Çığlık sesleri duyuyordum. Ağlayan yakarışlar, boğuk haykırışlar takip ediyordu çığlıkları. Gökyüzünü simsiyah bulutlar kaplamıştı. Patlama sesleri, kılıç şangırtıları, feryatlar, insanların verdikleri son nefesleri bile duyabiliyordum. Buz gibi terin, damlalar halinde göğüslerimden karnıma süzülüşünü sıkı korsemin içinden hissedebiliyordum. Yüreğim korkuyla sıkışmıştı, nefes alamıyordum. Bedenimin zangır zangır titreyişinden başım dönmeye başlamıştı. Kusmak istiyordum.
Uzun sakallı, yarı çıplak bir adam gördüm o sırada. İri vücudu kirden kapkara olmuş, kanlı ellerindeki baltasını, önündeki narin yapılı gence doğru savuruyordu. Genç adam korkuyla boğuk bir haykırış kopardı, dengesini kaybedip yere yuvarlandı. İri adam hiç vakit kaybetmeden baltayı gencin kafasına indirdi. Çıkan sesle birlikte bir an nefesim kesildi. Ardından boğazlarım yırtılırcasına çığlık atmaya başladım. Duramıyordum, sesim perde perde yükseliyor, kendimi kaybetmiş gibi saçlarımı çekiştiriyor, gözlerimden süzülen yaşları fark etmiyordum bile.
Adam başını kaldırdı. Gözleri, gözlerimi yakaladığı an, ellerim perdelere uzandı. Amacım perdeleri kapatmaktı ama dengemi kaybettim. Titreyen ellerimle öyle sıkı yapışmıştım ki perdelere, beni bu cehennemden sadece, tavandan yere kadar uzanan bu koyu kırmızı ağır kumaş yığını kurtarabilirmiş gibiydi. Birden yerinden kopan perdelerle birlikte gürültüyle yere kapaklandım. Kumaşımı ağzıma tıkadım. Çığlıklarımla istilacılara yerimi belli etmek isteyeceğim en son şey olurdu. Hıçkırıklarımın şiddetiyle boynuma kramplar giriyor, omuzlarım sarsılıyordu.
Aniden koşturan bir takım ayak sesleri işittim. Anında sesim kesildi. Perdeyi ağzımdan çekmemle, taze havayı yavaşça solumaya başladım. Sesler odanın önünde gidip geliyordu. Yırtılan etin, fışkıran kanların sesini duydum. Saray acılı feryatlarla çınlıyordu. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki, bir an öleceğimi sandım ve böyle ölebilmek için dua ettim. O adamların elinde olmaktansa, kalp krizinden ölmek benim için en büyük hediye olurdu. Ama ölmedim.
Kapı hızla açıldı ve içeriye oda arkadaşım daldı. Sarı saçları darmadağınık bir halde omuzlarına dökülmüş, gözleri çakmak çakmak olmuştu. Göğsünün hızla kalkıp inmesiyle boynundaki inciler hopluyordu. Kapının önünde bir an durakladı. Sonra beni gördü. Hıçkırıklara boğularak boynuma atladı.
"Yaşıyorsun!" diye haykırdı heyecanla. "Tanrıya şükürler olsun! Seni de öldürdüler sandım!"
"Neler oluyor Jane?" dedim onun heyecanlı çığlıklarına karşılık fısıltıyla. Bir yandan da yerimden doğrulmaya çalışıyordum. Sorumla birlikte Jane'in yüzü bembeyaz oldu.
"İstilacılar." dedi benim gibi fısıldayarak. "Kralın ölümünü firsat bildiler. Kraliçeyi tutsak olarak götürdüler. Askerlerin yarısı öldürüldü, yarısı esir alındı. Nedimelerin hepsini köle niyetine satmak için kaçırıyorlar. Canımı çok zor kurtardım. Ama buraya da gelirler." Birden ağlamaya başladı. "Her yere giriyorlar, her yeri didik didik arıyorlar."
Şok olmuştum. Kraliçe esir alınmıştı demek. Gözlerimin önüne o asil kadının görüntüsü geldi. Başı her zaman dimdik yürürdü. Genç yüzü daima cesur ve ışıltılıydı. En sevdiği koyu mavi, şık mücevherler süslü, ağır kadife elbisesiyle yürürken kimse gözünü ondan alamazdı. Elbisesinin rengiyle iyice belirginleşen berrak mavi gözleri ve keskin bakışları, geriye attığı upuzun, altın sarısı saçlarıyla yüzü her zamankinden daha genç ve asil bir edayla parıldıyor olurdu.
Azaleia Prensesi İra. Ablası Estella Richmond, Andarkan'ın kraliçesiydi. Bir süre sonra Azaleia, Andarkan'ın sınırlarına dahil olmuştu. Ardından da Andarkan'la ittifak kurabilmemiz amacıyla, daha on yedisindeyken, kendisinden yaşça çok büyük kralımızla evlendirilmişti. O sıralar eski kraliçemiz yeni ölmüş, ülke yas içindeyken, kral İra'yı gördüğü andan itibaren gözlerini ondan alamamıştı. Çok büyük ve şaaşalı bir düğünle evlendiler. Bu durum eski kraliçenin anısına büyük bir saygısızlık olsa da kimse bu düşüncesini yüksek sesle dile getirmemişti.
Bir yerlerden Kraliçe İra'nın, Andarkan'da bir prense gönlünü kaptırdığını ve hala onu unutamadığını duymuştum. On yıla yakındır kraliçemizdi ve ben sadece beş yıldır onun nedimesiydim. Ona fazlasıyla hayran ve sadıktım. Bu acıklı aşk hikayesi beni çok üzmüştü ama gerçek mi yalan mı olduğunu hiç bilemedim. Kraliçe hiçbir zaman duygularını dışarı vurmazdı. Yüzünde her zaman kibar ve buyurgan bir gülümseme olurdu. Ne düşündüğü anlaşılamazdı.
Kralımız öleli daha bir yıl olmamıştı ki istilacılar boş tahtı fırsat bilip, savunmasız ülkemize saldırdılar. Aslında tahtın varisi iki genç prensimiz vardı. Lakin, büyük prens babasından önce İra'ya aşık olmuş, babasına bu genç kadınla evlenmek istediğini söyleyemeden, kralın planlarını öğrenmişti. İlk zamanlar hayal kırıklığını ve acısını hiç belli etmedi. İra'ya karşı her zaman mesafeli ve kibar davranıyordu. Ama genç yüzünün rengi gün geçtikçe solmaya, gözlerinin altında mor halkalar peyda olmaya başlamıştı. Zamanla kilo verdi, keyifsiz, içe kapanık oldu. Dostları her gece meyhanelerden topluyordu onu. Kral meseleyi bilmemenin cahilliğiyle oğlunun üzerine gittikçe, genç adam daha da hırçınlaştı. Ve bir gün dayanamayıp, gerçeği bağıra çağıra krala haykırdığında Kraliçe İra'da yanlarındydı.
Hiç bozuntuya vermedi. Genç yüzünde her zamanki gülümsemesi vardı. Saray dedikodudan kırılsa da o, bu konu hakkında hiç yorum yapmadı. Kralsa yıkılmıştı, büyük oğlu ona küsmüştü. Genç adam sarayı terk edene kadar özel odalarından çıkmamıştı. Büyük prensimiz bir daha gittiği yerden dönmedi. Küçük prensimizse; çok değil, birkaç ay önce attan düşerek ölmüştü. Çocuklarını tek tek kaybetmek krala çok ağır gelmişti. Yataklara düşmesine neden olan bu keder, ölümüne de sebep olmuştu.
Kraliçe ise iki kez hamile kalmıştı. İlk gebeliği ölümle sonuçlanmış, uzun bir süre sonra gelen ikinci gebeliğinden ise dünyalar güzeli bir prenses olmuştu. Prenses iyi eğitim alabilmesi için Andarkan'a, teyzesinin denetimine yollanmıştı. Ama ülkede yayılan salgın, küçük prensesimizi bu dünyadan alıp götürmüştü.
Jane'in hıçkırıklarıyla kendime geldim. Hemen pencereden kraliçeyi görebilmek için aşağıya sarktım. O sırada Jane eteğime yapışıp beni kenara çekti. Gizlice kraliçeyi götürüşlerini izledik. Yas için giydiği siyah, düz elbisesinin kuyruğu yerdeki kanlardan kirlenmişti. Başının arkasına topladığı sari saçlarının ve siyah şapkasının çevrelediği genç yüzü bembeyazdı. Yine de omuzları geriye savrulmuş, başı dimdik sanki kendi emriyle gidiyorlarmış gibi bir edayla, zarif adımlarla yürüyordu. Narin elleri iplerle sıkıca bağlanmıştı. Onu limanda bekleyen, büyük gemiye, efendilerine götürüyorlardı.
Gözlerime yaşlar birikti. Jane'le birbirimize sarıldık. "Andarkan mutlaka yardıma gelecektir. Onu kurtaracaklar." dedim heyecanla. Jane, yanaklarından süzülen yaşlarla başını salladı. "Ya onu öldürürlerse?" dedi çaresizce. Yüreğim buz kesti. Böyle güzel bir kadına kim kıyabilirdi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Kraliçe | Andarkan Serisi
Narrativa StoricaGüç ve yükseliş hırsı ile karanlığa gömülen bir altın çağ masalı. Aşkı hiç tatmamış bir kral ve gözünü tahta dikmiş kadınlar. Her biri, tarihin tozlu sayfalarında rollerini kapmaya çalışıyorlar. Her biri kanlı elleriyle tahta sıkı sıkı yapışmış, bi...