Günlerce ne odamdan ne de yatağımdan çıkmadım. Masam için bir örtü dikmeye başlamıştım. Beyaz örtüsünü bitirmiş, üzerine uçuk mavisinden işlemelerini yapıyordum.
O sırada içeriye Anna ve Briana girdi. Ellerinde kovalar ve fırçalar vardı.
"Neden biraz hava almak için çıkmıyorsunuz efendim?" dedi Anna geniş bir gülümseme yayılırken yüzüne.
"H hayır, b böyle iyiyim." dedim hızla dikişime dönerek.
Birbirlerine manalı bir bakış attılar. Anna elindekileri yere bıraktı. "Prens Edmund şehre indi efendim. Bence gayet uygun bir zamanlama." dedi yavaşça ve yumuşak bir tonla.
Yüzümün kızardığını hissedebiliyordum. O kadar çok gerilmiştim ki neredeyse iğneyi parmağıma batırıyordum. "B ben... Hayır, iyiyim... Y yani..." duraksadım. Gözlerim pencereye ve gerisinde uzanan ormana kaydı. Uzun zamandır odamdaydım. Hazır o korkunç adam yokken bundan daha iyi bir fırsatım olamazdı. Uzun bir zaman kalede olacağı kesindi. Dikişi kenara bıraktım ve yorgunca kızlara gülümsedim.
"Aslında... Olabilir." diye mırıldandım. Anna gülümseyerek beni yüreklendirirken Briana hemen bir kıyafet çıkardı bana. Çıkardığı elbiseye göz ucuyla baktım.
"Hayır, onu istemiyorum Briana. Şu koyu olanı olsun. Koyu yeşil."
Kolları dirseğime kadar uzundu. Dirsek kısmı altın renginde bir kurdela ile süslüydü. Göğüs kısmı ve bel kısmından da altın renginde bir şerit geçiyordu.
Dışarıya çıktığımda askerler talim yapıyordu. Etraf kılıç seslerinden geçilmiyordu. Ahırlara doğru yürüdüm. Meredith'i çok özlemiştim. Beni gördüğü gibi kişnemeye, kulaklarını oynatmaya başladı. Mutfaktan aldığım bir avuç üzümü uzattım elimi dümdüz tutarak. O mutlu mutlu elimdekileri bitirirken yelesini okşuyordum. Birden seyise seslendim.
"Onu hazırlayın. Gezintiye çıkacağım."
Adam pratik hareketlerle atımı konuşlandırdı. Sonra önümde eğilip ellerini açtı. Ayağımı eline koydum ve atıma bindim.
"Evet güzelim, biraz gezmeye ne dersin?"
Bir şövalye yaklaştı. Önümde eğildi. Onu hemen tanıdım. O gece kütüphaneye girip, beni kurtarmaktan vazgeçen şövalyelerden biriydi.
"Size eşlik edeyim efendim."
"Neden?" dedim oldukça soğuk bir tavırla.
"Kral sizi bize emanet etti efendim."
Bu sözüyle küçük bir kahkaha attım. Atımın dizginlerini elimde sıkmış, onu zapt etmeye çalışıyordum.
"Ülkeyi de kralın emanetini koruduğunuz gibi koruyorsanız vay halimize!"
Adam utançla başını eğdi. "Bayan İsabel, biz..."
"Çekilin önümden korkusuz şövalyem." dedim alayla. Adam kararsız kalmıştı. "Size çekilin dedim."
Yavaşça kenara çekildi. Dizginlere yapıştım ve Meredith'i hızla ormana sürdüm. Meredith heyecanla koştururken yüzüme değen tatlı esintiyle gözlerimi kapattım. Bir saniye sonra açtığımda karşımdaki kalın ağaç dalını gördüğüm gibi hızla başımı eğerek son anda çarpmaktan sıyrıldım. O sırada önümüzde bir kütük vardı. Meredith dikkat kesilerek bir tavşan kadar çevik bir hareketle üzerinden atladı. Güçlü bacakları üzerine düştüğünde neşeyle bir kahkaha attım.
Uzun bir süre atımı sürdükten sonra bir derenin yanına gelince durdum. Meredith susuzluğunu giderirken derenin karşısında otların arasında bir adam gördüm. Bir korku sardı içimi. Yerimi öğrenmişler miydi yoksa?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Kraliçe | Andarkan Serisi
Historical FictionGüç ve yükseliş hırsı ile karanlığa gömülen bir altın çağ masalı. Aşkı hiç tatmamış bir kral ve gözünü tahta dikmiş kadınlar. Her biri, tarihin tozlu sayfalarında rollerini kapmaya çalışıyorlar. Her biri kanlı elleriyle tahta sıkı sıkı yapışmış, bi...