3

11K 572 4
                                    

Yağmurlar yağıyordu saçlarıma, dalgalı denize, yaralı sokaklara. Damlalar sertti, soğuktu. Tıpkı benim gibi. Sessizce yüzen gemiden kıyıya bakıyordum. Vatanıma, çocukluğumu geçirdiğim, bir zamanlar görkemli olan saraya bakıyordum. Tuz kokusu sarmıştı etrafımı. Gözlerimde yaşların biriktiğini hissedebiliyordum. Yüzüm yağmurdan ıslak olmasına rağmen süzülen gözyaşlarımın yanaklarımda bıraktığı ıslaklığı hissedebiliyordum.

***

Andarkan'ın beklediğinden erken gelmesi gibi aynı hızla geri döndük. Andarkan'a ilk kez geliyordum. Limana yaklaşırken, etrafta koşuşturan insanları, pazarcıları, at arabalarını, birbirleriyle dedikodu yapan kimi şişman, kimi zayıf, bellerine bağladıkları pis önlükleri ve basit kıyafetleriyle ev kadınlarını görebiliyordum. Burası benim vatanım gibi ölü bir ülke değildi. Burası canlı bir ülkeydi.

Gemiden askerlerle indim. Kraliyet kayığı bütün haşmetiyle gözüktü o sırada. İnsanlar sancağı selamlamak için şapkalarını başlarından çıkardılar, sevinç dolu naralar attılar. O sırada genç bir adam gemiden çıktı ve insanlara nazikçe el sallayarak kayığa bindi. Ardından elini bana doğru uzattı. Yavaşça elini tuttum ve kayığa bindim. Kibarca elimi öptü ben de aynı nezaketle reveransa geçtim. Genç, yakışıklı bir yüzü vardı. Kahve sarı renginde kıvırcık saçlarıyla kaplı başını kaldırdığında parlak gümüş grisi gözlerini gördüm. Uzun boylu ve yapılı olmasına rağmen çok zarif bir duruşu vardı. Ama genç yüzü ve delici gümüş grisi gözlerinde sert bir ifade vardı. Fakat onu gemide hiç görmemiştim.

Askerler onu gördükleri gibi saygı duruşunda bulundular. Bir baş işaretiyle onları diğer kayıklara yolladı. Sonra tam karşıma oturdu ve gözlerini gözlerime dikti.

"Hoşgeldiniz. Ben Edmund Rickmond." dedi güçlü bir sesle. Bir an gözlerim, gözlerine kilitlendi. Yüzüne boş boş baktığımın farkındaydım ama o kadar yorgundum ki bir an hiçbir şeyi algılayamadım. Parlak gri gözleri sorgulayıcı ve keskindi. Bir o kadar da endişeli.

"İyi misiniz?" dedi yavaşça. Hafifçe silkelendim. Evet anlamında başımı salladım. Bir parça rahatlayarak devam etti.

"Sizi gemide ziyaret edemediğim için üzgünüm. Savaş hazırlığındayız malum, çok yoğundum. Siz kraliçenin nedimesiydiniz öyle değil mi?"

"Evet." dedim güçlükle. Anlayışla başını salladı. Meraklı gözlerle bana baktığını fark ettim. Bir şey söylememi bekliyordu. Anlamadan yüzüne bakınca yavaşça gülümsedi. Gümüş grisi gözlerindeki sertlik bu küçük gülümsemeyle bile aniden yok oluverdi, göz bebekleri onunla birlikte gülümsedi.

"Adınızı öğrenebilir miyim?" dedi kibarca. Bitkin bir halde başımı salladım.

"İsabel. Adım, İsabella Gomez."

"Kraliçenin esir alındığını biliyor musunuz?"

Başımı salladım. "Majestelerini götürürlerken gördüm. Ama onu kurtaramazdım." dedim gözlerimi yumarak. Edmund anlayışla başını salladı yeniden.

"Sizin yapabileceğiniz bir şey yoktu. Sizden başka kurtulan oldu mu? Nasıl kaçabildiniz?"

Aniden gözlerimin önüne sarı saçlarını savurarak koşturan Jane geldi. Bembeyaz, soğuk bedeninin cansız bir halde, kan gölü içinde yatarkenki hali. Ellerimle yüzümü kapattım. Kan kokusunu duyabiliyordum. Hıçkırıklarım boğazımı kilitledi.

"Arkadaşımla saklandık. Tam kaçarken onu gördüler, biri bıçağını fırlattı. Sırtına saplandı, kollarımda öldü." dedim inleyerek. Denizin durgun sularına baktım. Nemli tuz kokusunu içime çekince rahatladım. "Ben de saklandım. Beni görmediler. Sonra da siz gelmeden kaçtılar. Sizinle savaşacak güçleri yokmuş, öyle söyledi onlardan biri. Önemli olan kraliçeyi esir almaktı diye de ekledi. Majesteleri kurtulacak mı?" diye çabuk cabuk devam ettim.

Karanlık Kraliçe | Andarkan SerisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin