Merhabalar, gösterdiğiniz ilgi için hepinize çok teşekkür ediyorum. Gerçi okuma sayısı çok ama oy sayısı az. Lütfen oylarınızı da esirgemezseniz mutlu olurum. Öncelikle bölümleri elimden geldiğince hızlı yayınlamaya çalışıyorum ama yeni bölümler kayıtlı değil, olayın gidişatına göre yazıyorum ve baştan savma yazmak istemediğim için üzerinde çok düşünüyorum. Size baştan savma bir hikaye okutmak istemiyorum.
Bu bölümde yeni bir karakterimiz var. İsabel'in kardeşi Victoria. Onu nasıl buldunuz, hakkındaki düşüncelerinizi paylaşmanızı bekliyorum.
İyi eğlenceler :)
***
Annemin tatlı sesi yayılıyordu kulaklarıma. Küçükken söylediği ninniyi duyuyordum. Ama sözlerini değil ezgisini.Annemi çok az hatırlıyordum. Yumuşak bakır rengi saçları ve parlak mavi gözleri vardı. Güldüğü zaman yanakları heyecanla pembeleşirdi. Onu bir tek babam üzerdi. Bazen gelir, günlerce odadan çıkmazlardı. Ama her gece uğrardı odama annem. Bana ninnisini söyler, ben uyuduğum zaman da, ki aslında uyurmuş gibi yapardım, başımda usul usul ağlardı. Babam o zamanlar da beni görmezdi ve bu annemi kahrederdi.
En son hastalıktan ruh gibi beyazlaşmış yüzünü hatırlıyordum. Gözlerinin altında çok koyu halkalar belirmişti. Bembeyaz dudakları kupkuruydu. Mavi gözlerinin beyazı kıpkırmızı olmuştu. Beni zorla odadan çıkardıkları zaman sanki son kez sarılmak ister gibi titreyen elini uzatmıştı.
"Seni seviyorum kızım. Bir gün yeniden görüşeceğiz." demişti ölü gibi cılız ve kuru bir sesle.
Suyun altındayken annemin ninnisini duyuyordum ve sanki onu görüyordum. Bakır rengi saçları yumuşacık bir halde omuzlarına dökülmüş, sıcacık mavi gözleri hiç olmadığı kadar parlaktı. Üzerinde yakıldığı günkü beyaz elbisesi vardı. Ve hiç olmadığı kadar mutluydu. Bir elini özlemle bana uzatmış, ışıklar saçarak beni çağırıyordu sanki. Bedenim huzurla ona doğru süzülüyordu.
Ben kendimi ölümün tatlı kollarına atacakken başka bir kolun belime sarıldığını hissettim. Anında kendime geldim. Adam beni yukarıya çekmeye çalışıyordu ama suyu iyice emen elbisem buna pek izin vermiyor gibiydi. Elindeki bıçağı fark edince suyun içinde elimden geldiğince debelendim. Adam zorlanıyordu. En önemlisi nefessiz kalmaktan ben iyice kendimden geçmek üzereydim. Son gücümü de tüketince pelte gibi yığıldım adamın kollarına. Ne olacaksa bir an önce olsundu artık.
O sırada adamın elbisemi boydan boya yırttığını hayal meyal hissettim. Sonrasında hızla yukarıya yüzdü ve beni belimden çekti. Taze havayı bir anda solumamla ciğerlerim yandı.
"Senin derdin ne tanrılar aşkına? Bizi öldürmek mi?" diye haykırdı adam nefes nefese. Zorlukla yüzüne bakmaya çalıştım.
"George?"
"George ya! Seni kurtarmaya çalışırken öldürmeye çalıştığın George!" dedi belimden çekmeye devam ederek gemiden sarkıtılan halata tuttundu.
"Çekin!" diye bağırdı tüm gücüyle.
Güverteye çıktığımızda bitkinlikle zemine yığıldım. Kolum sanki kopacakmış gibi zonkluyordu. Tuzlu su yakmıştı yarayı ama hala kan sızlıyordu. George beni kucağına aldı ve kamarama götürdü. Gömleğini bir çırpıda çıkarıp, büyük bir parça yırttı ve koluma sıkıca bağladı.
"Şimdi, üzerindekilerden kurtulmamız gerekecek. Gemide başka bayan yok İsabel. Yani bunu ben yapacağım."
Ağzımdan tuzlu su çıkıyordu durmadan ve çok üşüyordum. Ne yapacağı umrumda bile değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Kraliçe | Andarkan Serisi
Historical FictionGüç ve yükseliş hırsı ile karanlığa gömülen bir altın çağ masalı. Aşkı hiç tatmamış bir kral ve gözünü tahta dikmiş kadınlar. Her biri, tarihin tozlu sayfalarında rollerini kapmaya çalışıyorlar. Her biri kanlı elleriyle tahta sıkı sıkı yapışmış, bi...