Victoria'nın can sıkıcı ve saçma ziyaretinin ardından beni bir sürprizin daha beklediğini tabiki bilemezdim. Gece yarısını biraz geçe kapım nazikçe çalındı. Aslında kapı açma gibi işler için bir hizmetçi bulundurabilirdim. Ama George dışında kimsenin varlığına tahammülümüm yoktu. Bu yüzden yataktan oflayarak çıktım ve kapıyı açtım. İkinci bir kötü sürpriz ile karşı karşıyaydım. Ve bu birinci kadar kolay değildi.
"Ben senin kralınım. Unuttun mu?" diye mırıldandı keyifsizce. Hızla reverans ettim ve yolundan çekildim. Odaya garip bir bakış attı ve içeriye girdi. Sarı saçları dağılmış, yeşil gözleri yorgunluktan ve fazla içkiden kızarmıştı. Onu ilk defa bu kadar bitkin ve keyifsiz görüyordum. Odanın ortasına geldi ve biraz önce çıktığım yatağa baktı. Yüzünde adlandıramadığım garip bir ifade vardı. O yatağa bakmak canını sıkıyormuş gibiydi sanki. Belki de daha ötesiydi. Bir şey demeden masanın üzerindeki şarap sürahisine uzandı. Şu sıralar Arthur'un en iyi dostu şüphesiz şarap sürahileri ve dolu kadehlerdi. Ama benim sürahimde şarap yoktu. Gergince içini çekti. "Galiba ayık kafayla konuşacağım."
Onun ayık kafadan kastı neydi anlayamamıştım. Çünkü zaten sarhoştu. Bu geceyi sağ salim atabilirsem çok sevinecektim. Yorgundum ve başımda hiç geçmeyecek gibi duran bir ağrı vardı. Uyumak istiyordum.
"Nasıl? Yeni yatağına alışabildin mi?" diye mırıldandı yarı dili dolanarak.
"Majesteleri izninizle, çok yorgunum."
Gözlerini yüzüme sabitledi. Öfkeli, yorgun ve kanlı gözlerini. Bir o kadar da kederli. "Ah, prenses rahatsız oldu. Bir zamanlar çok sevdiği adamı görmek canını sıkar oldu." diye söylendi. "Tabiki de yeni yatağına alışkın."
"Ne demek istiyorsun?" Öfkelenmeye başlamıştım. Cehennemden çıkma karısının paranoyakça tavırları yetmezmiş gibi bir de Arthur'un paranoyak tavırları çıkmıştı başıma.
"Yalandı değil mi? Aramızdaki herşey. En başından beri onunlaydın. Beni onunla aldattın!"
"Bizim aramızda bir şey yoktu ki seni aldatayım." dedim büyük bir soğukkanlılıkla. "Bunu sen söyledin. Hatta imzalayıp, belgeledin de."
Delirmiş gibi parlayan kırmızı gözleri dolan yaşlarla parlıyordu. "Evet, ben yaptım." Bana doğru yürüdü. Otamatik olarak geri çekildim. "Ben duyurdum bunu." Artık gözyaşları akıyordu. "Hayatımın en büyük hatasını yaptım."
"Sen sarhoşsun. Ne dediğini bilmiyorsun." dedim çabucak. Kafam karışmıştı. Ne yapıyordu böyle? Bu nasıl bir oyundu?
Güldü. Gülüşü hırçındı, sanki hıçkırır gibi çıkmıştı. "Sarhoşum, belki de değilim. Aslında hiç bu kadar kendimde olmamıştım."
Başımdaki ağrı kuvvetleniyordu. Midem yanmaya başlamıştı. Bu saçmalıklardan gerçekten usanmıştım. "Ne istiyorsun Arthur?"
"Seni."
Ne diyeceğimi bilemeden, ağzım bir karış açık ona bakarken buldum kendimi. Tamam, belli ki saraydaki bütün içkileri içmişti. Hatta ülkedeki. Midem daha çok yanmaya başlamıştı. Kusacak gibiydim.
"Ben hala seni seviyorum İsabel." dedi hıçkırarak. "Ve bunu şimdi fark ediyorum."
"Sus." dedim dayanamayarak. Duymak istemiyordum. Lanet olsun! Hızla üzerime yürüdü ve beni kollarının arasına aldı. Bu kadar zaman sonra ona temas etmek çok ilginçti. İçimde bir yerlerin sızladığını hissediyordum. Elimde değildi. Ağlamaya başladım.
"Dokunma bana. Lütfen."
"Senin de beni sevdiğini biliyorum." dedi yumuşacık bir sesle. "Bizim aramızdaki bağ hala duruyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Kraliçe | Andarkan Serisi
Historical FictionGüç ve yükseliş hırsı ile karanlığa gömülen bir altın çağ masalı. Aşkı hiç tatmamış bir kral ve gözünü tahta dikmiş kadınlar. Her biri, tarihin tozlu sayfalarında rollerini kapmaya çalışıyorlar. Her biri kanlı elleriyle tahta sıkı sıkı yapışmış, bi...