Bölüm 32

4.4K 188 11
                                    

Merhaba küçük balıklarım. Biliyorum, sizleri uzunca bir süre beklettim. Biliyorum, bir süre buralarda değildim. Fakat yine biliyorum ki varlığınız hep benimleydi. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki çok uzun bir bölüm olmadığı için üzgünüm. Bu sene üniversite sınavına tekrar hazırlanıyorum ve kolay bir süreç geçirmiyorum. Çok yakın zamanda çok değer verdiğim insanların acılarına şahit olmak zorunda kaldım. Doğmak kadar ölmek diye de bir gerçeğin bulunduğu bu dünyada yalnızca birkaç haftada çok kişi geçip gitti hayatımızdan. İnsan en yakınlarının en mutsuz günlerinde mutlu olamıyor. Üstüne sağlık durumları da eklenince gerçekten kafamı toplamak ve Barlas ile Çisil'i bir araya getirmek benim için çok zor oldu. Bir dahaki bölüm ne zaman gelir ne, olaylar nasıl gelişir inanın bilmiyorum çünkü zor bir süreçten geçiyorum. Sadece beni anlamanızı ve destek olmanızı rica ediyorum. Umarım güzel bir bölüm olmuştur ve umarım güzel yorum ve desteklerinizi benden esirgemezsiniz. Bu arada aramıza yeni katılanları görebiliyorum. Güzel yorumları, mesajları her daim okumaya ve yanıtlamaya çalışıyorum. Sizlere de benim dünyama, bizim dünyamıza en önemlisi Çisil'in ve Barlas'ın dünyasına adım attığınız için teşekkür ediyor; hoş geldiniz diyerek buradan sessizce ayrılıyorum.

Son olarak gidenlerin acısının en kısa zamanda dinmesini ve geride kalanların içindeki o tarifi olmayan, kan kokan acıların dinmesini diliyorum. Mekanları cennet olsun. Umarım güzel günler göreceğiz, umutlu günler...

Sizleri seviyorum küçük balıklarım.



Gecenin karanlığı, kan akışımı donduracak kadar soğuktu.

Kum taneleri gibi yola serpilen yıldızlar; ayın ışığı ile karışınca ortaya sanki bir ressamın resmettiği manzara çıkıyordu.

Öylesine karanlıktı ki; kirpiklerim bile içinde bulunduğum bu rahatsız edici sessizliği sahır edecek güçteki karanlığın ardına saklanmak istiyordu.

Zamanın birbirine dolanmış o kucağında oturmuşum da ayaklarımı sarkıtıyordum sanki. Benim için zaman kavramı son zamanlarda sonsuzlaşmış gibiydi. Zaman, zaman olmaktan çıkmıştı. Zaman benim için yelkovan ve akrepten ibaret değil; Barlas Gürmen'in nefsimi sınırlarına kadar zorlayan gözbebeklerinin içinde prangalanmıştı.

Bu adam farklıydı. Farklı olduğu kadar da gizemliydi. Ama bu her ne kadar kafamı karıştırsa da onun bu rahatlığının altında kafamı huzura yaslıyormuşum gibi hissettiğimden bazen konuşmak dahi istemediğim zamanlarda oluyordu. Kısacası ne olmak istediğim ve nasıl olmak istediğim konusunda bazen çelişkiler yaşasam da biliyordum ki pusulamın göstermesini istediğim tek yol oydu.

Bir toz buharı gibi karmakarışık, bir ağacın yemyeşil yaprağı kadar kusursuz gözünün önüne düşen o dalgalı saçı, bir ufuk çizgisini andıran şekilli dudakları...

Ve dudaklarını hafifçe araladığında o ortada oluşan minik boşluk...

Zorlukla yutkundum. Barlas'ın bakışları hala üzerimdeydi. Çok garip bakıyordu. Gözlerindeki tarif edemediğim o şey beni içine almak ister gibiydi.

Gözlerim birkaç saniyeliğine yavaşça hareketlenen dudaklarına kaydı. Konuşmak ister gibi, bir şey söylemeye çalışır gibi bir hali vardı.

Gözlerim, gözlerini bulduğunda ses tonu da kulaklarıma usulca ulaşmıştı.

''Bana öyle bakma, Çisil.''

Gözlerindeki o derin mana sanki adımın üzerine defalarca dokundurulan bir mürekkep gibiydi. Her defasında bir kez daha onun sularına yüzmek için hevesle nefes alıp veriyordum.

Burun BurunaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin