Masanın üzerine koyulan kadehin varlığıyla irkildi. Cassandra kendi kadehini elinde çeviriyordu. Üzerinde beyaz incilerle süslenmiş, gri tül bir elbise vardı. Siyah saçlarını tepesinde topuz yapmıştı. Bal rengi gözleri çektiği sürmeyle iyice belirginleşmişti. Kaçak hayatı sürdükleri halde nasıl bu kadar zarif ve şık kıyafetler giyinebiliyordu Edmund hala anlayamıyordu. Yine de gözlerinin altında belirmeye başlayan koyu halkalar onun da huzursuz bir gece geçirdiğinin ispatıydı.
"Bir şeyler yemelisin. İsabel'i kurtarırken güçlü olmalısın. Ah, sizin neyiniz var böyle? İsabel de sensizken kendisini odasına kapatmıştı. Sizi illa ben mi kendinize getireceğim?" diye homurdandı sessiz bir öfkeyle.
Edmund yorgun gözlerini çizdiği saray taslağına dikti. Ama kâğıttakileri görmüyordu gözleri. İsabel'i görüyordu. Heykelin kaidesinin üzerine çıkmış, becerikli ve hızlı hareketlerle etrafına ok yağdırmıştı. Nasıl da güçlü ve güzeldi! Onu görmeyi ummuyordu Edmund. Sevdiği kadını o kadar iyi ve güçlü gördüğünde birden kendine gelmiş, celladın baltasını kaptığı gibi bir düzine hainin boynunu uçurmuştu. Ama onu kurtaramamıştı. Bir nefeslik saniyede Edmund başını kaldırmış, İsabel'i göremez olmuştu. Ona ulaşmaya çok çalışmıştı. Lakin çok kalabalıktı ve asker sayısı artmaya başlıyordu. Kaçmak zorunaydılar. İsabel onu kurtarmıştı. Şimdi de kurtarılma sırası ondaydı.
Bu sebeple yeniden taslağa dikti gözlerini. Kaçırdığı küçük bir ayrıntı hayatlarına mal olabilirdi. Çocukluğundan beridir, ülkedeki bütün sarayların en ücra köşesini bile bilirdi. Çok meraklı bir çocuktu. Kendi kendine sürekli sarayların taslaklarını çıkarırdı. Böylece saklanmak istediği zaman kimse onu bulamazdı. Başkentteki bu saray da en iyi bildiği saraylardan biriydi. Ağrıyan gözlerini ovuşturdu. Asıl şeyi görememişti. Nasıl diye bininci kez sordu kendisine. George'un kuzeni olduğunu bilmiyordu açıkçası. Zaten Edmund ergenlik çağından beridir askeri eğitim alıyordu. Hiçbir zaman Arthur'un yerine geçmeyi düşünmemişti. Çok uzun zamandır da savaşlardaydı. Arthur belli ki biliyordu ve onu sarayına nedim alarak şereflendirdiğini, halasını da sevindirdiğini düşünmüştü. Zavallı Arthur! Öfkeyle burnundan soludu. Peki ya Amber Hala?! Böyle bir ihaneti Arthur'a nasıl yapabilmişti? Onun ölümüne nasıl göz yumabilmişti? Pek çok insan ölmüştü onlar yüzünden. Pek çok masum insan. İnsanlar artık kraliyetin şahsi çıkarları olmak istemiyorlardı. Bunun için onları suçlamıyordu da. İsabel yine kendisinden beklemediği bir atakla insanları örgütlemeyi başarmıştı. Öyle güçlü bir kadınla evliydi ki! Onu kurtarmalıydı! İnsanları kurtarmalıydı! Çocuklarını kurtarmalıydı! Sonrasını ise halkın belirlemesine müsaade edecekti. Bu yüzden Cassandra haklıydı. Yemeden içmeden kesilmenin hiçbir yararı yoktu. Gücünü kaybetmemeliydi.
"Sarayın pek çok girişi mevcut. Biliyorsun, en büyük saraylarımızdan birisidir. İlk giriş, sarayın önündeki büyük ana giriş. İkincisi çoğu kişi tarafından bilinmeyen, sarayın arka kısmında kalan ve sadece kraliyet ailesi için özel kapıdır. Üçüncüsü mutfak ihtiyaçlarının giriş yaptığı batı kanadındaki giriş. Dördüncüsü de ahırların bulunduğu doğu kanadındaki giriş."
"Hiçbiri de güvenli değil." diye mırıldandı Cassandra düşünceli bir ifadeyle.
"Evet, George bütün bu girişleri biliyor. Önlemini çoktan almıştır."
"Nasıl gireceğiz içeriye?"
Edmund kağıdın üzerine mürekkep batırdığı tüyle, sarayın arka kısmında kalan ormanlık alandan, saraya doğru uzun bir hat çizdi. "Büyük büyük büyük dedem VII. Stuart, şaraplarını yerleştirmek için bir mahzen yaptırmış. Bu büyük bir mahzen. Ormanın girişinde bir yerde bir kapak olmalı. Yer altında uzun bir tünel. Sarayın içindeki mahzene çıkan bir tünel bu. O öldükten sonra bir daha kullanılmaz olmuş. Öyle ki pek çok kişi tünelin varlığını bile unutmuş. Bu tüneli annem ve babam bile bilmezdi. Benim keşfim." dedi hafifçe gülümseyerek. "Saraya buradan gireceğiz. Yılanın başını ezeceğiz."
![](https://img.wattpad.com/cover/32624798-288-k19067.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Kraliçe | Andarkan Serisi
Historical FictionGüç ve yükseliş hırsı ile karanlığa gömülen bir altın çağ masalı. Aşkı hiç tatmamış bir kral ve gözünü tahta dikmiş kadınlar. Her biri, tarihin tozlu sayfalarında rollerini kapmaya çalışıyorlar. Her biri kanlı elleriyle tahta sıkı sıkı yapışmış, bi...