At yaklaştıkça üzerindeki belirginleşiyordu. Şaşkınlıkla donakaldım. Arthur hızla atından atladı ve koşarak yanıma geldi. Sıkıca sarıldı. Kollarımı boynuna doladım ve yüzümü göğsüne gömerek hıçkıra hıçkıra ağladım. Saçlarımı okşuyordu.
"Tamam aşkım. Geçti, seni asla bırakmayacağım."
"Senin nasıl haberin oldu?" diye araya girdi Edmund hırçın bir tavırla.
"Peşlerine bir adamımı yollamıştım. O da bana yoldan saptıklarını bildirdi. Tanrıya şükür benden önce yetişmişsin. Sana ne kadar teşekkür etsem az."
Edmund somurtarak başını salladı. "Biz de tam yola çıkıyorduk. Onu ben götüreceğim."
"Hiçbir yere gitmiyor. Onu kaleye götüreceğim."
Bu ani kararla gözyaşlarım durdu. Dikkat kesilerek Arthur'a döndüm. Edmund'da en az benim gibi şaşkındı.
"Seninle biraz konuşabilir miyiz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Kraliçe | Andarkan Serisi
Ficción históricaGüç ve yükseliş hırsı ile karanlığa gömülen bir altın çağ masalı. Aşkı hiç tatmamış bir kral ve gözünü tahta dikmiş kadınlar. Her biri, tarihin tozlu sayfalarında rollerini kapmaya çalışıyorlar. Her biri kanlı elleriyle tahta sıkı sıkı yapışmış, bi...