Bölüm 11

13.1K 526 33
                                    

Gerçekten uzun bir bölüm olduğunu düşünüyorum yani önceki bölümlere nazaran tabii ki. Umarım beğenip, bol bol yorumlarınızı belirteceğiniz bir bölüm olmuştur.  Yazım yanlışları ve kelime hataları olursa şimdiden af ola arkadaşlar çünkü insanlık hali bazen dalgınlığıma denk geliyor. O zaman hepinize keyifli okumalar, hepinizi öpüyorum!

Saliseler saniyeleri, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalarken; zaman su gibi akıp gidiyordu. Çok uzun zaman geçmişti; 'zaman' kavramının benim için ölmesinin üzerinden.

Ve ben, defalarca toprak atmıştım o duygularıma. Hem de bir gram gözyaşı dökmeden.

Öğrenemediğim, öğretilmeyen, varlığından haberdar bile olmadığım onca duygu varken ve ben, o duygulara bir o kadar muhtaçken yapmıştım tüm bunları.

Öğrenmem gereken çok şey vardı bu dünyaya dair. Ve öğrenmem gerekenlerin yanında bir yığın da hissetmem gerekenler beni bekliyordu. Ama henüz bir rehber çıkmamıştı karşıma. İnanasım da gelmiyordu ama bir yerlerde olduğuna da inanmak istiyordum. Birinin geleceğine ve tüm boşluklarımı birer birer dolduracağına emindim. Ne zaman olurdu bu bilinmez ama bir dileğim olacak olsaydı hayata dair, tek dileğim olurdu; o da çabuk gelmesiydi. Yaralarıma yara bandı olacak o insanın bir an önce çıkmasıydı karşıma...

Gözlerimi yumdum.

Karanlığın içinden bir ışık aradım kendime ama onlar da küsmüş gibiydi. Çıkmaz bir sokakta gibi hissediyordum kendimi. Geri dönmem gerekiyordu ama hayat, sokağın önüne barikat kurmuştu yine.

Sakin kalmaya çalışarak gözlerimi kendimden emin bir şekilde açtım. Korkak gibi görünemezdim. Bu adam benim ondan korktuğumu kesinlikle anlamamalıydı. Şayet anlayacak olursa bu benim aleyhime olurdu. Bir insana acı çektirmenin ne olduğunu ise en iyi bu insanlar bilirdi.

''Ne o? Yoksa ağlıyor musun?'' dedi etrafa tükürerek konuşurken. Yakınında değildim ama ağzından dışarıya sıçrayan tükürüklerini görmemek için kör olmak lazımdı.

''Senden mi?'' dedim topladığım cesaretleri kelimelerime kalkan yapıp ona karşı savururken.

Dediğim çok komik olacak ki iğrenç ses tonuyla gülmeye başladı.

Korkuyordum ama daha ne kadar kaçarak yaşayabilirdim bilmiyordum. En kötü ne olabilir diye düşündüm. Beni öldürüp bir çuvalın içine tıkabilirlerdi. Ya da o nasırlı, uzun tırnaklı ellerini vücudumda gezdirip...

Bunu düşünmek istemiyordum. İstemiyordum işte!

Bir hışımla ayağa kalkarken, ''Ne gülüyorsun?!'' diye sordum.

Vücuduna zar zor oturmuş ve bir o kadar rezalet görüntü yaratan takım elbisesini düzeltirken bana doğru yaklaşmaya başladı. Eli kemerinin ucuna giderken bir yandan da pis pis sırıtıyordu. Bir iki adım gerilediğim de sırtıma değen duvarla cidden bir çıkışım olmadığını fark ettim. Ne olacaksa bu odada olacaktı.

''Güzelsin,'' dedi bir elini yanağıma doğru yaklaştırırken. ''Eh, bir de ihtiyaçlarını karşılıyorsan tabii ki seni sevecek, beni sevecek değil ya!'' dedi ses tonunu son kelimeyi yükselterek söylerken.

''Etrafına bir bak. Kurtarıcın falan da yok? Söylesene şimdi ne bok yiyeceksin,'' diye devam etti.

O iğrenç elini yanağımda hissedince midem de bir yanma baş gösterdi. Kusmak istiyordum. O iğrenç eli tenime temas ediyordu ve o elinin tenimdeki varlığı git gide kendini belli ederken kafamı yana doğru çevirdim ve omuzum biraz altında duran saçlarımı yüzüme siper ettim.

''Sahibine var da bize mi yok?'' dedi kokan nefesini yüzüme doğru üflerken. İğrenç nefesi, saçlarımın arasından sıvışarak, burnuma doluyordu ve ben bu şiddete katlanmak zorunda değildim.

Burun BurunaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin