Yatağın içinde dizlerimi karnıma çekmiş, için için ağlıyordum. O sırada kapı nazikçe çalındı. Ben daha sesimi çıkaramadan sert bir şekilde de açıldı. Cassandra odaya bir fırtına gibi dalmıştı. Kum rengi, şeffaf denebilecek kadar ince bir elbise giymişti. Elbisenin dar göğüs kesimi, dolgunun göğüslerinin kıvrımlarını gösteriyordu. Bir at yelesi gibi parlak ve gür siyah saçları beline dökülüyordu. Bir ceylanı andıran büyük ve sürmeli gözlerinin balköpüğü rengi öfkeyle parlıyordu.
"Kendine gel artık! Yatağında büzüşerek Edmund'a yardım edebileceğini mi sanıyorsun?" diye haykırdı.
Çaresizce başımı kaldırdım. Cassandra'yla zindanlardan kaçalı iki gün olmuştu. Cassandra'nın dediğine göre bir haftadır zindanlarda kalıyordum. Edmund'a ulaşamıyorlardı. Onu farklı bir bölmede tutuyorlardı. Cassandra'da bana ulaşmanın Edmund'u dolaylı da olsa kurtarmaya yarayacağını düşünmüştü. Ama ben hiç öyle düşünmüyordum. Bu eve geldim geleli ne Cassandra'yı dinlemiş ne de odadan dışarıya çıkmıştım. Olanlara bir anlam veremiyor, George'un ihanetini kaldıramıyordum. Genç kadının güzel, esmer yüzüne baktım. Biçimli kaşları çatılmıştı.
"Yapamam." diye inledim. "Onu kurtaramam. Ben bir aptalım. Gözümün önündeki haini göremedim."
"Kimse göremedi İsabel! Kendine gel! Edmund'u iki gün sonra şehir meydanında idam edecekler!"
Yerimden sıçradım. Göğsümdeki sancı büyüdü, büyüdü ve nefes alamayacağım boyutlara yükseldi. "Nasıl?" diye fısıldadım.
"Kafasını kesecekler. Onu kurtarmalıyız!"
Birden aklıma rüyam geldi. Edmund'un kesik kafası ağaç dalında sallanıyordu. Yanında çocuklarımın kesik başları da sallanıyordu. Midem kasıldı. Çocuklarımın nerde olduğunu bile bilmiyordum, hiç aklıma gelmemişlerdi. Ve Edmund. Ona bir şey olmasına nasıl göz yumabilirdim? Kendimden utandım. Ellerimle yaşlardan ıslanmış yüzümü kapattım ve derin derin nefesler aldım. Baş dönmem azaldığında gözyaşlarım da durmuştu.
"Haklısın." dedim daha güçlü bir sesle. "Plan yapmalıyız."
Cassandra'nın öfkeli gözleri bir anda şaşkınlıkla açıldı. Ardından sevinç pırıltıları belirdi. Bana güven verircesine gülümsedi.
"Pekala. On dakikan var. Toparlan ve salona gel." dedi buyurgan bir sesle.
Odadan çıktığı gibi ben de yataktan çıktım. Oda, ev kadar küçüktü ve bana evimdeymişim gibi hissettiriyordu. Bir yatak ve bir aynanın yanında küçük, tahta bir masa ve tabure vardı. Taburenin üzerinde ise Cassandra'nın ilk geldiğim gün bıraktığı, uzun ve temiz beyaz bir elbise vardı. Masanın üzerindeki içi su dolu tasa ellerimi soktum ve gözyaşlarımın izleriyle dolu yüzümü ıslattım. Ardından dağılmış saçlarımı da ıslatarak elimden geldiğince düzelttim. Omuzdan bağlamalı, kolay giyilebilen bir elbiseydi Cassandra'nın bıraktığı. Sonuçta burada kraliçe ya da prenses değildim. Özgürlüğü için savaşan halktan bir farkım yoktu. Titreyen ellerimle elbiseyi giydim ve omuz kısmını bağladım. Aynadaki görüntüm beni yeterince tatmin etmişti. Omuzlarımı dikleştirdim. Sevdiğim adamın ölmesine göz yummayacaktım. Kararlı adımlarla odadan çıktım.
Ev son derece küçük olmasına rağmen odaları düzenliydi. Her yer tahtadandı. Üst katta birçok, küçük oda vardı. Döner merdivenlerden inerek ortak salona çıkılıyordu. Ve ortak salonun karşısındaki koridordan da mutfağa çıkılıyordu. Bu kadar basit bir evdi işte. Evi hiç gezmediğim halde her yerini avucumun içi gibi bildiğimi hissediyordum. Merdivenlerden indim ve geniş salona girdim. Gösterişsiz ama rahat koltuklarda pek çok insan oturuyordu. Ve Cassandra bir köşede, orta yaşlı bir adamla gülümseyerek konuşuyordu. İnsanlar beni görünce sustular. Sessizliği fark eden Cassandra başını bana doğru çevirdi. Ve adam da arkasını döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Kraliçe | Andarkan Serisi
Ficción históricaGüç ve yükseliş hırsı ile karanlığa gömülen bir altın çağ masalı. Aşkı hiç tatmamış bir kral ve gözünü tahta dikmiş kadınlar. Her biri, tarihin tozlu sayfalarında rollerini kapmaya çalışıyorlar. Her biri kanlı elleriyle tahta sıkı sıkı yapışmış, bi...